Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

24 Ocak '19

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Şehir Hastanemiz

HASTANE Mİ, DARPHANE Mİ?
Mecbur kalmadıkça hastaneye gitmem, aciliyet bulunmadıkça doktora görünmem. Dün değil, önceki gün. Sabahın erken saatinde yeni yapı şehir hastanesine gittim. Soğuk havalardan dolayı yoğun bir baş dönmesi yaşadığımdan, konforlu hastanenin kodaman doktorlarından birine bir görüneyim istedim. Hastane güzel ya doktorları da alanında uzmandır. "Çok kazanıyorlarsa, çok iyi muayene ediyorlardır." diye düşündüm. Bu karara hastanenin doktorlara ait otoparkındaki yığınla lüks araçları görünce vardım. Doktorlarımız Türkiye şartlarında çok olarak ne kadar kazanıyor da, böylesine lüks otomobiller alabiliyorlar, pek merak ettim. Hasta başına fiyat belirliyorlarsa epey bir yük kaldırırlar, zira hastanede hastalar o kadar kalabalıklar. 
Sonra iyi niyetle düşündüm. Haklarıdır doktorların, okudukları okulda eğitim almak hiç kolay değildir. Ders kitapları falan ateş pahasıymış. Sağlıkla ilgili bir atlas bin liraymış. Vah ki ne vah. Velhasıl kolay değil tıpçı olmak... 
 
Sanırım yazar bilinen adamın biri, tıpçıların kitaplarından esinlenip yazdığı hayallerini pahalıya satıyor. Vay uyanık! İmza günlerinde durmadan para basıyor. 
Anatomi Atlası alanında uzman kaç kişilerce ne kadar zamanda hazırlanıyor biliyor musun? Senin yazdıkların arşivlerden derlemeler, bilgisayardan bilgi indirmeler. Az emekle çok yemeler. 
Yine iyi niyetle düşünüyorum. Aman yesin, dünya malı değil mi? Çok yesen ne olacak, hepsi dünyada kalacak. Üstelik haksız yenilenin vebali de olacak. Bir de ahret yurdunda hesabı sorulacak.  Ben ballı kaymak yiyenlere kızamıyorum. Halkımızca fırsatçılara prim verilirse olacağı bu diyorum...
 
Hayatta menfaate yönelik uyanık çok! Bulunduğum hastane ortamında çevreme bakıyorum. Benden daha uyanıklar varmış. Yatağında doğrulabilen, adeta hastaneye koşmuş. Muayene sırası alacağı gişenin önünde sıraya dizilmiş. Çok kalabalıklar, akşama kadar sıra gelmez görünümündeler.
 
Havanın soğuk oluşuna aldırmadan, sabah ezanından sonra hastalar, hastanenin kapısına yığılmışlar. Şu insanlar kuyruk olmaktan hiç vazgeçmiyorlar. Ama onlarda haklılar, şehir büyüdü, şehir hastanesi de herkese uzağa yapıldı. Benim şehir merkezine yakın evime bile 40 kilometre mesafede. Arabası olana kolaylık, yayaya ulaşımda zorluk.  Haliyle yaya olan vakitlice çıkmış evinden, düşmüş yola sabahın seheriylen...
 
Mesai saati, başlayınca bazı görevliler geldi. Gişe arkasından hastalara muayene sırası fişi vermeye başladılar. Sanki hepsi, kafalarına silah dayanmış olarak kerhen iş yapıyorlar. Yüzleri soyulup bırakılmış patlıcan gibi kapkara, dilleri de limon ekşiliği tadında. Yaşlıları bile azarlıyorlar, insanlıktan yoksunlar.
Kimse onları orada zorla tutmuyor ki; sabahın sekizinde işe gelmekten eriniyorsan, çalışmazsın, gider evinde oturursun olur biter. Kime yani bu tafra? 
Bir dövmedikleri kalıyor insanları; gerçi dilleri ve ekşimiş muşmula suratları, dayak yemekten beter ediyor kişiyi. Üstelik bir karşı cevap ta verilemiyor. Hemen ters yüz ediveriyorlar, sıkılmış çamaşır gibi.
 
Bizde çalıştık 30 küsur yıl. Hem de gecesi gündüzü belli olmayan bir işte. Bizim gazetecilik yaptığımız dönemde öyle haber servisi yapan ajanslar, cep telefonları, telsizler, whatsapp ihbar hatları,  bilgisayar aracılığı ile gazeteler arasında haber paslaşması yoktu. Kendimiz bulmak, takip etmek zorundaydık haberi ve yazacağımız tüm konuları. 
Bir de ev hanımlığı yapıp çocuk büyüttük, hem de o günler için çok zor bir işte koşuşturmalar içinde çalışıyorken; sizler gibi avuç dolusu para da almıyorduk. Askeri ücrete talim ettik yıllar yılı. Adımız gazeteci olarak büyüktü, lakin cüzdanımız küçücüktü, iş yerindeki unvanımız da SSK’lı işçiydi.
 
Şükretmesini bilerek, aza tamah ederek, çok güzel işler yaptık çok şükür. Şimdi emekliliği haklı olarak hak etmiş olmanın getirisini güler yüzle, ilgili sözle görmek istiyoruz. Bu ülkede hiç kimseden hakkımız olanı alamıyoruz. Hakkımız olmayanı da kimselerden beklemiyoruz. İster emekli biri olsun, isterse hiç çalışma hayatında bulunmamış bir vatandaş, herkes saygıya değerdir. Herkes kullukta eşittir. Kimse terslenemez, küçük görülemez. 
 
Sizlerin işi ne öyle, oturduğunuz yerde gelen hastaya sıra vermek. Sıcacık ortamdasınız, popalarınız koltuklara yapışık halde, kimsenin size oradan “Kalk git” dediği de yok, malum çoğunuzun arkası sağlam. Daha ne istiyorsunuz, bilmiyorum ki? 
Ha, evde karınızla ve ya kocanızla, bekarsanız ananızla, babanızla tartışıp sokağa çıktıysanız onu bilemem. Ama evdeki hâl evde kalır, iş yerine yansıtılmaz. İş günü eve taşınmaz, ev de olan da, işe götürülmez. 
Bunu öğrenerek çalışma hayatına gireceksin. İnsanlara elden geldiğince güler yüz göstereceksin. 
Kimse senin tafranı çekmeye mecbur değildir. Herkes hasta olduğu için, bin bir sıkıntı yaşıyor olarak hastaneye geliyorsa, bir de sen donuk suratınla vatandaşın sıkıntısına tuz, biber olamazsın. Sana insanları tersleyesin, diye para vermiyorlar.
 
Bizim insanımız ne yazık ki, böyle işte. İşe girinceye kadar bin takla atarlar, el etek öperek torpil yaptırırlar, sonra işten kaytarma yoluna bakarlar. Yanlarına yardımcı isterler. İşi, evin dışında çay kahve, sigara içme mekânı sanırlar.
 
Hastanenin sayın başhekimi makamınızdan bir çıkın da personelinizin halini şöyle bir kolaçan edin. Doktorlarınız saat 9.00 dan önce poliklinikte olmuyorlar. Öteki çalışanların bir kısmı kapı önünde sigara içiyor, bir kısmı televizyon izliyor, oturdukları yerde çalışanlarda ayakta zorlukla duran hastaya bile, katı muamele de bulunuyor. 
 
Başhekim işveren konumundadır. Çalışanların hepsinden sorumludur. Hastaneye ve çalışanlarına çeki düzen vermek başhekimin görevidir. Hastanenizin görüntüsü güzel, makyajı iyi yapmışsınız. Ama o makyajın altında bet sıfatlıların olması, ilgiyi hastaneye çektirmiyor. “Bir an önce işim bitse de gitsem şu bunaltıcı yerden” diye düşündürüyor. 
Bu durumda makyajı insanlara hoş görünmek için değil de, kendinizin hoş ortamda çalışıyor olmak adına yaptığınız anlaşılıyor. Takdir edersiniz ki, soğuk bir güzelliğe itibar edilmesi beklenemez. Ben bu kadar söylüyorum. 
 
Şayet sizi makamınızda bulabilseydim, bunlardan daha fazlasını yüzünüze karşı söyleyecektim. 
Diyeceğim şudur: Öncelikle siz devletin yaptırdığı Şehir Hastanesini devlete layık şekilde yönetin, emrinizdeki çalışanlara bir çeki düzen getirin. Onlara halkla ilişkiler konusunda seminerler verdirin, insana insan gibi davranılması gerektiğini öğrensinler. Sonra bu güzel çalışmalarınızı hayata geçirin.İşini adam gibi yapamayanı ‘Torpilli’ deyip, yakınınızda bulundurmayın. Birçok işsiz var. İnsan gibi davranacak olanlara kıran mı girdi de, siz böyle ilkel bir yaklaşım sergileyen kişileri bir araya getirtmiş koymuşsunuz. Sağlık verilen kurumda sağlıklı yaklaşım sergilenmeli. Ben bu sergilenişi göremediğimden dolayı, hastanenizden ürkmüş olarak, muayene olmaktan vazgeçip evime döndüm. Evde baş dönmesi çekmem, sizlerin itici hallerinize tahammül etmekten daha hayırlıdır, diye düşünüyorum.
 
Ayfer AYTAÇ
ayferaytac.cocm
 
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..