Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Şubat '07

 
Kategori
Edebiyat
 

Şehir arkandan gelir

Şehir arkandan gelir
 

Her yolculuk başladığı yerde bitiyor. Hayat dahil… İster hayatın göç temizliği olsun, ister sürgün, ister sıradan bir yolculuk; hepsi de bir halkanın tamamlanması gibi başa dönüp kapanıyor.

Semih Kaplanoğlu'nun ödüllü filmi Herkes Kendi Evinde’deki genç adam, anne ve babası öldükten sonra anayurdunu terk edip uzaklara gitmeye karar veriyor. Bu amaçla babadan kalma zeytinliklerini satmak istiyor. Genç adamı durduran, baba ocağının özlemiyle yanan bir sürgün olan amcasının geri dönüşü oluyor.

Teo Angelopulos’un Sonsuzluk ve Bir Gün filminde üç sarı yağmurluklu bisikletli var. Hayatının son günlerindeki şair, 1) merhum karısıyla ve annesiyle yani geçmişle, 2)Arnavut göçmen çocuğun nezdinde çocuklarla yani gelecekle, 3)şiirle yani yaptığı işle hesaplaşıyor. Gitmeden önce adeta bir göç temizliği yapıyor. Yarım kalmış bir şiirin yani kendi hayatının peşine düşüyor. Ve orada yalnızca kendi emellerinin peşinden koştuğu bir hayat görüyor. Sevdiklerini ihmal ettiği bir hayatın pişmanlığını yaşıyor bu yüzden. “Neden anne, mutlu olduğum anlarda evde duyduğum tek ayak sesi kendiminkiydi?” diye soruyor. Filmdeki Arnavut çocuk ise bir kaçak göçmen. Henüz bir pişmanlığı olamayacak kadar küçük. Vatanına özlemini Ah Selim şarkısıyla dindirmeye çalışıyor.

Yol filmlerinin çoğu hep geri dönüşle bitiyor. Kahramanlar yolculuklarda aslında kendilerini aramakta, kim olduklarını anlamaya çalışmaktadır. En sonunda döndükleri başlangıç noktasındadır ki kendilerini bulurlar. Örneğin oldukça eski bir film olan Wim Wenders’ın Paris-Texas’ı da bunlardan biridir. Bergman’ın Yaban Çilekleri filmi de bir yolculuk temelinde geçmişle hesaplaşmayı anlatır. Ya da son dönem filmlerinden Broken Flowers.

Hayatın ve sanatın söylediği şu: Yedi denizde rüzgarlarla şişirirsin yelkenlerini. Ama gurbet zordur; yavaşça tüketir insanı. Gurbette, yedi iklimde dolaşıp da geri dönersin hep. Çünkü ana kucağı gibidir, şefkat doludur doğduğun yer. İnsan kendinden, ardında bıraktıklarından istese de kaçamaz zaten. Kavafis yeni bir ülke bulamazsın, / başka bir deniz bulamazsın / bu şehir arkandan gelecektir der o ünlü şiirinde yolculara. Dönüp dolaşıp doğduğu, ait olduğu şehre varır insan hep.

Yolculuk, yani kendini arayıp bulmak uğruna nice kentler, ülkeler terkedilmiştir oysa. Odiseus'un o uzun yolculuğunu düşünün. Daha yakın bir örneğe gelirsek, bir Avrupa ülkesine kapağı atmak için evini, barkını terk eden çok oldu 12 Eylül’ün baskıcı günlerinde. Odiseus en sonunda ülkesine döner. Politik sürgünlerin bir gün yurtlarına döndükleri gibi. Yurdun, şehrin tuzaklarla, yorgunluklarla dolu da olsa, senin yerindir, senin şehrindir çünkü. Gel bu şehrin havası böyle kalsın, tuzakla dolmuş her yer/ yorulmuş tüm bedenler acep neden?/bırakmam, terk etmem ben gitmem bu şehirden der bir Candan Erçetin şarkısı.

Eninde sonunda her yolculuktan, her sürgünden, her kaçıştan dönülür bir gün. Ve yolculuklar hep başladığı yerde biter. Asla yeni bir yerde değil. Akşam ezanı okunup eve dönme vakti geldiğinde çocuk tekerlemesi şöyle der: Herkes evine, evi olmayan…

Ruh kendi evinde var olur. Kendi öz yurdunda kendini gerçekleştirir. Olamazsa, kara yıkıntıları arasında ömrün, insan hep geçmişini arar; gözleri kapalı o eski şehre bakar. Sessizce ve kimi zaman uzaktan da olsa, konuşmalı insan şehriyle. Yakınlarımız gibi şehirlerimiz de ihmale gelmez ne de olsa.

 
Toplam blog
: 16
: 3249
Kayıt tarihi
: 16.02.07
 
 

İzmit doğumluyum. İngiliz Filolojisi'ni bitirdim. İki çocuk annesiyim. Kitap çevirmenliği yapıyorum...