Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mart '18

 
Kategori
Kitap
 

Şahbaz'ın 1979'u; Kan, Gözyaşı, Şiddet ve Cinnet

Şahbaz'ın 1979'u; Kan, Gözyaşı, Şiddet ve Cinnet
 

İnsanın kötülüğünün sınırı nedir? İnsanlar, kendilerinin hayatla düzenli bir ilişki kurmasını sağlayan, toplumsal anlamda yasa, düzen otorite, bireysel anlamda ahlak kuralları ve etik değerlerin yıkıldığını ve yok olduğunu düşündükleri anlarda, şiddeti ve vahşeti ne kadar yaygınlaştırabilirler. Türkiye için 1979 yılı belki de bunun test edildiği bir yıl olmuştur.

Siyasetin içinden bakıldığında, toplumsal bir çatışma, bir iktidar ya da düzen çatışması gibi gözüken bir yılın, şiddet dili yaygınlaştıkça toplumun her bir noktasına nasıl nüfuz ettiğini 1979 yılında görmek mümkün. Mine Söğüt’ün “Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979” romanı, Türkiye’nin 1979 yılını, siyasetin sınırlarının kenarlarında gezinse de, aslen toplumun gündelik yaşamının içinden bizlere sergilemiş.

Roman aslında bir köy hikayesi ile başlasa da, 1 Ocak 1979’dan, 31 Aralık 2017 tarihine kadar geçen sürecin tamamı, İstanbul’da akseden bir hikayeler bütünü. Değişen aylar ve mevsimlerle birlikte, Türkiye’deki giderek alevlenen toplumsal şiddetin ve cinnetin içine giriyoruz. Kitabın başkarakteri ise, romanın sonuna kadar ne olduğuna karar veremediğimiz bir ucube olan Şahbaz. Ne olduğu derken, olasılıkla yelpazesi ruhani bir varlıktan maddi bir varlığa kadar uzanıyor. Bazen tanrının yeryüzüne uzanmış hali gibi görüyorsunuz, bazen şeytan, zebani, Azrail ya da kötü niyetli bir cin gibi. Bazen ise, problemli bir doğum ya da çocukluk sonrası ucubeleşmiş, bazı manevi sırlara vakıf olmuş bir canlı olarak hayal ediyorsunuz.

Mine Söğüt yazarlık becerileri oldukça yüksek bir yazar. Birçok yazarda edebi dil ile kurgu becerisi arasında ilişki kurma sorunu vardır. İyi kurgu yazarlarının edebi dilleri yetersiz iken, edebi dilleri akışkan olan yazarların kurgu geliştirmekte zorlandığına çok tanık oldum amatör bir okur olarak. Ancak Mine Söğüt karmaşık, çetrefilli bir kurguyu, birbirinden bağımsız görünen birçok hikâyeyi tek bir potaya eritmeyi başarmış. Daha ilginci ise, tüm hikâye parçalarının gerçek hayatın kendisinden damıtılmış olması. Bunu söyleyebilmemin sebebi ise, romanının sonunda yer alan bir almanak. Romanı bitirdikten sonra, 1979 yılını ait, aylara ve günlere bölünmüş almanak bölümü 117 sayfa sürüyor. Geriye kalan roman kısmı ise 218 sayfa. Ancak almanağı okuduğunuzda, romanda okuduğunuz her bir hikâyenin gerçek yaşamdaki dayanaklarını fark ediyorsunuz.

“Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979” romanını ortalama 6-7 günde okumayı hedeflerken, bu süre 10-11 güne kadar uzadı. Bunun sebebi ise, okumaya 2-3 gün ara vermek zorunda kalmam oldu. Kitabı okumadığım o 2-3 gün içerisinde bunun kendiliğinden gelen bir okuma isteksizliği olduğunu düşünürken, kitabı tekrar elime aldığımda bunun kitabın kendinden kaynaklandığını fark ettim. Roman benim insana olan inancımı törpülemişti ve zannedersem bu inançsızlığımın giderek kötüleşeceğinden korktum.

Fikir ayrılığının ya da iktidar mücadelesinin bu denli şiddete bürünmesi akıl alır şey değil. Türkiye’nin 80 öncesi manzarasında, özellikle derin devlet kaynaklı yoğun bir kışkırtmanın, toplumun belli bir kesiminin aşırı baskı altına alınmasının, şiddeti körüklemenin altyapısını görmemek mümkün değil. Ama iktidarın ya da egemen düzenin karşısında yer alan kesimin bu şiddet davetine bu kadar teşne olması ve oyunu derin devletin koyduğu kurallarla oynamaya kalkması inanılır bir durum değil. İnsan öldürmenin bu kadar sıradanlaşmasından, hayırlı bir toplumsal süreç çıkmayacağını kestiremeyen hiçbir siyaset gerçek anlamda siyaset olamaz. Olsa olsa bir katiller güruhu olur. Bunu Türkiye’nin sağ ve sol siyasetleri için de söylemek mümkün. Ben bu gün bile, Türkiye siyasetinin o dönemlerindeki “yok olma ya da yok etme” ikileminin etkilerinin kurtulamadığını düşünüyorum. Fiili olarak o şiddet, o ölüm yoğunluğu bugün yok, ama insanların zihinlerinde “var olmak için yok etme” zorunluluğu şu ya da bu şekilde yerini koruyor.

Ama belki de sorun siyasetin şiddet temelli yürütülmesinden çok, toplumun ve bireylerin önlerine gelen her sorunda şiddet temelli düşünmeleri, bu yöntemle çözüm üretmeye çalışmaları. Buna ahlak meselesinden, para meselesine, aile içi çatışmalardan, apartman içi ilişkilere kadar görmek mümkün. Bugün ulusal gazetelerin üçüncü sayfalarını hala şiddet, kavga, ölüm haberleri kaplıyor. Şiddet toplumun damarlarında hala yoğun bir şekilde yer ediniyor. Toplumsal şiddet kültürü mü siyaseti kanlı kılıyor, yoksa iktidar kavgasının kanlı olması mı toplumsal yaşama sirayet ediyor, buna cevap vermek ise oldukça zor.

Romanda Mine Söğüt güçlü bir edebiyat ve hikaye dili kullandığı gibi, çok derin aforizmalara da yer vermiş. Kitapta altı çizilebilecek çok fazla cümle var. Bunlardan bazıları ;

-          “İstemek insanı aciz kılar. Sormak ise güçlü”

-          “yaralı insanlar birbirine yaklaştığı zaman, kader telaşlanır. Sırları ortaya çıksın istemez”

-          “iyi şeyler de, kötü şeyler de rüzgarla birlikte yön ve şekil değiştiren bulutlar gibi başıboş dolaşırlar evrende”

-          “Yaşamak da hayat labirentinde kaybolma yarışı. Çıkışı bulan ölecek”

Romanın ilk başlangıç hikâyesinden itibaren kendimi rahmetli Galip Tekin’in çizgi öykülerinin içinde bulduğumu da söyleyebilirim. Özellikle ilk hikâye, onun çizgi roman öykülerinin konularına çok yakındı. Belki de böyle hissetmem de, kapak deseninin karikatürist Bahadır Baruter tarafından yapılmış olmasının etkisi vardır.

Yapı Kredi Yayınları ve kitabı beraber okumaya karar verdiğim kitap dostlarım beni bir kez daha yanıltmadılar. Kendimi, yaşamı ve dünyayı sorgulamama neden olan bir kitap okumama vesile oldular. Mine Söğüt de okuma yolculuğuma eklemek istediğim yazarlardan birisi oldu bu sayede.

 

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..