Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Aralık '07

 
Kategori
Siyaset
 

Selamlar dostlar!

Selamlar dostlar!
 

“Yola çıkınca her sabah,

Bulutlara selam ver.

Taşlara, kuşlara,

Atlara, otlara,

İnsanlara selam ver.

Ne görürsen selam ver,

Sonra çıkarıp cebinden aynanı,

Bir selam da kendine ver.

Hatırın kalmasın el gün yanında,

Bu dünyada sen de varsın!

Üleştir dostluğunu varlığa,

Bir kısmı seni de sarsın.”


Üstün Dökmen’in bir şiiriyle uzun bir aradan sonra merhabalar dostlar…

Bu soğuk ve yağışlı kış gününde içimizi ısıtan mısralarla selamlar olsun dostlar! Hayat arkadaşlığı yapan romatizmaya birde grip eklenince yatağa mahkûm kaldım iki hafta. Haberlerde gribin öldürücü olduğunu duyunca gülmüştüm sen misin gülen.

Oh olsun! Bana… Kendinize dikkat edin. ateşler içinde, mendiller dağ gibi inanın berbat bir durum


Sanki bulutlar gökyüzünü tamamıyla karartmış küçücük bir maviliğin görünmesine izin veremeyecek biçimde set çekmişti yâda o ruh halim içinde bana öyle geliyordu. Saatler durmuş, film o anda kopmuştu. Çıt çıksa duyulur bir sessizlik, fırtına öncesi sessizlik...

Karanlığın içinden bıçak keskinliğindeki şimşek parıltısı kara bulutları kesip yeryüzüne korku sarıyor bir anda. Gök gürültüleri eşliğinde iri yağmur damlaları düşüyor, düşüyor...

Bu afete benzer şeyin hiç bitmeyeceği endişesi kalbinizi sıkıştırıyor. Ama yavaş yavaş şiddetini kaybettiğini görünce rahatlıyor hatta sıcak çayınızı alıp balkonunuzdan bu ürkünç güzelliğin seyrine varıyorsunuz.

Birde bakıyorsunuz ki sanki o birkaç saat önce olanlar olmamışçasına güneş size göz kırpıyor.

İlginç değil mi?

Hem ilginç hem de çoğumuzun yaşamıyla kesişen benzerlik içermekte. Hepimizin fırtınalarla, çaresizliklerle dolu zamanları olmuş tam ümidi kestiğimiz anda bir güneşte bize ümit ışınlarıyla göz kırpmıştır değil mi?

Kişisel olarak ta toplumsal olarak ta bu tip olaylarla karşılaşmışızdır.

Yeni bir yıla gireceğimiz günlere adım adım yaklaşırken ümide nekadar ihtiyacımız olduğunu düşündüğüm için bu yazıyı kaleme aldım. Kendi yüzümde ve çevremdeki, ülkemdeki insanın yüzünde gördüğüm yılgınlıkla karışık mutsuzluk, umutsuzluk, boş vermişlik ve bananecilik ifadeleri milletime hiç yakışmıyor. Havlu atmak yakışır mı bu ulusun doğusundaki, batısındaki, kuzeyindeki, güneyindeki yiğit evladına.

Sorun yaratan aslında bu ülkenin tavanındaki siyasetçiler. İnin halkın arasına sayın siyasetçilerim lütfen. Ne etnik sorun var, ne türban sorunu var. Oradan bir kendini bilmez efendim başı açık kadın... Diye hakaret ediyor. Aslında onu sadece ben elime geçirsem bu hakaretinden ötürü ne yapacağımı biliyorum ya neyse. Anlamadığım saçını türbanlayıp benim evimi boyayacak kadar boyayla yüzlerini boyayanlar ve yine sadece saçını türbanla gizleyip bütün hatlarını meydana çıkaracak kadar dar giyenlere niye bir söz yok. Yani sadece saç mı erkeği tahrik etmekte, yüzdeki makyaj ve dar kıyafetler niye hesaba katılmamakta da edebiyle giyinmiş sadece saçı açık kadınlarımıza insanı katil edecek hakaretlerde bulunulmakta ve RTÜK bu tür konuşmalara nasıl izin vermekte şaşıyorum. Allahla kul arasına kimse giremez girerse yüce rabbim gereken cezayı verir kimsenin kuşkusu olmasın. Allah kimin günahkâr kimin sevap kar olduğunu duyan ve bilendir.

Halkı böyle gereksiz konularla meşgul eden en büyük günahı işlemekte. İsteyen başörtüsüyle isteyen saçı açık yaşamına sorunsuz devam ederken insanların arasına nifak sokmak günah değilde ne? Okullarda okuyan gençlerin arasında da böyle bir sorun yok ama kasıtlı olarak gencecik kalpleri yılan zehirinden daha güçlü bir zehirle zehirlemek isteyenlerin maksadı sanırım ortada.

Fransız ihtilali sonrası dünyada birçok yerde etnik özgürlük mücadeleli olduğu halde sadece Osmanlını sınırları içindekiler sessiz sakin hayatlarına devam etmişlerdir.

Peki, ama neden?

Güzel soruya güzel bir cevap verilir. Osmanlı sınırları içindeki her kesin ekonomik, sosyal eşitliğini sağladığı için rahat olanlarda gereksiz bir başkaldırı düşünmemişlerdir.

Sonraki dönemdeki başkaldırıların altında özgüllük düşüncesinden ziyade maddi çıkarlar ve emperyalist güçlerin baskısı vardır.

Doğudaki ağalık sistemi ekonomik ve sosyal kalkınmanın gelişimini de engellemiştir. Yani Kürt kardeşime en büyük kötülüğü yine kendi gibi Kürt bir ağa yapmıştır. Sayın Sakık konuşmasında özgür ve zengin olmak istiyoruz diyor.

Lütfen özgür değilse nasıl milletvekili oldu ve mal varlığını açıklasın. Giydiklerinden bindiği arabaya kadar lüksün içinde yaşadığını kör gözler bile görüyor. Türkiye’de zenginliğin tüm ihtişamıyla yaşayan kürdün olduğunu bilmeyenlere açıklansın. Nakliye firmalarının çoğu Kürt kökenli vatandaşımız. En yüksek mertebelerde de yine varlar. Tıpkı bu ulusun içindeki her insanımız gibi zengini de var ne yazık ki fakiri de var.

Siyasilerimizin birinci görevi halkın içine girip bunları anlatmak ve yurdumun her tarafına kalkınmayı götürmek. Bunun yerine yüce mecliste birbirleriyle kavga etmek daha kolay ve işlerine geldiği gibi davranıyorlar. Işık hızından da hızlı kanunlar çıkaran meclis artık milletvekili dokunulmazlığını kaldırsa da suçlular yüce meclisten çıkarırsa; bu milletin hakkını kimsenin yemeye hakkı yok.

Artık bu güzel Türk Ulusunun güneşli günler görmeye ihtiyacı var ve bir o kadar da hak ediyor. Birinci kuralında seçtiklerimizin etik ve Türkiye için çalışacak olduğundan kuşku duymayacaklarımızdan olması.

 
Toplam blog
: 334
: 456
Kayıt tarihi
: 26.07.07
 
 

Yaşama değer veren bakış açısıyla biraz antika sayılabilecek düşüncelere sahip bir insanım. Geçmişte..