Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '06

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Sevgi neydi?

Yıllar önce bir film izlemiştim “Selvi Boylum Al Yazmalım”. Çoğunuzun da izlediğini tahmin ediyorum. Siz ne düşündünüz izlerken bilmiyorum ama kendi adıma, etkisinde kaldığım, bıkmadan defalarca izlediğim nadir 3-5 filmden biri diyebilirim. Filmden öğrendiğim birkaç cümleyi dost sohbetlerinde sarfetmiş olmam da cabası…En etkilendiğim kare Asya’nın seçim yaptığı bölümdü… Sevgiyi, aşkı, sevdiğini ve kendini sorguladığı bölüm…

Filmin bir yerinde, eski kocası İlyas ile yeni kocası Cemşit arasında kalan Asya düşünüyordu… Asya için aşkın yeryüzüne yansımış hali İlyas’tı. İlk göz ağrısı, ilk sevdiği, ilk tenine dokunduğu… Vazgeçemem dediği, oğlunun babası İlyas… Aşkı yaşatmasına yaşatmıştı İlyas ama çok da acı çektirmişti Asya’ya. Aldatmıştı Asya’yı, dövmüştü, bağırmıştı. Küçük bir bebekle bir başına bırakmıştı onu. Gururu incinen, yalnızlığın pençesinde kıvranan Asya dayanamamış ve nereye gittiğine, nasıl gittiğine bakmaksızın terk etmişti küçük köy evini ve İlyas’ı… Yalnızdı, kırgındı, korunmasızdı, açtı… Sonra karşısına Cemşit çıkıyordu… Çıkıyor ve bir daha bırakmıyordu onu. Cemşit evini açıyor, sofrasına buyur ediyordu. Asya tedirgin bekliyordu yatağına da çağıracak diye… Cemşit durumu anlıyor ve rahat ol diyordu… Onu sevmesine, istemesine rağmen bekliyordu, Asya’nın onu isteyeceği anı bekliyordu. Cemşit sevmenin, zor ile olmayacağını biliyordu…

Şimdi ikisi karşısında kararını bekliyorlardı. Yol ayrımındaki Asya düşünüyordu, ”Sevgi nedir” diyordu kendi kendine, sonra yine kendi cevaplıyordu “sevgi emektir”. Peki kimin emeği vardı Asya’nın ve oğlunun üzerinde, kim korumuştu onları, hasta olunca kim başlarında beklemişti, kim “sana ihtiyacım var” dediğinde koşup gelmişti…her sorusunun cevabı Cemşit’ti… İhtiyacı olduğunda yanındaki İlyas değildi, Cemşit’ti… Kendinden olmayan çocuğuna babalık eden Cemşit, Asya’nın eski kocasına duyduğu sevgiyi bildiği halde sabırla bekleyen, sevmekten vazgeçmeyen Cemşit… Şimdi ikisi de karşısındaydı…Bekliyorlardı… Cemşit iyiydi de… ya aşk, aşk ne olacaktı? Aşkın ismi İlyas’tı… İlyas yoktu… Öyleyse aşk da yoktu… Aşk kalıcı mıydı? Değildi galiba… Bu yol ayrımında rotasını Cemşit’ten yana çevirdiğine göre, rüzgar onu Cemşit’e götürdüğüne göre, aşk sürekli değildi…İsterdi elbet, ilk erkeğiyle olmayı, onunla yaşlanmayı torun torba sahibi olmayı ama…

Ama… Artık biliyordu, aşk iki kişiyle yaşanan bir hadise idi. Tek başına verilen çaba, uğraş yetmiyordu… İki kişinin sorumluluğu ile taşınamıyorsa, birlikte yaşlanmak düşleri de tuzla buz oluyordu. Aşk gibi bir mevzunun tek savaşçısı olmak, bilemediği düşmanları ile savaşmak zordu. Güçlüydü aslında savaşabilir alt edebilirdi tüm canavarları… Ama öylesine yalnızdı ki… İnancını yitirmişti ki en kötüsü de buydu… Seviyordu İlyas onu, sadece seviyordu… Öyle diyordu… Oysa o erkeğinin sevdiğini duymak değil, sevildiğini hissetmek istiyordu. Seni seviyorum demekle bitmiyordu iş, aksine o anda başlıyordu. Artık biliyordu, aşk sorumsuzluğu, özensizliği affetmiyordu… Seviyorsa gereğini yerine getirmeliydi insan. Her durumda ve şartta sevdiğinin yanında olmalıydı…

Hemen her kadının yaptığı hatayı yapıyor ve "acaba, acaba bir şans daha verilebilir miyim" diyordu? Geçmişi hatırlıyordu bu kez Asya, ya yine çekip giderse, ya yine seni seviyorum dediğinin ertesi günü başka kollara koşarsa… İhtiyacı olduğunda yine bir başına kalırsa… Aşk şansa kalır mıydı? Aşk şansa kalacak kadar hafif bir mevzu muydu? Eğer öyle ise bu kadar yüceltilmesi nedendi?

Nihayetinde Asya sevgideki emeği seçiyor ve Cemşit’e doğru yürürken film bitiyordu…

Geçenlerde yeniden izledim filmi ve bittikten sonra yine düşündüm… Sahi, sevgi neydi? Hangi sevgiden vazgeçilmezdi? Hangi sevgiliye kalp acısa bile hoşça kal denirdi? Seni seviyorum demek kolay mıydı? Kolay olan, özel olur muydu? Sevgi paylaşmak değil miydi? Eğer paylaşamayacaksak düşlerimizi, sorunlarımızı, sevinçlerimizi velhasıl yaşamlarımızı sevgili aramak için bunca çaba ne içindi? Sorumsuzca yaşanan yalnızlık mı daha iyiydi yoksa aşkın sorumluluğunu yüklenmek mi?

Ve en önemlisi aşk iki kişilik değil miydi? Tüm günahı ve sevabıyla, tüm zorluğu ve keyfiyle iki kişinin yaşayacağı bir hadise değil miydi?

Dilimize ne kadar çok doladıysak sevdayı, o denli uzaklaştık sanki…Belki de o kadar sık söylenmemeli o büyülü iki kelime… "Seni seviyorum", acıktım der gibi, uykum geldi der gibi kolayca söylenmemeli, hele karşıdaki adamı ya da kadını mutlu etme kaygısıyla asla dile getirilmemeli… Ya da söyleniyorsa eğer, her hücreye kadar hissedilmeli… Tüm varlığıyla hissedilmeli… Oysa bozuk para gibi kolayca harcıyoruz sevgileri, yeniden acıkacak gibi, yeniden uykumuz gelecek gibi yeniden aşık da olacağız zannediyoruz. Hak edene de etmeyene de söylüyoruz, aşık olanın, yürekten sevip sevgisi için emek verenin farkını kaçırıyor üstelik ne kaçırdığımızı anlamıyoruz… Ne dersiniz sizce de ucuzlatmadık mı bu hadiseyi?

 
Toplam blog
: 7
: 1280
Kayıt tarihi
: 24.11.06
 
 

Herşeyden bir parça bahsetmeyi, bunları yazıya dökmeyi sevince, neden olmasın diyor insan... Yazmak ..