Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Temmuz '14

 
Kategori
Deneme
 

Satıcının Atı

Satıcının Atı
 

At arabası


Gelip geçen arabaların, ya da kıyıya yakın geçen teknelerin gürültüsü sessizliği bozmuyorsa önce uzaktan satıcının sigara ve ucuz şarap içmekten çatallaşmış akortsuz sesi yankılanır genelde:

- Kesmece bunlar! Kavun, karpuz, tane beş lira...

Sonra gene asfalt üzerinde arabanın demir tekerleklerinin ritmik gürültüsü arasında belli ki alışkın, zamanında terbiye görmüş atın düzgün aralıklı, ama hep aynı aralıklı nal sesleri. Sahibi o gün hasta değilse, akşamdan şarabı fazla kaçırmamışsa, hemen her gün evin önünden sabah ve akşam aynı saatlerde artık bana bildik gelen görüntüleri sergileyerek geçer oluyorlar. İlk önce, arkasında çektiği arabanın önünde ve yanında yularından tutarak yalınayak yürüyen satıcısına hiç bağdaşmayan görüntüsüyle yaşlanmış olmasına karşın heybetiyle dikkatimi çeken at oldu. Daha sonraki geçişlerinde onları dikkatle izler ve bekli de gariptir, sanki özellikle atı bekler oldum. Kimi zaman daha yakından görebilmek için ihtiyaç olmasa da işi onları durdurup kavun, karpuz almaya kadar vardırdım.

O, arkasında kavun karpuz yüklü arabayı buruk bir kederle sessiz çeken, ama oraya hiç yakışmadığını belli eden, yaşamın eteklerine arsız bir çocuk şımarıklığı ile asılmamanın boş vermişliğinde ki duruşuyla artık onun için sıradan olan sonlarına gelinmiş bir acımasız hayatın çekilmezliğine isyan etmeden, kör olası boğaz tokluğuna alışmadığı, alışamadığı bir iş kim bilir ne zamandır yapagelmektedir. Sağrısındaki acımasız sopa izlerine yaz sıcağında arsızca konup havalanan sineklere de aldırmadan, akşamları yoksul bir kenar mahalle evinin ahırında önüne konacak bir kova su ve samanı, satışlar iyiyse bir torba yulafı önemsemeden arkasına takılı arabayı bir kader, bir küfür gibi peşi sıra çekmektedir.

Belli ki, zamanında hipodromlardaki kalabalıkları yelelerini uçuşturan rüzgar gibi koşusuyla  “ayrıl da gel” çığlıkları ile yerlerinden havalandırmış, görmüş geçirmiş, şimdi yaşlılıktan belki de zamansız bir sakatlıktan alışageldiği yaşamından kopmuş, uzaklara savrulmuş bir yarış atı o... Yaşamını devam ettirebilme acımasızlığının çekmeye mahkum ettiği karpuz arabasının önüne hiç yakışmıyor, fazla geliyor. Ve belli ki, şimdiki sahibi ile arasındaki ilişkinin önüne konan bir kova su ve ayakta tutacak kadar yeme, sevgiden uzak bir kuruluğa indirgenmiş olması da ona ağır geliyor.

Atlarda hemen ender görülen çok açık kahverengi, neredeyse deve tüyü olan renginin artık bakım görmüyor oluşuna karşın hala göz alıcı harelenmeler yansıttığı, alnına ve boynunun iki yanına aldırmaz bir boş vermişlikle dağılan neredeyse açık saman rengi yeleleri, ince uzun bacakları üzerinde doyumsuz bir armoniyle uzanan yay gibi sağrısıyla hala övünmesiz duruyor, durmasını biliyor. Ya gözleri; bir at  bu kadar güzel gözlü olabilir mi? İri, siyah upuzun kirpiklerinin gölgeleyemediği derin bir hüznü yansıtan, görmüş geçirmişliğine öykünmeyen durgun, nemli, dalgın gözleri… Elinden alınmış kulaklarında geçmiş görkemli günlerin uğultuları arasında, artık bir daha hiç geri gelmeyecek olan özgürlüğüne, mutluluğuna yakınmaksızın dalmış gitmiş gibidirler…

Kim bilir, belki hala akşamları rüyalarını engin kırlarda dörtnala koşuşları, yelesini rüzgarlarla dalgalandıran şahlanışları, belki de doru bir kısrak süslüyordur. Zamanında göze aldıkları ile sevilen, doru kısrağı sevebilme yürekliliğini gösteren, belki de gerekli köprüleri kuramamış olmanın kırılganlığını bir yoksul kenar mahalle ahırında kahredercesine yaşayan, bir tek yaşayabilmek adına indirgenen ihtiyaçları için özgürlüğü elinden alındığı için kahrolan bir at o… Aslında bu ilk yenilgisi de sayılmaz. Bunca yıldır girdiği öz savaşımından yaralanarak çıktığı olmuştu, ama hep başı dik olarak. Tökezlemiş ama düşmemişti, düştüğü ilk kez oluyordu. Ayağa kalkmıştı kalkmasına ama, onuru kırıktı.

Belki fazla uzak olmayan bir gün, bir sabah sahibi onu koşum için geldiğinde, o güzelim siyah buğulu gözleri kapalı boylu boyunca uzanmış hareketsiz olarak bulacaktır. Kuşkusuz artık bulutların üzerinde dalgalanan sarışın yeleleri, açılmış nemli burun delikleri, yay gibi gerilmiş sağrısıyla kulaklarında mutlu günlerin uğultusu, özgürlüğe dörtnala gidiyor olacaktır. Kim bilir belki de arkasından tek ağlayan yoldaşını kaybetmiş, hoyrat görünümlü şarapçı sahibi olacaktır.

O atı çok sevdim. Kim bilir belki de birisine benzettim…

Akın YAZICI

 7 Ağustos 2014

Erdek

  

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..