Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '09

 
Kategori
Blog
 

Şehri terk etmek mi gerek?

Şehri terk etmek mi gerek?
 

“<ı>Damların üstünde yükselen kuleleri görmek için, şehri terk etmek gerekir.


Nietzsche


Önümüzdeki haziran ayı geldiğinde, Milliyet Blog sayfalarında yazmaya başlamamın üzerinden tam üç yıl geçmiş olacak. Çok uzun olmasa da az bir zaman da değil, takdir edersiniz.


Bu zaman zarfında çok enteresan olaylar yaşadım. Genelde mutluydum ki kimse beni burada zorla tutmadığı ve burada yazıyor olmaktan tek kuruşluk maddi menfaatim olmadığı halde tam üç sene, Milliyet Blog sayfalarını okumadan geçen günüm olmadı.


Burada yayınlanan yüzlerce yazımın, sayfa olarak uzunluğu, yaklaşık bin iki yüz sayfayı buldu. Sadece Milliyet Blog sitesi üzerinden gerçekleştirilen okunma sayım dokuz yüz bin gibi bir rakama ulaşmak üzere. Buradaki yazılarımı, iznim dahilinde, kendi okurlarıyla buluşturan birkaç nezih siteyi de işin içine kattığımızda, sanıyorum, bir milyon rakamının oldukça üzerinde bir sayıyla ölçülebilecek okunma oranına ulaştım.


Çok muhterem ve değerli insanlar tanıdım. Öyle geri dönüşler aldım, öyle manevi kazançlar, hazlar tattım ki benim için çok önemli ve değerliydiler.


Tüm bunların yanında, üç sene içinde, hatırımda kalan toplam üç-beş tatsız tartışmanın muhatabı ya da tarafı; ya oldum, ya olmadım. Ama bunun yanında, Milliyet Blog Yazarı ya da Üyesi kimliğine haiz kişilerin yaşadığı onlarca, üzücü ve can sıkıcı tartışmayı, polemiği ve bunların da ötesinde, bu platforma kesinlikle yakışmayan olumsuzlukları ve sevimsizlikleri; üzülerek izledim, hep birlikte izledik. İzlemek zorunda kaldık ya da.


Üç senelik gözlemimin sonucunu söylüyorum: Milliyet Blog sayfalarında, bugüne dek yaşanmış olan tatsızlıkların (özellikle “tatsızlıkların” diyorum, zira bunların medenice tartışmayla, eski deyimle “müzakereyle” falan alakası yoktu, hatta zaman zaman öyle noktalara geldi ki söylenen ve yazılanlar, işin resmen suyu çıktı, seviyesizleşti) tarafı olanlar, müsebbibi ve katalizörleri genelde aynı beş-on isim üzerinde yoğunlaştı.


Biliyorum ki bu satırları okuyanlardan polemik meraklısı, bazı Milliyet Blog üyeleri; hemen yorumlara sarılacak ya da cevabi yazılar yazarak “açıkla o isimleri” falan diyeceklerdir. Peşinen söyleyeyim açıklamayacağım. Açıklamamın bir anlamı yok çünkü. Hayatta hiçbir zaman, anlamsızlıklara anlam yüklemeye çalışmak gibi bir salaklık yapmadım. Böyle bir anlamsızlık ve sevimsizlik sulu temeli üzerine bina inşa edecek ne tuğlam var, ne de harcım.


Hatalar yaptım. Burada da yaptım. Kendi adıma, inandığım hatalarım için alenen ya da direkt muhataplarıma yönelik olarak özürler dilemekten de çekinmedim. Yine de çekinmem.


Ama bir şey daha var ki hayatta hiçbir zaman; bir kere yapmış olduğum hatamın aynını bir daha yapmadım.


Çok üzülerek söylemeliyim ki şu anda; dostlarıma, “ya, Milliyet Blog diye bir site var, ben de orada yazıyorum, çok değerli yazar ve yazılar da var, girin de bir bakın” diyecek konumda değilim. Çünkü girip de sadece şu “blog” kategorisinde yazılan yazıların bir kısmını, yapılan yorumların bazılarını okusalar; yapılan çeşitli imalardan, atılan sevimsiz salvolardan, bıçkın ve ucuz külhanlıklardan haberdar olsalar; dönüp de bana “işaret ettiğin yeri sen beğeniyor musun, be hey Aydın Sevinç?” demezler mi? Derler ki ne derler hem de.


Kimse kusura bakmasın. Buraların tadı kaçmış, tozu dumana katılmıştır beyler ve hanımefendiler. Herkesin şapkasını önüne koyup düşünme zamanı gelip de geçmektedir. Tabi böyle bir kaygısı olanlar için? Bu sıkıntılardan tatmin olanlar için elbette değil.


Yaşananların hiçbir şekilde, uzaktan ya da yakından tarafı olmamama, bilinçli olarak uzak durmuş bulunmama rağmen; benim için bu günler “muhasebe” günleridir. Burada ne beni, ne de hiçbir kimseyi, kimse zorla tutmuyor. Kimse ne benim, ne de hiçbir kimsenin; kara kaşına , kara gözüne müptela değil. Ne üç kuruşa aldığımız, ne beş kuruşa sattığımız var. Zevk aldığımız için buradayız, buradaydık. O zevk de, sevimsiz ızdıraplara dönüşürse, akacak başka bir yol elbette buluruz. Tıpkı daha önce de akıp gittiğimiz gibi.


Milliyet Blog yazar ve okurlarından, derdi ve gayesi sadece yazmak ve okumak olanlarına; en derin saygı ve muhabbetlerimi sunarım. Ben şapkamı koydum önüme ve düşünüyorum. Çok sevdiğim ve saygı duyduğum bazı Milliyet Blog yazarlarıyla da durumu, kendi durumumu istişare ediyorum. Gelişmeleri, tüm can sıkıcılığına ve rahatsız ediciliğine rağmen, bu platformun eski bir üyesi olarak takip ediyorum. Ve müthiş derecede de rahatsızım.


Burada bulunmamın “yanlış” olduğuna, tam anlamıyla kanaat getirdiğim anda, elbette ki hiç vakit kaybetmeksizin, bu düşüncemi buradan sizlerle paylaşırım. Ya da yazdıklarımı, Milliyet Blog sayfalarından yayınlamaya devam ederim.


Arzu ederseniz, konuyla ilgili, yazdıklarıma hak veren ya da vermeyen ama illa ki yapıcı olan yorumları burada tüm okurlarla paylaşmaktan zevk duyacağım. Ama yeni polemiklere sebep olabilecek, mevcut atışmaların devamı niteliğinde olan ve de direkt isim zikrederek ya da ima ederek yazılmış yorumları kesinlikle yayınlamayacağımdan emin olabilirsiniz.


Sevgi ve saygılarımla.


Not: Birkaç ay önce kaleme aldığım "Mahallenin Muhtarları" başlıklı yazımı, gördüğüm lüzum üzerine tekrar bilgilerinize sunuyorum: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=146916

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..