Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mart '09

 
Kategori
Öykü
 

Savaş bitti mi? Zeynep-2

Savaş bitti mi? Zeynep-2
 

I.Dünya Savaşı'nın en belirgin özelliği: Siperler


“Şiiri kardeşim gönderdi. İzmir basını, İstanbul basınından daha ayrıntılı bilgi veriyor. Kardeşim Ahenk, Anadolu, Köylü, Duygu gazeteleri ile Muallim Dergisinden savaşla ilgili haberleri topluyor. Bu yayınlar halkın savaşa sahiplenmesini sağladı. Yardımlar arttı. İstanbul’da ortalık sakin... Sanki tehlike yokmuş gibi... Basın cepheye az yer veriyor. İzmir’de ise sütunlar ayrıldı. Yabancı Basın, Genel Karargâh bildirileri, Haber Ajanslarının yayınları...”

İhsan küskün bir edayla dudak büker.

“Sakin olur mu hiç?.. Belli etmiyorlar, Enver Paşa’nın sansürü yüzünden. Sarayın içi kaynıyor. Teyzemin kocasının anlattığına göre, ilkbaharda başkenti Eskişehir’e taşımak üzerelermiş...”

O ana kadar sessiz duran Aziz Çavuş, alnına şaplağı indirir.

“Vay korkaklar!..”

İhsan bilgiç tavrını keyifle sürdürür.

“Ne zaman başarı haberleri geldi, o zaman zafere hemen konuldu. Padişah Efendimize, ‘Gazi Fatih’ unvanları verildi. Her yere bayraklar asıldı.”

Avni, arkadaşının zeytinyağı gibi üste çıkmasına bozularak, araya girer.

“Daha önce de, Enver Paşa Ayasofya’da bir kutlama töreni yaptı. Düşmanın yenilgiye kesinlikle uğratıldığını, boğazı geçemeyeceklerini söyledi. Bir zırhlıdan atılan patlamamış mermiyi, saraydaki Bizans sütununun üzerine yerleştirdi.”

İhsan sözünün kesilmesine kızmış gibi anlatmaya başlar:

“Enver Paşa’nın Liman Paşa’ya kızdığı, hatta O’nunla tartıştığı için cepheye gideceği söylentisi yayıldı.

Teğmen, “Allah korusun” der gibi gözlerini yukarı çevirir.

Aziz Çavuş, bir kaşını kaldırarak, dünkü çaylakları hizaya sokmak için, kendince zor bir soruyla yine araya girer.

“Peki, halkın genel durumu, tepkisi nasıl?”

İhsan, fırsat bu fırsat diye düşünerek anlatmaya başlar.

“Donanma saldırısını umursamayan İstanbullular, Gelibolu’ya çıkarma yapılınca heyecanlandılar. Ne de olsa düşman, dünyayı titreten İngiliz’di. Rusların Karadeniz’den İstanbul Boğazını bombardıman etmeleri bile çok az telaş yarattı. Mayıs’a kadar millet dokuz doğurdu. Ondan sonra savaşı kanıksadı.”

Çavuşun tepkisini ölçmek için duraksayan İhsan, dudak büküşünü görünce hemen konuşmasını sürdürür.

“Millet duruma alıştı, ama sıkıntılar da başladı. Gaz ve kömür karaborsaya düştü. Piyasalar durgunlaştı. Tabii bunda en çok fakir fukara etkilendi. Yine de herkes tevekkül içinde. Çünkü elinden, ağzından kesilenlerin askere aktarıldığını biliyor.”

Avni, İhsan’ın anlattıklarını yeterli bularak araya girer:

“Başkent geldiğimiz sırada savaşta değilmiş gibi bir görünümdeydi. Geceleri ışıklar yanıyor. Doğu Ekspresi yine gezgin taşıyor. Lokantalar tıklım tıklım. Pera Palas Oteli açık. Her şey normal...”

Ellerini açarak daha ne anlatalım der gibi bakar. Sonra önemli bir şey hatırlamış gibi atılır.

“Robert Kolejdeki Bulgar öğrencilerin çağrılması, ortalığı telaşlandırdı. Bulgaristan’ın kimin safında savaşa katılacağı bilinmiyordu. İttihat ve Terakki Partisi bu durumdan hemen yararlandı. İstenilen mallara el konuldu, daha çok asker toplandı, millet üzerinde sıkı bir kontrol kuruldu.”

İhsan, son sözü söylemek için, dramatik bir edayla:

“Başkent halkının ruh halindeki gariplik dikkatimi çekti. Sanki bir şeyden korkuluyordu. Evet savaşa rağmen yaşam normal seyrini izliyordu. Ama halk, ortada elle tutulacak bir şey olmadığı halde gizli bir şeyden korkuyordu...”

Avni alaylı bir sesle:

“Denizaltılardan korkmasınlar?!..”

İhsan olumsuz anlamda başını sallar.

“Hayır... Gerçi bir hayalet gibi Boğaz’da ve Marmara’da günlerce dolaşan İngiliz E – 14, E – 11 denizaltıları gerginlik yarattı. Hatta Gelibolu’ya 6000 kişilik birlik götüren bir yolcu gemisini, bir hücum botumuzu, birkaç teknemizi batırmaları büyük tepki uyandırdı. Zaten Almanların U – 21 denizaltısı onların Azraili oldu. Ama benim fark ettiğim korkunun nedeni başka bir şeydi...”

İhsan bilinmeyen bir aleme dalmış gibi uzaklara bakar. Çadırın içini derin bir suskunluk kaplar. Hepsi kendi düşüncelerine dalmışken, Aziz Çavuş’un tok sesi, sessizliği yırtar.

“Evet çaylaklar... Şimdi” sözünü tamamlamadan, Teğmen sert bir şekilde araya girer.

“Onlara çaylak diyemezsin. Bu kelimeyi bir daha kullanmamanı emrediyorum! Onlar birer arslan!..”

“Tamam komutanım, ben de arslanlığa terfi ettiklerini söyleyecektim.”

Aziz Çavuş alttan alsa da Teğmen Ata’nın kızgınlığı geçmez. Çatık kaşlarla:

“Onları Efe ile tanıştır. Birkaç gün onlarla düşman esirlerini sorgulasın.”

Gençlere dönerek: “Sorgulamanın püf noktalarını iyi öğrenin, önemli gördüklerinizi bana getirin. Sakın başka bir şeye bulaşmayın. Bu ara ne kadar çok kişiyi sorgularsak, gidişatı o kadar erken öğreniriz. Yabancı diliniz İngilizce değil mi?”

İki genç bir ağızdan:

“Fransızca da biliyoruz.”

Teğmen ikisine de sevgiyle gülümseyerek, omuzlarına ellerini koyar.

“Siz bu cephenin yıldızı olacaksınız. Yalnız, Efe’nin yaptıklarını iyi kavrayın.”

Avni ile İhsan, gururla birbirlerine bakarak, selam verip dışarı çıkarlar. Aziz Çavuş bir şey söyleyecekmiş gibi duraklar, bir an düşünür, çekingen bir sesle sorar:

“Çaylak kelimesine neden kızıyorsunuz?”

Teğmen dik dik bakarak:

“Alayımıza gönüllü katılanları, eğitimlerine bakmadan kullanıyorsun bir... Morallerini bozuyorsun iki... Kime çaylak dediysen şehit düştü üç... Bir daha bu kelimeyi duymayayım...”

Çavuşun omuzları bir anda çöker, boynunu yana eğer, başını “olur” anlamında sallayıp, dışarı çıkar.

Dışarıda kendisini bekleyen gençlere bakmadan, hızlı adımlarla öne geçip, ikinci siperlere doğru yürümeye başlar. Gençler de ardısıra yürüyüp, konuşmasını beklerler. Sessizlik uzayınca birbirlerine “Ne oluyor?” gibilerinden bakışırlar. Mahmuz şıkırtısının temposu aralarındaki sessizliği bozar sadece. Avni sonunda dayanamayıp, içten bir sesle:

“Canınız neden sıkkın Çavuşum?”

Aziz Çavuş, omuz silkerek yürüyüşünü sürdürür. Avni yanına yaklaşarak, sevimli bir ifadeyle:

“Dün geceki konuşmamız yarım kaldı. Bize 57. Alayı anlatıyordunuz...”

Çavuş bir an sarsılır, sonra bıkkın bir sesle:

“Bugün konuşmak istemiyorum!..”

Avni, “Siz bilirsiniz” diyerek duraklar, İhsan’la yanyana yürümeye başlar. İhsan mimiklerle “aldırma” der. Çavuş temposunu hızlandırınca, onlar da hızlanır. İkinci siperlere yaklaşınca, çavuş yana dönüp düşman atış menzilinden uzaklaşır. Siperin başlangıç yerine ulaşınca seslenir:

“Onbaşı Efe!.. Kedi Efe!.. Neredesin?”

Yirmi metre ilerde, bir anda siperden biri fırlar, yerde dört ayak yürüyerek onlara yaklaşır, hızla yaylanarak karşılarına dikilir. Seri hareket ettiği halde çıt bile çıkarmayışı gençlerin dikkatinden kaçmaz. İri yarı, kumral olduğu halde güneşte esmerleşmiş efe, elâ gözlerini kısarak onları süzer. Saygılı duruşuna karşın başına buyruk bir ses duyulur.

“Buyur komutanım...”

Aziz Çavuş ona dik dik bakarak,

“Teğmenimin emri...” Bir an duraksar, nasıl hitap edeceğini düşünür. Gençleri göstererek:

“Bu Avni, bu da İhsan. Onları sorgu konusunda eğiteceksin. Hazır olduklarında haber vereceksin.” Efe işi elinden alınmış gibi huylanarak sorar.

“Ne o, bu yoğunluk neden?”

Çavuş, soru sorulmasından rahatsız olur. Dik bir sesle:

“Düşman bir halt karıştırabilir. Ne kadar çok bilgi alırsak, o kadar iyi olur.”

Efe utanmış gibi gençlere gülümseyerek, el uzatır.

“Safa geldiniz kızanlar...”

Aziz Çavuş atılarak:

“Onlar kızanın değil, ikisi de Tıbbiyeli... Gönüllü geldiler iki lisan biliyorlar. Onlara çok dikkat et... Seslenirken de ‘Aslan’ diyeceksin!”

Efe gözlerini devirerek:

“Öyle miii? Peki bilgiye bu kadar ihtiyaç varsa, kimleri devşireceğiz? Astları mı, yıldızları mı? Dostça mı, düşmanca mı? Hıı?”

Çavuş “Le havle” çekerek:

“Yıldızları devşirmeye çalış.” Gençleri göstererek:

“Onları devşirmeye katma, sadece sorgu için eğit!”

Kızgın adımlarla geri dönen Çavuşun ardından, Efe hınzırcasına bakar, sonra gençlere döner.

“Bugün tersliği yine üstünde... Ne zaman neşeli oldu ki? Nerelisiniz?”
./..

 
Toplam blog
: 214
: 5488
Kayıt tarihi
: 03.08.08
 
 

Emekli eğitimci, araştırmacı yazar, şairim. Ülkemin cennet ile cehennemi bir arada yaşadığı bir zama..