Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Temmuz '07

 
Kategori
Siyaset
 

Seçim'07: Şehir efsaneleri

Seçim'07: Şehir efsaneleri
 

2002 seçiminin üzerinden iki yıl geçmiş ve bu süre içinde uyumlu bir ilişki yürüten muhalefet partisinin ve tüm muhalif güçlerin söylemlerinde farklılıklar su yüzüne çıkmaya başlamıştı.

Öncelikle AKP’nin aslen kendisine ait olmayan (Kemal Derviş’e aitti) ekonomik politikaya sıkı sıkıya bağlı kalıpta, enflasyonun düşmesi ve dövizin inişe geçmesi başta olmak üzere, kısmi de olsa bir refah ortamının oluşmaya başlaması, CHP ve bir sonraki seçimde parlamento hesabı yapan partilerde huzursuzluk yaratmıştı. (Dün Livaneli’nin söylediği üzere Baykal, Erdoğan’ın iki ay bile dayanamayacağı hesabı üzerinden hareket etmişti.)

Toplumun çok büyük bir kesimi hayatlarında ilk defa tek rakamlı enflasyonla yaşamaya başlamışlardı. Faizlerin inişe geçmesi ise, özellikle vadeli satışlardaki fiyatlarda düşüşlere yol açmıştı. (Örneğin ben 2001 yılında evlenirken 1, 900 Ytl’ye aldığım buzdolabı ve tv’yi, iki sene sonra -bir üst model ve kapasite olmak şartı ile- 1, 250 Ytl’ye alabilecektim)

Evet, tarım ürünlerinin fiyatı düşüyor ve çiftçi bundan zarar görüyordu ama daha önceki hayatlarında olduğu gibi, şehre gittiklerinde aldıkları ürünlere zam üstüne zam yapılmaz olmuştu. Bu arada ürün fiyatlarının düşmesi, bunların alıcısı olan geniş kesimlerin de faydasına işliyordu.

Vatandaşın ekonomiyi değerlendirme şekli mikro ekonomiye, yani cebine göreydi. Ancak muhalefet vatandaşa öyle bir söylemle karşı karşıya çıkıyordu ki, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beridir böylesine bir ekonomik kriz görülmemişti, vatandaş perişan durumdaydı. İnsanların 2001 krizinde yaşadıklarını ve bunu kendisine yaşatanları unuttuğu varsayımı üzerine kurulan bir söylem vardı.

Oysa Türkiye ihracata dayalı gelişen bir ülkeydi ve dış ticarette önemli artışlar vardı. Elbette dış ticarette bir dengesizlik söz konusuydu. Giren mal çıkandan çoktu. Ancak giren mal, ya üretim aracı ve hammaddesi ya da ucuz Çin ürünleri idi. Yani ihracatı destekleyen girdi ile piyasada fiyatların düşmesine yol açan girdilerdi. Vatandaş dış ticarette giren ve çıkanı ayırt edemese de, piyasada fiyatların düşüklüğünü ve dışarıya yapılan ticaretin hacminin yüksekliğini cebinde hissediyordu.

Muhalefet ise Türkiye’yi en çok mal sattığı AB’den koparmayı vaat ediyor, huzuru ve barışı değil kargaşayı ve savaşı öneriyordu.

1990’lı yılları hatırlayan ve PKK’nın ordumuzun karşısında neredeyse cephe savaşı verecek güce eriştiği dönemleri anımsayan halka, artık kendileri ortalıkta görünemeyen, yalnızca uzak kumandalı patlayıcılar ve canlı bombalarla etkinlik sağlamaya çalışan PKK terörünün, Türkiye Cumhuriyetinin en büyük güvenlik zaafı yaşadığı dönem olarak lanse edilmesi ise çok inandırıcı gelmedi.

Ayrıca AB uyum yasaları sonucunda birçok kültürel hakka sahip olan Kürtlerin, bu hakları kullanmasının vatana ve millete bir zarar getirmediği ve tehdit oluşturmadı da açığa çıkmıştı. İsteyen Kürtçe şarkı söylüyor isteyen gazete çıkarıyordu, hatta TRT bile Kürtçe yayın yapar hale gelmişti ve tüm bunlar bir huzursuzluk kaynağı olmuyordu.

Elbette ABD’nin Irak’ı işgali ve Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt devletinin, Türkiye’nin çıkarlarını ne şekilde etkileyeceği bir kuşku ve korku doğurmuyor değildi. (bu arada kuşku ve korkunun sebebi Kürtlerin bir devlet kurabilecek olmaları değil de, Türkiye’deki Kürtlerin de bu oluşuma dâhil olmayı isteme olasılıkları idi. Oysa muhalefetin söylemi, ülkedeki Kürtleri bu ülkeye daha fazla bağlayacak bir içerik değil, yalnızca dünya üzerinde asla bir Kürt devletinin kurulmamayacağı iddiası taşımaktaydı). Ayrıca devlet yönetimine talip olanlar, koca bir Türkiye Cumhuriyetini aşiret liderleri ile aynı düzeye düşürmeyi vaat eden söylemler ve politika tarzları sergiliyorlardı. Diğer yandan da, AKP yönetimini hiçte hak etmedikleri şekilde hain, işbirlikçi, “Barzani’nin ağzı ile konuşan” kişiler olarak tanımlamaları, halkın niyetin üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğunu anlamasına neden oldu.

Ayrıca bir bez parçasının, ülkenin temel niteliklerini yıkabileceği yönündeki söylemler ise halkla muhalefet arasındaki pergel ayağını tamamen açmıştı. Başı türbanlı anne oğlunun yemin törenini seyredemezken, türbanlı kız üniversitede eğitim alamazken, üstüne üstlük birde, eşi türbanlı diyerek Abdullah Gül’ün ayak oyunları ile engellenmeye çalışılması, AKP tabanı ile hiçbir bağı olmayan insanların bile karşı tarafa yönelmesine yol açtı.

Politikanın bağını gerçeklerle koparmak, aslında kendinizin gerçeklere gözünüzü kapamanıza yol açar. Kendi yazdığınız bir romanın senaryosunu, gerçek hayatın kendisi ile karıştıran yazarlara dönersiniz. Dün Tarhan Erdem’inde bahsettiği üzere Türkiye’de “ulusalcı” adı verilen çevreler, iktidarı devirmek için kendi yarattıkları şehir efsanelerine kendileri de inanır hale geldiler.

Ha bu arada, şu Giresun ve Ordu’daki efsanevi fındık mitingine gelince, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi'ne (VKGBH) yönelik 'Girdap Operasyonu'nda tutuklanan çete zanlılarının itiraflarını ve tespit edilen telefon görüşmelerini okumanız, mitingin ne şekilde organize edildiğini anlamanıza yardımcı olabilir.

Böylece “yahu bu kadar sıkıntı varken halk hala nasıl AKP’ye oy veriyor, mantıkla açıklanabilir bir tarafı yok” demekten de, olayda bir mantık aramak zahmetinden de kurtulursunuz.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..