Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '11

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Sanat ve iktidar üzerine

Sanat ve iktidar üzerine
 

20 Nisan 2011 tarihinde, TÜYAP İzmir Kitap Fuarı etkinliklerinden biri de Türkiye Yazarlar Sendikası ile Cumalı Seferis Gökyüzü Derneği’nin birlikte düzenlediği, “Sanat ve İktidar” konulu konferanstı. Konuşmacılar Aydın Şimşek, Hayri K. Yetik ve Fergun Özelli idi. Bu blogla o toplantı sırasında aldığım notlardan sadece A. Şimşek’e ait sözleri paylaşıyorum blog uzunluğu kısalsın diye.

Aydın Şimşek: “Sanat ve iktidar veya devlet ve sanat kavramları birer soyut kavram olarak üstyapı kurumlarının işaret edildiği kavramlardır. Ve ancak gelişim gerilimi içerisinde tanımlanabilir. Dolayısıyla, gelişim gerilimi içerisinde tanımladığımız her şey, her dönemim gelişim nedenselliği ve gerilim nedenselliği ile yeniden yeniden yeniden tanımlanır.

“Bu perspektiften baktığımızda görürüz ki, Klasik dönemin devlet ve sanat anlayışıyla Neoklasik dönemin sanat anlayışı ve bugünkü Postmodern dönemin anlayışları birbiriyle iç içe girerek ve bazen de öncekileri mülk edinerek değişirler. Böylece, örneğin, Klasik dönemin biricikliği, Neoklasik dönemde ve sanayi toplumunun her şeyi yeniden ürettiği veya fotoşopladığı dönemde biricikliğini yitirir. Böylelikle oluşan bir tür gelişim gerilimi içerisindeyken, tüm soyut yapılar için yapacağımız her tanım yeni bir tanımdır.

“Ele alacağımız şeyin bu kadar homojen olması, bizim hem yazılı kültür tarihinin, hem de sözlü tarih çalışmalarının içinden geçmemize bir zemin hazırlamak zorundadır. Öyleyse şunu söylemek mümkündür; beslendiğimiz tüm sözlü ve yazılı kültür tarihindeki kaynaklarda mutlak iktidar devletin kendisidir. İktidar muktedir olma hâlidir; bu da otorite ve totaliterlik içerir. Yani iktidar -tekil ve tekbenci bir yapı olarak- her zaman kendi çıkarını ve egemenliğini gözetir.

“Öyleyse, iktidarı/devleti önüne koymayan bir eleştiri veya sanat dili iktidar karşıtı olma şansını daha işin başında yitirmiş demektir. Bazen bir sanat ürününün muhalif olduğu; ama sanatçısının muhalif olmadığı tuhaf durumlarla da karşılaşırız: bir sanat ürününde yüksek estetik düzeyi görürüz; ama o düzeyi onu üreten sanatçıda görmeyiz. Hâlbuki muhalif bir ürünü ortaya çıkaran sanatçıdan da aynı tavrı beklemektir doğal olan.

“Buradan şu sonuç çıkar: aşka, ayrılığa, barışa, savaşa ve diğer insan hâllerine ilişkin yüksek estetik üreterek, bunu bir karşıtlık dili içinde bize sunan sanatçının iktidar muhalifi olmaması, o sanatçının devlet ve sanat çelişkilerini veya sanat-iktidar paradigmasını anlayamamasından kaynaklanmaktadır. Böylesi tutumlar, iktidar değiştiğinde o sanatsal ürünün kendine yeni aidiyetler bulmasına ve yeni iktidarın aidiyetine dönüşmesine neden olur. Temel sorunlardan bir tanesi budur.

“Üstyapı kurumlarının ilginç bir özelliği daha var; bunlar örgütleyen kurumlardır. Örgütledikleri kurumlar da altyapı kurumlarıdır. İşte -bir üstyapı kurumu olarak- sanat da örgütleyen bir dil taşır. Örgütleyeceği şeyler o kadar çoktur ki, ilişkiye girdiği hemen hemen her şeyi örgütler. O nedenle de iktidar eliyle oluşturulacak bir manipülasyonla, güdümlemeyle karşı karşıya kalır. Bu durumda sanatçı örgütlenen özne olmamak durumundadır. Bir başka deyişle, iktidarla işbirliği içine girmiş sanatçı örgütlenen özne olmaktan kurtulamaz.

“Bir başka sorun da sanatçının “kimin sanatçısı” olduğuyla ilgilidir. Sanat tamamen bireysel bir üretimdir. Bireysel olmasından ötürü de toplumsallığı tam olarak anlatamaz. Sanatseverler olarak da bizlerde bu beklenti oluşmamalı. O zaman daha işin başında, sanatla toplumsallık arasında böylesi bir mesafe varken, sanatın iktidarla arasındaki mesafenin çok daha uzak olması beklenir. Kendi muhalifliğini erkten/iktidardan alan veya kendi muhalifliğini süreklilikten alan bir yapının içinde olmamalı sanatçı.

Ayırt edici ve eleyici bir dil edinmemiş sanatçının; hep aynı şeyi söyleyen ve hep aynı şeyi duymak isteyenlerle yol alan sanatçının; kendisinden önce ne söylendiğini bilmeden üreten sanatçının ait olacağı yer, iktidar çemberi içerisinde kalmaktan öteye gidemeyecektir.

“Öyleyse, bugün, modern sanatçı için yapacağımız tanımlarda şu kavramları kullanabiliriz: Birincisi; sanatçının dili olasılıklar dilidir. Dolaysıyla, mantıksal zemini belirlenmiş ve kesinleşmiş estetik değerlerle algılanamaz. Kesinleşmiş dil statik mantığın dilidir, kesin kurallara bağlanmış devletin dilidir veya folklorik dildir; sanatçının diliyse -bunlara karşıt dil oluşturduğu için ve bunların dışında kaldığı için- bir gelecek projesidir. Bu gelecek projesi olasılıktır ve kendini sürekli olarak test eder. İkincisi; sanat dilinin parçalayıcı olmasıdır. Sanat dili ona yerleşik olarak sunulan bütünü parçalamak zorundadır. Bu bütün; bizim içine doğduğumuz ve bize rağmen kendini gerçekleştirmiş olan bütündür. Sanat dili bunu parçalamakla oluşturulur.

Sanat dilinin söylemler arasılığı vardır, yani bir başka söylem içinde kendini gerçekleştirmesidir. Cervantes’ten, Gogol’dan, Picasso’dan veya örneğin mimariden beslenmiyorsak; diğer sanatçıların yaptıklarından bihaber isek; yaptığımız şeyin muhalif olma özelliği de olmaz.

“Modern zamanlarda hız arttı, zaman kısaldı; ama içerik yoğunlaştı. Yatay içeriklerden dikey içeriklere geçtiğimiz bir sanatsal temelde, sanatçının bir tarih bilincine yaslanması zorunludur. İnsanlık tarihinin bütün kırılma noktalarına ilişkin bir bilinç edinmeden sanat ürünü üretmeye kalkmak olsa olsa komiklik olur.

“Sanatın kesip çıkarma özelliği vardır. Sanat üstü örtüleni, baskı üreteni ve yok edeni açığa çıkarır. Ayrıca, sanatçının bir bakış perspektifi olması gerekir. Bugün pek çok romancı ve öykücü arkadaşların yapıtlarına baktığımda, bir melez tür görüyorum. Melezleşmişliğin içinden sanata bakmak ve oradan sanat üretmeye kalkmak ise iktidarla ilişkiye girmenin doğal sonucudur ve haz almaktan öte bir işe yaramaz. Haz kavramı bireysel bir çerçeve içinde kalmak zorundadır. Aksi hâlde o da bir tür iktidar oluşturur.

“Bugün siyaset melezleşmiştir, ekonomi melezleşmiştir, din melezleşmiştir; dolayısıyla sanatın da melezleşmesi bir başka tehlikeye vurgu yapar. Tarihte sosyal dokuyu bozan bu tehlikelerin ipuçlarını görürüz... En büyük hijyen savaşmaktır, diyen sanatçılar da görüldü geçmişte. Öyleyse, dünün nedenselliği ile bugünün nedenselliği ve bunlarla geleceğin nedenselliğinin ne olacağına dair tahminleri diyalektik perspektif içinde geliştirme zorunluluğu vardır.

“Liberalizmin yeni küresel kültüre soktuğu ve özellikle ABD’den alınan hazır dillerden, hazlardan ve dayatmalardan da kurtulmak gerekir. Postmodernizm tüm dünyada bir sürü siyasal ve ekonomik yıkım yapıyor; ama Postmodernizm ayrıca sanata ve sanatçıya da çok geniş olanaklar sunuyor. Bunları görüp bunlardan yararlanmak gerekir.

“Artık dünyada yeni görme biçimleri denen bir algı var. Üç boyutlu görüntüler terk edildi, ortaya dört-beş boyutlu görüntüler çıktı. Bunları ortaya çıkaran şey de araçsal akıldır. İçinden geçtiğimiz dünya araçsal aklın yeniden düzenlendiği dünyadır. Günümüzde mikroçiplerle her olaya birden fazla bakma biçimi geliştiriliyor; ama beyinle değil, teknolojik araçlarla... Öyleyse sanat, insan hazzını doyumsuz kılan teknolojinin iktidarına karşı durma ve araçsal aklı geliştiren yapıtlar sunma zorunluluğu ile de karşı karşıyadır.

“Son olarak şunları söylemek isterim: sanat ile iktidar arasındaki zıtlaşmada, uzun erimde her zaman sanat kazanmıştır. Öyleyse, sanat dili yine insan için iyi-kötü ayrımı yapan mutlak devlet diline karşı durmalı ve insanın ne olabileceğine dair olasılıklar diliyle yapıtlar ortaya koymalıdır.”

Aydın Şimşek’in yukarıda fotoğrafını gördüğünüz 2000 yılı basımı “Siyasal Tarih Sürecinde Sanat ve İktidar“ adlı kitabından da -bu konuşmayı bütünleyeceği umuduyla- birkaç alıntı yapmayı uygun gördüm...

Sanatın biricik malzemesi insan ve onun ilişkileridir. Sanattan insanı çıkartamazsınız. Çıkartmaya çalışsanız elde avuçta kalan sanat eseri değil; oldukça kaotik, keyifsiz, can sıkıcı bir şeydir. Ve işte bu yüzden de sanatsal olanın değeri hem estetik ve etik bilgisellikle değerlendirilebilir, hem de sanat daha ileri, daha yüksek ve daha soyut amaçlara hizmet ettiği için önem taşır. Sanat sanatçının yargılanma isteğinin sonucunda ortaya çıkar ve ona bu dünyada yaşadığını anımsatır.

“Bu yüzden sanatçının gönüllü olarak yargılanma isteğiyle ürettiği sanatsal nesneye ideolojik pratikle değil, ideolojik vicdanla yaklaşılması gerekir. Yoksa ideolojik önyargı yüzünden sanatsal derinlik ve yoğunluk algılanamaz. Unutulmamalıdır ki hiçbir şey bütünüyle yeni değildir; ama belki bir olasılık olarak sanat! Çünkü gelişmiş bir sanat ürününün dili gerçeğe değil; gerçeküstü olana yakındır. İktidar dili ise eşit ve özgür seçim yapmayı bireye bırakmadan eşitlik ve özgürlük kavramlarını listeler. Öyleyse, sadece özgünlük gerçek bir değer olarak özgürlük düzeyine çıkabilir.

“Günümüzde, iktidar ve sanat arasındaki zıtlıklar paradigmasını anlamamış veya ondan uzaklaşmış sanatçılar sanatlarını savunmaktan acizdirler. Özellikle de felsefesiz şairlerdir şiire sıkılan kurşunun failleri. İyi şiir yazmak şiirin bir boyutudur; oysa hayat çok boyutludur ve esneme olanağına sahip şair-insan bu boyutlardan etkilenir. Bu etkilenme şairin de, şiirin de mekânını sıradışı olmak ya da olmamak arasına sıkıştırır. Sıradışı olmamak için şairin de şiirin de bir felsefesi olmalıdır. Bu bağlamda günümüz şairi bir kez daha kendisiyle karşılaşmalıdır.

“Her sanatsal değer elbette kendi dışındaki dünyanın politize olmuş değerleri ile buluşur, onlardan etkilenir, onları etkiler. Ancak sanat, bir düzlemler yargısı veya ilkeler egemenliğinde dışa vurulamaz. Bu nedenle her sanat kendi poetik değerleriyle yalnızca kendisi için efendidir ve de her sanatçı ancak kendisinin kölesi olabilir. Sanatın poetikası, sağduyu karşısında saçmalığa kadar uzanan bir yığın tutkudur; ulaşılmaz, usa sığmaz bir başka evrendir.”

.

Günün sözü: “Her eylem mutlak gerçeği getirmez; oysa her düş bir eylemdir.A.Ş.”

 
Toplam blog
: 147
: 2923
Kayıt tarihi
: 05.05.07
 
 

İngilizce öğretmeniyim, çevirmenim, dilmaçım, araştırmacıyım. / Beş kitabım var: Beynin Kimliği, ..