Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mart '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sarı Bilge'den duyuru

Sarı Bilge'den duyuru
 

Ben Viki, nam-ı diğer; Sarı Bilge:)


Merhaba,

Bu blog Nilüfer’in 200. blogu.. “Bana da defterinden bir sayfa verir misin” diye, başının etini tırmıklıyordum, ne zamandır. “Ne demek tükkân senin güselim” dedi. Sonra da merakla, ne yazacağımı sordu. “Tabii ki yaşlı dünyamız, biz dört ve iki ayaklıları, bi de kanatlılar hakkında yazacağım” diye cevap verdim.

Öncelikle kendimden bahsetmek istiyorum. Ben Viki. Viki Çapa. Soyadımın Çapa olmasının nedeni, tırnaklarımı artık kestirtmememden ileri geliyor. Nil beni, kö-ke-ku-ba’ya tırnaklarımı kestirmek için götürüyor ama ben öyle bi şirret şekilde bağırıyorum ki, Uğur beyciim, beni kafesimden dahi çıkaramıyor. O yüzden soyadım Çapa’dır. Yoksa sosyeteye dahil değilim.

Tam tersine Nil, beni arka bahçeden aldı. Bu arada Nil bana –Sarı Bilge- der. Benden alacağı çok dersler varmış. “Tamam” dedim. İzlesin ve öğrensin bakalım, sesimi çıkarmıyorum. Ne diyordum, kendi lafımı kendim kestim. Tamam kaldığım yerden devam ediyorum. Sosyeteye dahil olmadığım gibi, soyum oturduğumuz apartmanın arka bahçesinden geliyor. Babama Nil, -Deli Petro- diyormuş. Babam kızdığında, ortalığı kırana geçiriyormuş. Nil’de bana kızdığında “n’olcak Deli Petro’nun, deli kızı” diyor. Evet genelde sakinimdir, ama damarıma basıldığında ortalığı ayağa kaldırırım. Özelliklerim bütün kediler gibidir; yemek yemeyi, oynamayı ve bol bol uyumayı severim. Nil ben uyandığımda, “ooo sabah, akşam, öğlen, -ne zamansa artık- şerifleriniz hayırlı ossun, mutlu akü, epey bi şarj oldunuz, iyi geldi mi?” diye sormayı ihmal etmez. Ben de esneyerek, mutlu olduğumu ifade ederim.

Aslında bu kadar kendimden bahsetmeyi sevmiyorum. Ama bilirsiniz işte, ilk yazım olduğundan…

Nil’in sayfasında, zaman zaman yazılar yazacağım. Tabii kendimi anlatmayacağım. Geçen gün gazetede, ekmek parası için çöp toplayan insanlar vardı, onun haberini gördüm ve epey ilginç geldiğinden, ilk yazımda onlardan bahsetmek istiyorum.

Bi yaz gecesi Nil, bi film izlemişti. Gece 11.45 isminde. Başrolde Feridun Düzağaç vardı. Yazgısı bir gecede değişen insanın hikâyesiydi. Başroldeki adam, bi kaza geçiriyor ve sonrasında kendisini çöp toplayıcı olarak buluyordu. Yarı belgesel niteliğinde olan bu filme uyuyup uyanarak göz ucuyla bakmıştım. Ve çöp toplayıcılarının yaşamları hakkında normalde göremeyeceğim kadar bilgi sahibi olmuştum. Sokak kedilerini de, bi nevi çöp toplayıcılarına benzetiyorum. Onlar da bütün gün çöpün içinde, insanların atıklarından karın doyurmaya çalışıyorlar.

İnsan çöp toplayıcıları da aynı şekilde, ekmek parası çıkarmak için didiniyorlar.

Nil’in dediğine göre, yirmi otuz yıl önce, yoksulluk; acıma, acındırma, kimsesizleşme nesnesi olarak somutlaşan yoksulluk, şimdilerde, dışlama, korku ve nefret nesnesi haline gelmiş. Ve çöp toplayıcıları bu ülkenin en alt basamağında duruyor. Ben doğal olarak yirmi, otuz yıl öncesini bilmiyorum, ama bugünleri çok iyi görüp, değerlendirebiliyorum.

Size bir çöp toplayıcısından bahsedeceğim: M.Ali Mendillioğlu. Ankara’da yaşıyor ve ortaokul terk. Buna karşın Geri Dönüşüm İşçileri Dergisi Katık’ı çıkarmaktaymış arkadaşlarıyla birlikte. Aynı zamanda 400 üyeli Ankara Geri Kazanım Derneği’nin kurucu üyesiymiş. Dernek, Diyarbakır ve Adana’da örgütlüymüş. Ali Bey ile arkadaşları çöp toplayarak, çöplerin arasında yaşamak için direnerek, 2002 yılından beri NATO karşıtı eyleme, Eğitim-sen’in kapatılması eylemine, “12 Eylül” yargılansın eylemine, doktorların Beyaz Eylemi’ne ve tüm 1 Mayıs eylemlerine katılmışlar. Eylemlerde “Kapitalizmi tarihin çöplüğüne atmayın çünkü beş para etmiyor!” yazılı dev bir pankart da taşımışlar.

M.Ali Mendillioğlu’na şöyle bir soru sorulmuş: Bu ülkenin yoksullarından nasıl bir sol çıkar? Cevap: Ben çok bilmem ama herhalde bu yoksulluktan, önce kendine solcuyum diyenleri kesen bir sol çıkar. Çünkü bizimle yan yana durmadılar. Yoksulların yanında durmaya tenezzül etmediler.” demiş.

Bu sistemde onların üzerlerine basamak olarak çıkacakları bir sınıf yok. Onları sokaklarda gördüğünüzde, büyük çoğunluğunuz, biliyorum ki gözgöze dahi gelmek istemiyorsunuz. Onlar var ama yok farz ediliyorlar . Belki de utanıyorsunuz, belki de kendinizi suçlu hissediyorsunuz, bilemiyorum.

Çöp’ten adamlar ezildikçe eziliyor. Aslında çöp işinde çok para olmasına rağmen, çöp’ten adamların bu denli eziyet çekmeleri de ayrı bi konu ya…

İlk yazımda ansiklopedik bilgi verir gibi, sıkıcı bi şekilde anlatmak istemezdim fakat bu konu öyle sohbet edilecek türden de değil. En sevmediğim şeyse; sıkıcı olmak; sıkıcı insanlar, kedilerdir... Varın siz bana “pööff çok sıkıcısın Sarı Bilge” deyin, hiç umurumda değil. Öğrendiğim bilgileri size aktarmazsam çatlarım.

Sahibi belli olmayan, sokağa bırakıldıktan sonra kimsenin üzerinde hak iddia edemediği bu çöpler, belediyelerin ve sermayedarların ilgisini de çekmiş. “Çekmese şaşardım. Hemen cawslayın!” Milyon dolarlardan bahsediliyormuş. Belediyeler yabancı ortaklı Türk firmalarla anlaşıp, geri dönüşüm sektörünü sadece büyük firmaların para kazanacağı bir alan haline getiriyorlarmış. “Aksi durum söz konusu olsaydı, güzel beyaz ve uzun bıyıklarımı şakkk, diye kökünden keserdim.” Firmalar var olan çöp toplayıcıları ile kölelik anlaşmaları yapmaya çalışırlarken, konuya uyanıp, duruma manzara koyan, çöp toplayıcılarının arabalarına el konulup, depoları çatır çatır yakılıyormuş. Sistem size tanıdık gelmiştir sanırım. Durun daha bitmedi, depoları belediye tarafından yakıldıktan bir sonra büyük firmadan biri gelip kendileri için çalışırlarsa “rahat!” edeceklerini açıklıyorlarmış!!! Ne güzel bi kapitalizm hikâyesi değil mi? Pardon “masalı” desem, sanırım cuk oturcak…

Ankara Geri Kazanım Derneği ise çöpün adil bi biçimde yeniden düzenlenmesini talep ediyor. Belediye ve firmaların, her insan bir günde 250 kilo çöp toplayabilecekken günlük 4 ton üzerinden anlaşma yapmaya çalışması, doğal olarak bu gerçekleşmeyince düşük maaşla, sigortasız çalıştırılmak istenmeleri, yasasız, sistemsiz anlaşmalar yapmaya zorlanıyorlarmış

Ne kadar adilane!

Hey insanlar, -havvakızı, ademoğlu- önce titre, sonra silkin ve kendine gel. İnsanlık yok oluyor… Mahvolan doğal ortam da işin katmerli bonusu deyip, noktayı koyuyorum, NOKTA

Hadi çav bella. Çok konuştum. Çok uykum geldi.

Not: Yazım biliyorum çok ciddi oldu. Yine yaşlı dünyamız hakkında yazmaya devam edeceğim. Sorunlar, sorunlar, ahhh duyarlı bi Anadolu sarmanıyım, hayatın bilgesiyim… tekrar çav, bi de mırnavvv…

Kaynak: Radikal

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..