Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '06

 
Kategori
Şarap
 

Şarabın tarihi

Kötü bir gündü. Keyifsizlik, can sıkıntısı diz boyu…Önce konuşabileceğim arkadaş dost geçiyor aklımdan, dinliyorum kendimi yok bu öylesi bir durum değil, bugün can yalnız kalmak istiyor anlıyor ve evime doğru çeviriyorum yönümü. Açlık hissetmiyorum ama şarap çekiyor can, bu kez istikamet evimin yakınında olan ve hemen her akşam uğradığım market. Askere gitme derdinden muzdarip market çocuğu, rafta duran farklı renkteki ve şekildeki şişeye baktığımı görünce çok güzel bu şarap diyor…Beyaz sevmem, sadece şişenin şekli ilginç geldi diyecek oluyorum, deneyin inanın bana çok güzel diyor…Peki diyorum ve alıyorum. Aç karnına da olmaz ki bu nazlı arkadaş, biraz peynir biraz da vazgeçemediğim meyve ile açıyorum geceyi. Penceremden yansıyan şehrin ışıkları her gece olduğu gibi bir kez daha mestediyor beni…

Dalıyorum o günkü mevzuya, can sıkılıyor yeniden uzanıyor el kadehe bir kez daha…Çok sevdiğim süslü kadehim, geçmişten elimde kalan birkaç küçük ayrıntıdan biri…Geçmişi düşünmeye başladığım an vazgeçiyorum, hem o günkü mevzu hem de geçmiş ağır gelecek biliyorum…Kıyamıyorum kendime ve sadece o günkü konuyu deşmeye karar veriyorum. İlk kez yudumladığım şarabı garipsiyorum, tadı tuhaf adlandıramıyorum…Kabahati renkte buluyor devam ediyorum. Sessiz gece olmaz, antremanlıyım geçmişten biliyorum…Biraz Tanju Baba’nın şarkıları arada Nesrin Sipahi eşlik ediyorlar geceme şarkıları ile…

Zaman geçiyor, geçtikçe boş veriyorum gün içinde yaşanılanlara lakin bu kez ayaklarım karıncalanıyor, buna da aldırmıyor devam ediyorum tadını pek sevemediğim şarabı içmeye…Saatler ilerledikçe bacaklarıma doğru çıkıyor karıncalanma hissi…Niye ki…Yalnızım evde, saat gece yarısını çoktan geçmiş, bir an bayıldığımı ya da yerimden kalkamadığımı falan düşünüyorum ve paniğe kapılıyorum…Son zamanların moda hastalığı panikatak dedikleri bu mu acaba? Hemen elim telefona uzanıyor ve çeviriyorum kardeşin numarasını, çalıyor uzun uzun, kimbilir kaçıncı uykusunda çocuk…Vazgeçmiyor ısrarla çaldırıyorum, uykulu bir ses “hayırdır, bir şey mi oldu” diyor endişe ile…Yok diyorum nasılsın, iyiyim de hayırdır diyor yine, o saatte nasılsın diye aramayacağımı bilerek…anlatıyorum hikayeyi, bugün soframda farklı olan tek şey şaraptı diyorum, zehirleniyor olmayayım, saçmalama abla diyor biraz da dalgasını geçerek olsa olsa çok kaçırmışsındır. Hayır diyorum, bilmez miyim kendimi, çok değil içtiğim sadece farklı, tadı da bir tuhaf zaten…O ara aklıma geliyor ve şarabı alıyorum elime telaşla. Her yerini karıştırıyorum ve karınca duası edasıyla yazılmış son kullanma tarihini buluyorum. Olamaz! Tam 6 ay geçmiş yazılı tarih üzerinden! E be asker hazırlığındaki çocuk, çekeceğin var elimden!

Kardeş bozuk şarap içmişim ben diyorum korkuyla ve teşhisi o an koyuyorum hemen “zehirleniyorum!”.

Olası kareler rengarenk geçiyor gözümün önünden. Zehirlenmişim, hiç hazzetmediğim hastane odalarından birindeyim, yok yok midemi yıkayacaklar ya ameliyathaneye alacaklar herhalde. Ağzımda kocaman hortum midem çalkalanıyor. Hemen gelmelisin diyorum yine korkuyla kardeşe. İyi de şarabın son kullanma tarihi olmaz ki diye itiraz ediyor, hem olsa bile sirke olmuştur başka bir şey değil… Ne rahat adamsın diyorum hemen kalk gel, zehirleniyorum burada…Peki abla diyor keyifsiz ve gelmesinin gereksiz olduğunu anlatan ses tonu ile. Duymazdan geliyorum, öyle ya şu an naz çekecek halim yok, zehirleniyorum zaten… Kardeş gelene kadar boş durmak yok elbette, elimde telefon bu kez aranılan bilinmeyen numaralar servisi, adresimi veriyor ve en yakındaki hastanenin numarasını istiyorum, veriyor karşıdaki. Arıyorum bir kız açıyor telefonu anlatıyorum meramımı bir süre sessiz kalıyor, sizi nöbetçi doktora aktarıyorum diyor. Şarap zehirlenmesi deyince ne diye hemen itiraza geçiliyor anlamıyorum ki?! Bu arada karıncalanma daha bir arttı sanki, yoksa kendi kendimi mi tetikliyorum acaba? Neyse, doktor uykusunun bölünmüş olmasının rahatsızlığı ile açıyor telefonu. Anlatıyorum yine aynı itiraz “ iyi de şarabın son kullanma tarihi olmaz ki”. Olmaz olur mu diyorum işte gözümün önünde, okuyorum tam 6 ay geçmiş üzerinden…E snedi telefondaki ses bi şey olmaz dedi yeniden…Doktor bir şey olmaz diyor, inansam mı? Yok canım daha neler, kızıyorum bu kez bu ne rahatlık, şikayet mi etsem acaba? Niye kimse ciddiye almıyor zehirlenmemi?? Herkeste bir rehavet, ölüp gitsem kimsenin umurunda değil! Ama istiyorsanız gelin hastaneye dedi doktor bey, yine boşa konuştuğunu düşündüğünü hissettirerek…İstemek değil de doktor bey, gelmeme gerek var mı dedim kızgınlığımı saklamaya çalışarak, bence yok dedi. Peki dedim gelsem ne yapacaksınız, serum verir, bol su içiririz. E peki evde içeyim ben suyumu o halde dedim. Bence de demez mi uykulu doktor bey! Koca sürahi yanı başımda ha babam içiyorum…Midem bulanıyor artık ama içmeye devam, işin ucunda mide yıkatmak var, çitileneceğine bulansın diyorum. 2 dakikalık yol nerede kaldı bu kardeş…İnanmamıştı zaten, gelmiyor mu acaba…Yok canım, o kadar da değil, ablasını yalnız bırakmaz bu acı ve korku dolu gecede…

Kardeş kapıda nihayet… Nasılsın abla diyor. Sürahi nine edasıyla şimdi biraz daha iyiyim diyorum. Pijamasının üstüne çekivermiş paltosunu, nasılda şişmiş gözleri…üzüldüm birden gecenin bilmem kaçında kardeşi uyandırdığım ve üstüne üstlük evime gelmeye mecbur ettiğim için…İyi de zehirleniyorum diğer yandan, kardeşler ne için, elbette bugünler, zehirlenilen geceler için. Önce süzüyor beni, e oldukça iyi görünüyorsun diyor. O iyilikten değil diyorum az önce gözünü açamayan bir doktorla konuştum adam zıplattı sinirlerimi bir anda cin gibi oldum..Ne oldu diyor gülerek, anlatıyorum, bu kez kahkaha atıyor! Ver bakalım şu şişeyi diyor neymiş tarihi. Üzerinde yazılı tarihi görünce aaa gerçekten son kullanma tarihi varmış. Yalan mı söyleyeceğim var işte dedim haklı çıkmanın gururu ile. İyi de şarap zehirlemez ki dedi, anladım artı benden başka herkes şarap eksperi. Sonra bir yudum aldı ve hayretle yüzüme baktı “sen nasıl içebildin bunu, resmen sirkeleşmiş bu”…Ah o şişenin şekli yok mu, ona aldandım, şişesi güzel olunca içindeki de güzeldir dedim…Dertlenince bir de üstüne Tanju Baba “iç iç iç içelim bu gece” deyince…. içiverdim işte…Güldü uzun uzun…Ben de beraber…

Sonra mı, o gülüşmelerden ve kardeşin alaylarından sonra ne sızı kaldı ne sirke…O geceden çıkardığım ana fikir ise hiçbir şarabın yıllanmak zorunda olmadığı ve her güzel görünen şeye aldanmamak gerektiği idi…Kimi şarap geçen zamanı severken, kiminin hoşuna gitmiyor bu durum…Anlatıyorum eşe dosta başıma geleni, itirazlar yükselince hemen kapıp getiriyorum şişeyi. Aldığım tepki hep aynı, ne güzel ne değişik bir şişe bu, diyor hepsi…Ah o şekli şemali yok mu o şişenin, ona aldandım işte…

 
Toplam blog
: 7
: 1280
Kayıt tarihi
: 24.11.06
 
 

Herşeyden bir parça bahsetmeyi, bunları yazıya dökmeyi sevince, neden olmasın diyor insan... Yazmak ..