- Kategori
- Edebiyat
Seda
ve gitti...
Eğer sonrasında gideceğiniz bir yeriniz varsa, sizi ürküten vedaların dahi tatlı bir yanı mutlaka vardır. Hele benim gibi içine yolculuk heveslisi biriyseniz, gideceğiniz bir yer her zaman hazırdır. O metrekaresi az, kendisi haylaz içiniz; akıl almaz bir sonsuzluk duygusuyla alır sizi bağrına. Başınızın en büyük belası olup, bu denli güvenilebilen başka bir liman var mıdır bilemem ama bu yapılan yolculukların küçümsenemeyeceğini her defasında daha iyi anlıyorum galiba.
Hüznün ve yalnızlığın havanın serinliğini sertleştirdiği sabahlardan biriydi. Eski kuş barınağı olan sahildeki yeni yapılan yürüyüş yolunda, biraz üşüyerek biraz da ne yapacağını bilemeyerek saatlerce yürümüşüm. Ses tonundan benim yaşlarda olduğunu sandığım bir bayan arkamdan bana seslendi.
O an için hissettiklerimi söyledim; şiir olsun istememiştim…
O yüreğim bandıralı bir korsan gemisi gibi yüzdü İki kıvrak martı uçuşu eksikti, o da oldu Yüzdü, derimi yüzdü de gitti…
Bu cümlenin basit espri anlayışına mı yoksa vakitsizliğine mi kızmalıyım diye düşünürken, arkamı döndüğüm de kocaman iki göz gördüm sadece. İki büyük mavi göz, bu kare halen de hayalimden gitmeden ilk günkü tazeliğiyle duruyor gözlerimin önünde. Belki de beni kahreden o kısacık beraberliğin bu denli acıtıcı olabilmesiydi. Gözlerin büyüsüyle kızgınlıktan eser kalmayan bir gülümsemeyle, merhaba ben şair Serkan demişim. Öyle diyorum çünkü gerçekten hatırlamıyorum kurduğum cümleleri. Beni Datça’nın bakir koylarının maviliğindeymişim gibi yüzdüren bakışlarına öylesine dalmışım ki, kurduğu ilk cümleyi hiç hatırlamıyorum. Bir tek adının Seda olduğunu duymuşum.
Gülmek bir çözüm müydü bilmem ama aklıma başka bir zaman kazanma taktiği gelmiyordu. Güldüm, daha doğrusu gülümsedim, susmaya devam ettim.
Oldum olası mavi gözler beni etkisi altına almıştır dedim, saçmaydı bu giriş ama iyi oldu galiba. Konu konuyu açtı ve neden ölmek istediği konusuna getirdi bizi.
Sizin kadar tatlı, zeki, güzel ve dolu bir kadının-bunu derken biraz çekindiğimi itiraf ediyorum- içinin epey kalabalık olması gerektiği konusunda sizle hemfikirim. Bana da tuhaf geldi bu, ne oldu da göçüp gittiler sizce?
Kırık dökük bir iskelede üç sandal salınıyordu. Birini kiralayıp onu da çağırdım, gel ölmene yardım edeyim dedim. Hiç itiraz etmedi, sadece bir kere tuttuğum o ellerini bana uzattı. Ben sanki geçmiş bin yılımı tutuyormuşçasına önemli bir iş yaparmış havasıyla, aldım onu sandala. Kürekleri o çekmek istedi. Sen de bana bir şiirini oku dedi. Ben de okudum.
Ben seni tanımadan
Sana ağlayanınım
Belki gelirsin hissi boşaltıyor içimi
Titriyoruz koskoca ben
Ve küçük kalbim
Bekliyoruz...
Ben seni görmeden
Seni tanıyanınım
Belki seversin diye kokulu çiçekler alıyorum
O şarkıyı dinliyoruz ben ve o eski kitap
Çay demliyorum her akşamüstü
Ve seni bekliyorum...
Şimdi geldi bu sözcükler önceden yoktu. Sen çağırmışsın belki de, zaten benim gibi de durmuyorlar baksana.
Bir kez öptüğü yanağımı elleyip üşümüşsün demişti bana, sonra da küçük bir buse kondurmuştu. Bunun bir veda olduğunu anlamış olmamdı kaskatı yapan beni. Ve gitti…
Gözden kayboluncaya kadar yüzdü
Gidişi eksik, buruk ve aldatıcıydı.
O beğendiği şiire bir ek yaptı düşüncem benden habersiz.
Ben seni bulmadan
Seni kaybedeninim
Belki sararsın hissi ürpertiyor içimi
Yanıyoruz için için
Koskoca ben ve küçük kalbim
Bekliyoruz...
Evet, tatlı sevgilim halen bekliyoruz ben ve şiirlerim. Bizi terk ettiğin bu körfezin sularında her sene aynı gün, tahminen öğleden önce kendini bıraktığın o sulara bakıp, anıyoruz seni. Binip o sandala arıyoruz kokunu ben ve şiirlerim…
Şubat 2010