Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ocak '13

 
Kategori
Tarih
 

Sarıkamış, bir bozgunun iç yüzü

Sarıkamış, bir bozgunun iç yüzü
 

Prof.Bingür Sönmez’in 2005’in Aralık ayında başlattığı, Sarıkamış anma törenleri, bu yıl da şehitlerin yâd edilmesiyle devam etti.

1915’ten beri sansürlenen, unutturulmaya çalışılan, tarih kitaplarında birkaç cümleyle geçiştirilen bu facianın anılması elbette gereklidir. Ancak asıl gereken şey, bu facianın sonucu kadar, içyüzünün de bilinmesidir.

Osmanlı İmparatorluğunu, Almanya’nın yanında savaşa sokan İttihat ve Terakki Cemiyetinin bir numaralı ismi ve o günlerde devletin en güçlü adamı olan Enver Paşa, Doğu Avrupa’da Ruslarla savaşan Almanya’ya yaranmak amacıyla Anadolu’nun doğusunda bir cephe açmak amacıyla 1914 yılının Aralık ayında bir harekâta girişir.

Hatırlamakta fayda var, o yıllarda Osmanlı ordusunun genelkurmay başkanı bir Alman generalidir. Üstelik sanılanın tersine, Rus ordusu Kars ve Sarıkamış’ı o günlerde işgal etmemişti. Kars ve Ardahan, tam 37 sene önce yani ‘93 Harbi’ diye bilinen 1876-1877 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rusların eline geçmişti. Tıpkı o sırada hiçbir zaman Osmanlı toprağı olmamış Galiçya cephesine, tamamı şehit düşecek olan 12 bin Osmanlı askerinin gönderilmesi gibi bu harekâtın da (Almanya’ya yaranmak dışında), 1914-15 kışında yapılmasını gerektiren hiçbir neden yoktur.

Enver Paşa, diğer komutanların;

 “Artık kış bastırdı, üstelik ordu hazırlıksız!”  şeklindeki uyarılarına dinlemez. 1914 yılının Aralık ayında Erzurum’a gider. 3. Ordunun başında bulunan Hasan İzzet Paşanın, haklı olarak; 

Ben bu savaşın mesuliyetini üstüme alamam paşam!” demesi üzerine,  sorumluluğu üzerine alır.

10. Kolordu’nun başına kendisi gibi sarayın damadı olan Albay Hafız Hakkı Bey’i getiren Enver Paşa 22 Aralık 1914 günü harekâtı başlatır.

Paşa’nın savaş plânına göre, ordu Allahuekber Dağları’nı yürüyerek (!) aşacak ve Sarıkamış ve Ardahandaki 100 bin kişilik Rus ordusunu kuşatacaktır.

Ancak, daha başından itibaren yanlış zaman ve yanlış arazide yapılacağı kör parmağım kör gözüne misali belli olan ve asıl amacı Rus ordusunu Kafkas cephesinde oyalamak olan bu harekât, kışlık giyeceği bile olmayan askerin göz göre göre karlarla kaplı Allahuekber Dağları’na tırmandırılmasıyla dünya harp tarihinin en meşum felâketine dönüşür.

Ruslara tek kurşun dahi atmamış olan 90 binden fazla asker dağlarda soğuktan donarak şehit olur.

Daha 12 gün önce askeri Allahuekber Dağları’na süren Hakkı Paşa 4 Ocak’ta geri çekilme emri verir.

Herşeyin bittiğini anlayan Enver Paşa, üstüne üstlük bir de Albay H. Hakkı Bey’i paşalığa terfi ederek İstanbul’a geri döner. Ve ilk işi basına sansür uygulamak olur. Basında yıllarca, hatta çok tuhaftır, cumhuriyet kurulduktan sonra bile Sarıkamış bozgunuyla ilgili olarak tek satır haber çıkmaz.

Osmanlı savaşta yenilince ülkeyi savaşa sokan ve eskiden beri Mustafa Kemal’in en büyük rakibi ve düşmanı olan Enver Paşa, diğer İttihat ve Terakki üyeleri ile bir Alman torpidosuna binerek Berlin'e kaçar. İstanbul’da toplanan Divan-ı Harp, Enver Paşanın rütbelerini geri alır ve gıyabında ölüm cezasına çarptırır.

Savaşın canlı tanığı olan Emekli Kurmay Yarbay Köprülülü Şerif İlden’in, bozgunun içyüzünü bütün çıplaklığı ile anlattığı “Sarıkamış- Kuşatma Manevrası ve Meydan Savaşı“ adlı kitabından*  olayın korkunçluğunu gösteren birkaç cümle alalım:

“Sarıkamış harekâtında; iki derbederin, bütün orduyu kendi ceplerindeki kumar parası gibi „At! Kır! Ver!“ emirleriyle ne fennin, ne aklın kabul edebileceği bir biçimde mahv-ü perişan ettiklerini gözümün önüne getirdiğim zaman, aklımı bozacağımı zannediyordum.“

"Her türlü hesap ve istihbarat gösteriyordu ki, mevcut 3. Ordu ile Kafkasyanın işgaline kalkışılamazdı. 3. Ordunun 6 aylık iaşesi için yaklaşık 88 bin ton buğday, çavdar ve arpaya ihtiyaç varken ordunun ambarlarında yalnız 1.250 ton yiyecek ve tahıl vardı." 

“3. Ordu, durduğu yerde beslenemiyor, ayağında çizmesi yok, sırtındaki paltosu çuval bezi gibi bir şey. Aç karın, çıplak sırt, yalın ayak Kafkasya istilasına çıkılır mı?“

“ (Avrupa cephesinde) O günlerde Almanya ve Avusturya ile savaşırken, bir Anadolu seferine girişmeye Rusya için hiçbir siyasal gereksinim yoktu. /…./ Sınır üzerinde herhangi ufak tefek çatışmadan başka bir olay olmadı. Bu çatışmalara da, çoğunlukla Teşkilat-ı Mahsusa´nın söz anlamayan belgeli çete üyeleri neden oluyordu.“

“Sarıkamış harekâtının stratejik anlamı, Enver Paşa´nın kişiliğinde sembolleşen Turan hayalleridir. Burada söz konusu olan reel bir askeri ve/veya politika değil, İstanbul´da kurgulanmış, gerçekle bağdaşmayan, reel koşulları hiç dikkate almayan hayali bir Turan kurgusuna binlerce insanın kurban verilmesidir.”

 “İşte efendiler, benim görüp anlayabildiğim kadar, Enver´in ruhu ve kimliği!.. Bu adamda devlet ve millet için yahut bazı saf yüreklilerin inandığı gibi İslam âlemi hayrına bir hizmet ve amaç tasarlamak saf yüreklilikten daha aşağı bir şeydir. Gelecek kuşaklara ibret olsun ki, biz tüm millet, yanlış yaratılmış bir adamın arkasında kurtuluş aradığımız için feleğin dediği güne düştük.”

 Rus Kurmay Başkanı Pietroroviç, Moskova askeri müzesinde sergilenen anılarında şöyle demektedir:

“Allahuekber Dağları’ndaki Türk müfrezesini esir alamadım. Bizden çok evvel Allah’a teslim olmuşlardı. (24.12.1914 Perşembe)

Ve aradan 76 yıl geçer. 1996 yılındayız.

Cumhurbaşkanı Demirel tarafından Duşanbe’den getirilen Enver Paşanın cenazesi 5 Ağustos günü aralarında, bakanlar; Abdullah. Gül, Turhan Tayan, Yıldırım Aktuna ve milletvekilleri; İlhan Kesici, Ünal Erkan ve Murat Karayalçın’da bulunduğu heyet tarafından devlet töreniyle Abide-i Hürriyet tepesindeki mezarlığa defnedilir.

Günümüzde ağzından Atatürk’ün adını düşürmeyenleri bilmem, ama ben o günden beri Mustafa Kemal bu gün sağ olsaydı en büyük siyasi rakibi ve baş düşmanı olan birinin cenazesinin Türkiye’ye getirilmesine acaba ne derdi diye merak edip dururum.  Ve düşünmeden edemem, en çok kimin ruhu muazzep olmuştur acaba? Atatürk’ün mü, yoksa bir mezar taşı dahi olmayan Sarıkamış şehitlerinin mi?

 

Sarıkamış- Kuşatma Manevrası ve Meydan Savaşı. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 5. Baskı, Ocak 2006

 

 
Toplam blog
: 36
: 7030
Kayıt tarihi
: 12.12.07
 
 

Elazığ'ın, şimdiki adı Alacakaya olan, ama eskiden küçük bir madenci kasabasında; Güleman'da doğd..