Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mart '13

 
Kategori
Güncel
 

Koca yürekli bir Ozan'dı Aşık Veysel.

Koca yürekli bir Ozan'dı Aşık Veysel.
 

Bundan tam 40 yıl önce bugün, 21 Mart 1973’te, Anadolu’nun koca çınarlarından biri, o çok sevdiği sadık yârine kavuşmuştu. O’nu en güzel, bir yazısında Sunay Akın anlatmıştı. Hiç unutmam. Okuduğumda bugün gibi içim sızlamıştı.

Bozkır’da bir köy... Gece. Yatma vakti…

Ama Esma kadın uyumuyor. O kocasının uyumasını bekliyor. Bahçede, ağaçların altında bekleyen adam da Esma kadını…

Kadın kocasının uyuduğundan emin olunca usulca yataktan çıkıp giyiniyor. Sonra sessiz sedasız bahçede bekleyen adama gidiyor. Hızlı adımlarla köyden uzaklaşıyorlar. Neden sonra yorulup da dinlenmek için durduklarında, kadın yola çıktığından beri ayağına batan şeyi merak edip ayakkabısını çıkarıyor. Bir tomar para!
 
Esma kadının kocası her şeyin farkında... Karısının o adama kaçacağını biliyor.

‘Bunca yıl yemeğimi yapıp yedirdi, çamaşırlarımı yıkadı, bana çok emeği geçti. Yaban ellerde, kime kimseye muhtaç olmasın, dosta düşmana el açmasın’ diye elinde avcunda ne varsa karısının ayakkabısının içine koyan bu dev yürekli adam, gözleri görmeyen bir köylüdür.

O köylünün öldüğü gün Ankara radyosunda; Yaşar Özürküt’ün, Yüksek İhtisas Hastanesinde yattığında onunla yaptığı bir söyleşi yayınlanır.

Kanser teşhisiyle yatan hasta, herkesin Âşık Veysel diye tanıdığı Veysel Şatıroğlu’dur. Özürküt sorar, Veysel anlatır. Bu söyleşiden 4 ay sonra hayata veda eden Âşık Veysel’in o gün kayıt cihazına anlattıkları ile aşağıda bulacağınız Sabahattin Eyuboğlu’nun aktardığı sözleri; gözleri görmeyen ozanın iç dünyasının inanılmaz güzelliğini ve dünya görüşünün o eşi bulunmaz zenginliğini gösterdiği gibi, adeta herkesin öğrenmesi gereken bir hayat dersi gibidir.

Önce, o söyleşiden birkaç cümle.

/…/
Y.Ö. : Ben konuşmalarımda; “sayfalar dolusu yazıyla anlatamadığımı,  Âşık Veysel, ‘Benim sadık yârim kara topraktır’ diye, bir mısrada anlatmıştır derim. /…./ Sizin kuşaktan, sizin yanınızda, sizin çağdaşınız olarak beğendiğiniz halk şairler kimlerdir?

A.V. :Valla, kimseye iyi veya kötü diyemem. Sebebine gelince, bir bahçede elli çeşit meyve ağacı olur, o ağaçlar birbirinin meyvesini bilmez. Kokusundan da tatmaz. Onu insanlar yer. Şu ekşiymiş, şu tatlıymış, şu daha mayhoşmuş… o kıymeti onlar verir. Biz şimdi ona benzer bir şeyiz ki; ben Ahmet iyidir, Memet kötüdür diyemem.
Demeye haddim yok! Onun için bu hususta özür diliyorum. /…/ Benim için hepsi iyidir. Her iyinin bir kötü, her kötünün bir iyi tarafı vardır.

Y.Ö. : Şiirlerinizde sürekli geniş bir dünya görüşüne doğru, halka yaklaşan bir aşama var. Bunun gerekçelerini söyler misiniz?

A.V. : /…/ Şu var ki; söylenen sözde bir öz olması lazım. Özü olmayan söz hiçbir şeye benzemez. Yaşamaz. Onun için, öz var umut ediyorum benim söylediğim sözlerde.


Y.Ö. : Yani halk kendinden, yaşantısından bir parça buluyor.

A.V. : Evet, evet… Mesela ben, bu şey olmaz ama, icap etti, söyleyim.
Şeyde, İstanbul’da, geldiler;  “Gözlerini açalım” dediler. İstemem dedim. “Yahu nasıl olur da istemezsin. Bu fırsatı insan kaçırır mı?” dediler. İstemem dedim tekrar. “Sebebi?” dediler. Sebebiyse… ben şimdiye kadar kafamda bir yuva kurmuşum. Gözüm açılırsa o yuva dağılır. Tekrar kurmaya imkân olmaz. Bu yuvayı dağıtmak istemiyorum. Adamlar gittiler. Onun üzerine şunu yazmıştım. Siz diyorsunuz ya; geniş anlamlar var, şunlar bunlar…

Bir küçük dünyam var içimde benim,
Mihnetim, zulmetim bana kâfidir.
Görenler dar görür, geniştir bana,
Sohbetim, ülfetim bana kâfidir.

Benim âlemim, herkesin âlemine karşı değil. Çünkü dünyadan bihaberim. Dünyayı gezdim, ne gördüm? Hiçbir şey görmedim. Yalnız dünya beni gördü. /…/ Benim dünyaya gelişim gidişim bu şekilde.

Y.Ö. : Ama öyle bir dünya görüşü var ki sizde, herkesin göremediğini görüyorsunuz.
/…/
Y.Ö. : Düşünün ki, yüz sene sonra radyoda bu bant yayına girecek. Bu anlamda bir ses verir misiniz bana?

A.V. : “Varlığım yokluğum bir Veysel adım./ Kalacaktır gök kubbede söz kadim./
…..


Sağlığında, zaman zaman köyüne kadar gidip Veysel’le söyleşen Sabahattin Eyuboğlu anlatıyor şimdi,  Veysel’in ağzından, onun şivesiyle, onun söylediği gibi…

“Çil horozunan ak tazı, dimişler, ‘Gidek, yâd elde bi köy şeneldek…’

Bir dağın koyağında eğlenmişler.

Horoz çıkmış bi ağacın doruğuna, edirafı kişiflemeye. 

Tazı yatmış gıllı bi dikenin dibine.

Tülkü dimiş ufuktan, ‘Sen ne aran bu yanda?’ Gelin, birlik gurak sizin köyü… Bizim köyün muftarı şu kafılın dibinde.

Tazı kapmuş, koparmış tülkünün kuyruğunuu!..

Tülkü dimiş, ‘Her gelenin kuyruğunu kopardırsanız, ….mi şeneldirsiniz siz bu köyü!”

 Bir masal değil anlattığı, sanki bize, biz gözleri görenlere öğüt veriyor değil mi?

Bu dünyada belki ışığın olmadı, çiçek yaktı gözlerini… Ama sadık yârinin koynunda hep ışıklar içinde ol koca Veysel. 

 
Toplam blog
: 36
: 7030
Kayıt tarihi
: 12.12.07
 
 

Elazığ'ın, şimdiki adı Alacakaya olan, ama eskiden küçük bir madenci kasabasında; Güleman'da doğd..