Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mayıs '10

 
Kategori
Kitap
 

Şafak Pala'nın Sızı'sı

Şafak Pala'nın Sızı'sı
 

SIZI(Öyküler) YAZARI:Şafak Pala


<ı>Şafak Pala’nın <ı>Sızı<ı>’sını duyumsuyorum. Öykülerinin gizemli oylumları arasına sakladığı bireysel ve toplumsal sancısını algılıyorum. O aynı zamanda bir Bursa öykücüsü ve ben de Bursa’da yaşıyorum. Aynı kenti paylaşıyor, benzer duyarlıklar taşıyoruz. Bu yüzden ondaki t/özü de derinden duyumsuyorum. İçinde onbir öykünün, çok sayıda yaşanmışlığın, içtenlikli duygulanımların yer aldığı <ı>Sızı bir ilk kitap olmasına karşın iyi bir öykücüyü muştuluyor. Her şeyden önce kitabın adı insanı derinlerinden vuracak denli özlü, içli ve çağrışımı geniş. Bir yapıt düşünün ki, daha kapağını açmadan, yalnızca adına bakarak hem bireye hem de topluma dair imler, izlekler bulabileceğinizi söylüyor size. Çünkü insana dair acıklı duyguların izidir <ı>Sızı. Bir söyleşimizde kendisine, <ı>“neden sızı?” diye sormuştum da ilginç bir yanıt almıştım: “Sızı yaşamın her anında var, ” demiş ve eklemişti: “Sizi hiçbir şeyin mutsuz edemeyeceğini düşündüğünüz bir anda bile, yanınızdan geçen bir evsizin ya da mendil satan bir çocuğun gözleriyle karşılaşınca bir sızı yalayıp geçer içinizi. Mutluluk ve hüzün birbirine akrabadır aslında. Bunun esas sebebi sanırım benim için, yaşamla ölümün iç içe olmasıdır.” Kitaptaki öyküler iki bölümde sunuluyor okura. <ı>“Bir aileydi belki bütün dünya” ve<ı> “bütün dünya bir insan.” Her iki bölümün temel vurgusu dünyanın, insanlığın ortak yaşam alanı olduğuna; insanlığın, özünde <ı>“yabancılık” ve “<ı>öteki” gibi yadırgatıcıları barındıramayacağına dairdir. Buradan yazarın felsefesini, sanat anlayışını, öykücülüğünün temel ilkesini çıkarabiliyoruz: İnsana dair ve insan için. Yaşama bakış açısına sadık kalarak<ı> “Bizim oraların insanları”nı öyküleştiriyor <ı>Şafak Pala. Egemen öykü anlayışının inadına öykülerinde “<ı>hikaye” de var insan da. Emek de var emekçi de. İnsanı(mızı), onun yaşamını, sorunlarını, kısacası ağrısını, <ı>“sızısını” önemsiyor çünkü. Öyle olunca parçalanmış, sindirilmiş kimlik ve kişiliklerin, yırtılmış yazın-sanat anlayışının, sahibinin sesi olmuş öykücülüğün ötesinde, hatta üstünde bir bütünlüğe ulaşmış yazdıklarıyla. Görünmeyeni görünür kılmak, tarafsızlık yalanını ve zırhını kırıp bir kenara fırlatmak, felsefesizlik girdabını aşmak gerçek niyetleri saklayan maskeleri düşürmek, devekuşlarının gövdesini de kuma gömmek için yazmış sanki. İyi de etmiş. Örneğin <ı>Düşle (s.59) başlıklı öykü… Doğum iznine bir gün kala işten çıkarılan emekçi kadının öyküsü… Bu öyküyü sermayenin değirmenine su taşıyan bunalım edebiyatının emekçilerine öneriyorum; okuyup insan olduklarını, böyle şeylerin yoğun olarak yaşandığı bir ülkede, dünyada yazı ürettiklerini anımsamaları ve belki böylece kalemlerinin onurunu kurtarma çabasına girmeleri için. <ı>Şafak Pala’nın öykülerinde nesneler yaşamın ayrılmaz bütünleyicisi. Bu yüzden bazen insanlaşabiliyorlar. Nesnelerin kişiselleştirilmesi deniyor bu tekniğe. İlginç örneği de <ı>Aga(s.3) başlıkılı öyküde. <ı>Aga, radyonun adı; radyonun, evdeki yasın, ülkedeki ihtilalın ortaksimgesi. Bir nesnenin, üç ayrı varoluşun bileşkesi olarak toplumsal anlamda bir değere kavuşması… Ayrıca mekân unsuru özel önem kazanıyor. Böylece insan, şey ve mekân üçlemesinin ete kemiğe bürünerek akılda kalıcı, işlevsel imgeler ürettiğine tanık oluyoruz. Bu mekânlar bazen sokaklar, bazen Bursa Bıçakçılar çarşısı, bazen <ı>Tutku(n)’daki (s.33) eski bir ev, bazen bir <ı>Mayenehane(s.41), bazen de bir dağ köyüdür (<ı>Şerefe, s.81). Hepsi de belli oranda kişiselleşerek yaşamda olduğu gibi var olan, ona ve öyküsüne anlam katan unsurlardır. <ı>Nevres Abi, (s.11) bizim buralardan, Bursa’dan bir öykü. Yoksulluğun kol gezdiği mahallede, kız kardeşini seks tacirine kaptıran Nevres Abi’nin Bursa Bıçakçılar Çarşısı’ndan aldığı bıçakla eniştesini öldürmesini anlatan dramatik bir öykü. Yerelde yaşananların ulusal ve evrensel düzlemde sorunsallaştırılabilmesine iyi bir örnek. Hazin bir (yoksul) aile dramı. Öykülerinin kahramanları toplumun unuttuğu ya da ötekileştirdiği, sistemin sömürüp posasını çıkardığı, insan yerine koymayıp horladığı sıradan ama onurlu insanlardır hep. Kentin varoşlarında ya da köylerde, bir fabrikada işçi ya da bir sokakta düşkün… Unuttu! (s.71)nun Mehmet Efendisi, <ı>Menemen’in (s.71) Güneş’i, “Şerefe”nin Aysel’i, Sızı’nın şöförü, amcası ya da diğer öykülerin diğer kişileri gibi… Bireyin toplumdan, bireysel varoluşun ve sorunların toplumsal var oluş ve sorunlardan soyut düşünülemeyeceğinin sanatsal vurgusu. “Her şey birbiriyle ilgilidir, ” öyle ya. <ı>Sızı (s.17)başlıklı öykü çok katmanlı. Toplumumuzdaki ötekileştirilenlerin de öyküsü. Bir de Lenin simgeselinde aydınlık gelecek tutkusunun... Kapitalizmin varlığınca sosyalizmin insansal-toplumsal gereksinme olduğuna dair bir sevdanın vurgusu. Bu bağlamda cesur bir öykü. Marks’ın, Lenin’in adından bile ürken yazın türedilerinin yüzüne bir şamar. Daha ilk kitabında önemli biçim arayışlarında giren yazar <ı>Dört yapraklı Yonca’da(s.55), <ı>Kayıp (s.67) ve <ı>Şerefe (s.81<ı>) adlı öykülerinde özge biçimler deneyerek öykücülüğünü geliştireceğinin imlerini veriyor. Biçem oluşturabilmek yolunda son derece önemli ve sağlıklı çabalardır bunlar. Rahat, içtenlikli, ve son derece doğal bir anlatıma sahip <ı>Sızı’nın, bir ilk kitap olmasının, deneyim gereksinmesinin göstergesi anlamında bazı kusurları da yok değil. Ne anlatmak istediği konusunda bilinçli, ama nasıl anlatmak istediği konusunda biraz ikircikli… İkircikse öykünün dokusuna zarar. Bazı biçimsel sorunlar da şöyle özetlenebilir: Zaman zaman fazla sözcük, zaman zaman yakın tekrar (örn;Nevres Abi, s.11, ilk pargraf: 4 kez “roman” sözcüğü), “ise” sözcüğünün ayrı ya da fazla (s.5; “ikram faslı bittiğinde ise…”) yazılması yüzünden estetik kayıp v.b. yazma süreci içinde üstesinden gelinecek durumlar. <ı>Ümit Kaftancıoğlu Öykü Yarışması’nda(2009) “Teneke Davullar” öyküsüyle<ı> mansiyona değer görülen<ı> Şafak Pala öykülerindeki temel izleklerden biri de toplumsal değişim. Özellikle gençlerimizin, hatta orta yaş insanımızın yaşadığı hızlı alt-üst oluş süreçlerinde erdemsel değerlerden nasiplenme ya da çürüme gibi olgulara öykü dili ve biçemiyle bakmaya çalışıyor. “Yalnızca ben değişmedim, ” diyor <ı>Kayıp adlı öyküsünün kahramanı. “Herkes, her şey değişti. Artık gençler duvarlara “Tek Yol Devrim” yazmıyor.”(s.67). Bu hayıflanmanın ardında yatan sızı, <ı>Sızı’dan ağıp içimizi sızlatıyor. Birey, o bireylerden oluşan toplum hızla kendini yadsıyor çünkü ve yazarın içini sızlatarak ona <ı>Sızı’yı yazdırıyor. <ı>Hakan Akdoğan’ın <ı>Sızı’yla ilgili yargısı da son derece olumlu. Şöyle diyor kapak yazısında: “Başka yerlerde aramıyor yazar öykülerini, kendi topraklarında, kendi çevresinde, hatta kendi içinde yapıyor kazısını sağlam bir dil ve sağlam bir kurguyla. Kendi coğrafyasından çekip aldığı anları evrensel boyutlarıyla anlatıyor.” Bütün bu özellikleri nedeniyle <ı>Sızı sosyolojik değeri olan bir yapıt. İçten içe sosyoekonomik yasaları, kültürel değerleri irdeleyen, psikolojik çözümlemelerle insanı daha derinden kavramaya çalışan, insanları, hatta yazıp çizenleri vicdani hesaplaşmaya çağıran, sezgilerimizi bileyen öyküler kitabı.


§SIZI, Şafak Pala, öyküler, Ezgi Kitabevi Yay., 2008, 103 sayfa.

 
Toplam blog
: 74
: 569
Kayıt tarihi
: 11.03.10
 
 

1954 yılında Kars’ın Arpaçay ilçesine bağlı Bardaklı köyünde doğdu. Türkiye’nin çeşitli yörel..