Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mart '12

 
Kategori
Güncel
 

Şafak Pavey, Aslı Aydıntaşbaş, Dikmen Bezmez, Şevket Çavdar ve Ömür bir dinleyin hele!

Şevket Çavdar’ın talihsiz ölümünden sonra duruşlarına saygı duyduğum bazı insanların, beni çok üzen yaralayan değişik yorumları dolaşmaya başladı ekranlarda, gazetelerde ve internet ortamlarında; İşte bazıları:

Şafak Pavey: Acaba kolsuz ve bacaksız değersiz olduğunu mu düşündü?

Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş: Aylardır, ‘Türk doktorların büyük başarısı’ diye medyaya pompalanan sağlık haberlerini, dehşetle izliyorum.

‘En büyük Türkiye!’ sloganı atabilmek için insan vücudu üzerinde tepinen, sağlık meselesini bir Eurovision şarkı yarışmasına dönüştüren, tıp bilimine kazandırdığı hiçbir yenilik yokken bir anda taktığı uzuv sayısıyla dünyayla rekabet etmeye çalışan bir mantığa söylenecek ne var ki?

Dikmen bezmez: nasıl bir sistematik düşünce şekli ile çevriliyiz ki, bedenlerimizi “normal” kılabilmek için, her şeyi ama her şeyi yapmaya hazır hale geliyoruz?

Bu bakış açılarını ezbere biliyorum… Hepsini doğru kabul ediyorum. Ancak engellenenlere bu total bakış açısı acayip rahatsız ediyor beni… Ayrıca gelen bu eleştirilerin ‘’başarısızlıktan’’ sonra gelmesi meşhur atasözümüzü hatırlatıyor bana; teker kırıldıktan sonra yol gösteren çok olurmuş… Oysa Akdeniz Üniversitesindeki başarılardan sonra kimse bakış açılarını açıklamamıştı…

En başta şunu belirteyim, engellileri tek bir kütle olarak düşünmekten kaynaklanıyor tüm bu hatalar… Şafak hanım kendi bedeninin tüm engelli sorunlarını taşıdığına inanıyor… Dikmen hanımda tüm engellilerin eksik bedenlerini tamamlamak için her şeye hazır olduklarını sanıyor… Asıl hataları bu…

Oysa engelliler arasında, kesinlikle şu ayrımı yapmak gerekir; kendisine yetebilenler, kendisine yetemeyenler… Burada yetmek/yetebilmek gündelik yaşamda karşılaştığı sorunları kendi başına çözebilmek olarak düşünülmeli… Yemek yiyebilmek, evde ya da sokakta kendi başına hareket edebilmek… Kendi başına yatıp kalkabilmek… Bilgisayar kullanabilmek, iletişimini rahat halledebilmek… Bakın bunlara tuvalet ve banyoyu katmıyorum bile, ne kadar hayati olduğunu bildiğim halde… İşte bu guruba sesleniyorsunuz sizler ve yerden göğe haklısınız… Bu guruba dahil olan insanlar hiçte sizin düşündüğünüz gibi toptan tarif edilecek insanlar değiller… Elbet aralarında var tarif ettiğiniz gibiler… Ancak birçoğu da en az sizin kadar ‘’normal’’. Hiçte kendi bedenlerinden utanmıyorlar ve kendilerine kıymıyorlar…

Oysa kendine yetemeyenler de var… Yetememekten korkanlar var… Bazen hayata tutunmak için, kendine yetebilmek için bir serçe parmağının bile çok büyük önemi oluyor bu guruba giren arkadaşlarımız için… Bir bilgisayar programının, ufacık bir aparatın ya da uzvun dev etkileri oluyor onlar üzerinde… 

Sürekli hastalığı sinsice ilerleyen arkadaşlarımız var… Doğuştan ya da sonradan olmuş ‘’kazalarla’’ dostlarımız var… İşte bunların tek derdi kendine yetebilmek, yetiyorsa da bu durumunu koruyabilmek… Bu insanların derdi sizin dediğiniz gibi ‘’normal’’ şablonuna uymak değil… Düşündüğü şeyler ‘’kendine kıymak’’ değil… ‘’Kandırılmış’’ insanlar değil… Bence bu insanları anlamaya çalışmak lazım… Bu insanlara elini uzatan insanları toptan iyi niyetten uzak saymak haksızlık bence… Etik kuralları içinde değerlendirmek gerekir…

Şimdi anlatacağım şeyler birkaç ay içinde gerçekleşecek olaylar, daha olmadı yani: Bir dostum var skolyoz… Adı da uzun yaşaması için Ömür olsun… Ömür otuzlu yaşlara kadar sorunsuz yaşamış… Çalışıyor ve her insan kadar mutluluk ve mutsuzluk içinde bir hayatı olmuş… Ancak skolyoz hastalığının lanet bir tarafı var, zamanla bedendeki dengesiz gelişme iç organları etkiliyor… Sonuç olarak ağrılar ve uyuşmalar başlıyor… Bunlar da beş on yıl içinde giderek artacak ve kalıcı etkilere yol açacak… Felç olmak dahil…

Ömür ülkemizin belli başlı tüm hastanelerine başvuruyor… Öyle ilk doktorda takılıp kalmıyor yani… Bilinçli birisi ve ‘’gariban’’ değil parasal olarak... Uzatmayayım birkaç yerde ameliyat öneriyorlar… Ancak bu öyle riskli bir ameliyat ki; yarı yarıya yaşama şansın var… Bu olayı bana aktardığında ona hiç düşünmeden bağırıp çağırdım… Hatta tehdit ettim, beni sil hayatından diye… Sonraki günlerde ise derin bir pişmanlık duydum… Çok derin bir utanma duygusuydu bu pişmanlık aynı zamanda… Aklıma şu yazdıklarım gelmişti çünkü:

 http://blog.milliyet.com.tr/yasamlara-mudahale-hakki-yardim-midir--size-verilmis-hakmidir-/Blog/?BlogNo=283744

Sevdiklerinize çıktıkları uzun yolculuklar öncesinde (ne kadar karşı olursanız olun) seni seviyorum demek lazım… Güle güle demek lazım… İşte ben Ömür’e çıktığı bu yolculuk öncesinde ’’ seni seviyorum diyorum artık… Güle güle git, güle güle gel ki bizde gülelim diyorum… O bu saygıyı hak ediyor… Çünkü O ne yaparsa yapsın saygıyı hak ediyor… Rahmetli Şevket’in hak ettiği gibi… Yaşamda, bedende sizin… İlla böyle yaşamayı kabul edeceksiniz diyen bakış açısındaki faşizanlığı görmezden gelemem ben…

''Acıyorsam sana anam avradım olsun.''

 
Toplam blog
: 615
: 948
Kayıt tarihi
: 25.06.10
 
 

1959 Denizli doğumluyum.. İ.Ü. İktisat Mezunuyum.. Emekliyim ve hala çalışıyorum.. Yaşam bizden önce..