Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '18

 
Kategori
Deneme
 

Şanslıyız Desek Olur!

Şanslıyız Desek Olur!
 

İkinci Dünya Savaşı'na da şükür girmemiştik.


Biz, bu yazıyı yazan da, okuyanlar da insanlığın yüz yüze geldiği o en acıklı halleri, en zor zamanları yaşamadık.

O en ilkel insanın yaşadığı sıfır varlıklı dönemleri görmedik. O bulunca doyan, bulmayınca günlerce açlık çeken ve ortalama ömrü bugünkünün belki de dörtte biri düzeyinde kalan insanlardan değiliz.

Şu an ülkemizde yaşamakta olan en yaşlı insan bile motorlu taşıtları gördü; onlara yetişti.

Evet, bizim en yaşlılarımızın zamanında Anadolu’da faytonlar, at arabaları ve kağnılar henüz ortadan kalkmamıştı. Onları kullanan, kış aylarında kalın paltolar, yün çoraplar, mahmuzlu çizmeler giyen adamlar da henüz yaşıyorlardı ama motorlu taşıtlar da çalışmaya başlamıştı.

Ancak, Birinci Dünya Savaşı çoktan bitmişti. O sürecin acılarını yaşamamıştık, ölen milyonlarca insandan biri olmaktan da, savaşın acılarına katlananlardan olmaktan da kurtulmuştuk.

İkinci Dünya Savaşına da şükür girmemiştik. Yani ülke olarak az da olsa biraz tüylenmiştik ve Birinci Dünya Savaşının zor, zulüm ve kan, muhacirlik, sefalet zamanları geride kalmıştı.

Ben Anadolu’nun uzak kentlerinden birinde doğmuşum. Evlerin kerpiçle yapıldığı, damların samanlı toprakla sıvandığı bir kentte.

Yani evet, belki yoksulluk vardı ama insanlar o kentte, o uzak Anadolu şehrinde de iyi kötü doyuyorlardı.

Babamın sık sık söylediği gibi işsizlik de neredeyse yoktu. İnsanlar tarlalarda işçi, kerpiç kesiminde, kavak ağacı kesip evlerin kapı pencerelerinin ya da döşemelerinin yapımında, demircilikte, nalbantlıkta, hayvancılıkta, hizmetkârlıkta, sınırlı miktarda da olsa ticarette ve diğer esnaflıkta çalışıyorlardı.

Boğazlara az da olsa bir şeyler giriyordu yani.

Evet, sağlık hizmetleri bugünküne göre yetersizdi ama bugün hastaneleri ve hekimleri meşgul eden, çevresel faktörlerden kaynaklanan önemli hastalıklarının çoğu da o günlerde yoktu.

Anadolu’nun pek çok yeri aynı durumdaydı. Kimi büyük merkezlerde durum biraz daha iyi, uzak kırsal yerlerde kimileri için biraz daha kötüydü.

Tarih kitapları yazar ya biz ortaçağın engizisyonunu görmemiştik. Meydanlarda yakılmamıştık, kafamız kılıçla ya da giyotinle kesilmemişti.

Haçlı Seferlerini görmemiştik.

O tarihi zindanlarda zincirlerle bağlı kalmamıştık.

Gelişen ülkemizle birlikte olanaklar da arttı. Toplu taşım araçları, özel motorlu araçlar çoğaldı. İşlerimiz, gelirlerimiz oldu.

İşçi olduk, memur olduk, yönetici olduk, çeşitli alanlarda esnaf olduk tüccar ve sanayici olduk, doktor olduk, öğretmen ve akademisyen olduk. Az ya da çok düzenli gelirimiz ailelerimiz, evlerimiz oldu.

Çoğumuz hiç mi hiç farkında değiliz ama biz bu yazıyı yazan ve okuyanlar o çeşitli tarihsel süreçlerde kimilerinin bütün ağırlığıyla yaşadığı o en acıklı halleri yaşamadık.

Yaşamamış olduğumuz için de elimizdeki nimetlerin gerçek değerlerini takdir etmekte yetersiz kaldık.

Bizden öncekilerin nasıl yaşadığını unutup bizim zamanımızda çoğu kez sömürgecilikle kurulan ve adları cumhuriyet olan krallık olsalar da demokrat olarak ifade edilen sermaye imparatorluklarında yaşayanların kaymak tabakasının, haberleri magazin sayfalarına düşen elitlerinin lüks yaşamlarına imrendik.

Yerimizin gerçek değerini tam olarak bilmedik, bulunduğumuz yerden ileri doğru adım atmanın kafa ve kas emeği gerektirdiğini; doğru yöndeki hareketin zamanımızı, sağlığımızı ve varlıklarımızı akıllıca kullanmakla mümkün olacağını tam ve net olarak fark edemedik.

Günümüz dünyasını da hangi güçlerin hangi üstü örtülü değerlerle ve araçlarla nereye doğru evirdiklerini, sonuçta hangi ciddi sonuçlarla yüzleşmek durumunda kalabileceğimizi de öğrenemedik.

Dünyadaki çatışma bölgelerinde boy gösteren güç odaklarının bizim hakkımızda hiç mi hiç iyi şeyler düşünmediklerini, bize bu günlerimizi aratacak projelerle geldiklerini analiz edemedik.

Şu ya da bu şekilde tırmanıp çıktığımız zirvelerden aşağıya bakıp nereden geldiğimizi görmedik, oralarda kalsak halimiz ne olurdu sorusunun yanıtını düşünmedik.

Oralara düşmemiz halinde neler yaşayabileceğimizi de düşünmedik.

Bu hem bu günkü halimize şükretmemizi engelledi, hem de geleceği görüp önlemler almamızı.

Biz, bizim kuşaklar insanın düştüğü en acıklı halleri henüz yaşamadık.

Bosna katliamında orada olmadığımız için zulmün boyutlarını çözümleyemedik.

İletişim araçlarının Suriye, Afganistan, Myanmar mültecilerini her gün ekranlara taşımalarına rağmen ders alamadık, bütünleşemedik.

Öyle olunca da, birleşip direnecek, olası düşüşlerden kurtaracak hale gelemedik.

 

23.10.2017 

21:10

 

 
Toplam blog
: 284
: 245
Kayıt tarihi
: 21.06.14
 
 

Yaşadığımız evrenin oldukça zengin bir yer olduğunun farkındayım.  Bu zenginliğin çok az bir kısm..