Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '08

 
Kategori
Deneme
 

Sen anladın onu!

Sen anladın onu!
 

Yaban gülü, ağustos gülü de derler ona... Ne kadar zarif değil mi at?


Sana muhtacız!..
Sana en fazla muhtacız.
En fazla sana muhtacız.
Uyandır bizi uykumuzdan...
Gel ey sevgili!
Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.
Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden...
Sana muhtacız...
Sana en fazla muhtacız...”

Prof. Dr. İskender Pala’nın “Sen Gidince Efendim” adlı eserinin son mısraları bunlar.

Üstad, laf ebeliğini çoktan def etmenin özgürlüğü ile göğsünü kendi açmış ve kalbini göğüs kafesinin dışına çıkartarak sesini âleme salmış.

Tutsaklığı, kendine tutsaklığı, kendi vücudunu mengeneye yerleştirip kendi elleriyle sıkıştırıyor olmayı nice zamandır terk ettiği herkesin malumu, bizim vurgumuz kalbin sesine!

Âlemlerin uğruna yaratıldığı Efendimizi (SAV) ancak kalbin sesi anlatabilirdi, öyle yapmış üstad.

Ya biz?

Yaş kemale erdi, kalp hayır…
Ne kadar yakın umarsız dolaştığımız günler yollarda…

Dile kolay, 40’ındayız, ölüp vuslata ereceğiz ansızın ve vuslat için yüzümüz yok…
Hem yüzsüzüz hem kalpsiz… dünyada işimiz çok(!)…
İş çok ve eser yok…

Herhalde mengenenin iki ağzı bunlar ve biz kalp ile beyin arasındaki irtibatı, bir hortumun ortasını sıkar gibi sıktığımız için mengene bizi boğmakta hâlâ...

“Anlamak yok, anlar gibi olmak var” der Necip Fazıl…


Hey ağabeyim, bak ki bizlere, anlar gibi olmak da yok!

Bildiğini sanan ahmaklarız biz…


Hiçbir şeye soyunmuş değiliz, bilakis giyinmiş durumdayız.

Anlaşılmayı hiç sevmeyiz, anlayanı görünce de heyecanımız zirve yapar. Hemen başlarız çocuk diliyle ve karşı konulmaz bir heyecanla sohbete.

Görenler “40” yıllık ahbap sanır..Anlarlar mı? Hayır…


Anlamaktan yorulduk, anlaşılmamakla kahrolduk, anlar gibi olmaya geçemedik bir türlü, bu yük ağır gelmeye başladı bize, anlam ticareti yapanlarla karşılaşınca her köşe başında.


Her neyse…

Hakikat, ey hakikat! En iğrenç kelimeler diziliyor yutağıma, nefes borusu bir batı enstrümanını üfleyecek nerdeyse, uykularda dinlenemiyor zihin, kritik eşik aşıldı aşılacak, “yeter lan!” dedirtecek belki, belki de yetecek artık…

Hazanlarda gidenleri bilir gibi olduk, hazanlarda gidenler gibi olmayı diler olduk, bir kere de hazanlarda kalan olup söküp atacağız belki zincirleri…

Belki hazanlarda geri dönecek o isimsiz yiğit ve yoldaşı ana ve yoldaşı civanlar ve insanlık geri dönecek belki… Belki değil muhakkak, döndüler onlar.

Ya onlar? Ahmak sürüsü yığınlar: Hangi batıda, Türk’ün medeniyetinden üstün, ne var? Ahkâm kesiyorsunuz sağda solda, “bizden adam olmaz” diyorsunuz… “Amerika’da böyle mi?” diyorsunuz, “Avrupa’da şöyle, biz ne zaman onların seviyesine geleceğiz” vs.

Bilgiden nasipsiz, çağdaş mandacılar, kendinin esiri mankurt kafalılar, düşünmeyi zaten bilmeyen ve yazık ki bir saniye bile hissetmeyi tecrübe edememiş zavallılar; batı dediğiniz köksüz ve insan yiyen canavar, güzel olan nesi varsa sizden aldı!

Ve siz, bugün eleştirdiğiniz, çirkin olan neyiniz varsa ondan aldınız!

Üstüne alınan sen, adam ol biraz, biraz babanı hatırla, ananı hatırla, köyünü, izini hatırla, Çanakkale destanı diye kendini avutacağına yeni bir destan hazırla…

O gün yendiğin için övündüğün batıya bugün neyin varsa satıyorsun!

O gün dedendi destan yazan, bugün destanı bozansın sen! O gün geçilemeyen Çanakkale’yi ve diğer bütün kaleleri, eliyle teslim eden sensin!

Yılda birkaç kere tek dişi kalmış canavar dediğin batıya, diğer 350 gün boyunca “gel bizi adam et” diyen de sensin.

Sen, sırf batı öyle istiyor diye, -üstelik uğruna ölünen- değerlerini hunharca parçalıyor, hayvandan aşağı benliğini doyuracağını sanarak en mukaddes kavramlarına kıyıyorsun! Hangisi sensin?

Binlerce Türk kadınına tecavüz edip, meme uçlarını keserek tespih yapan ve Mehmet Akif’e “Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli!” dizesini yazdıran Ermenileri soykırım mağduru yapmak üzeresin.

Üstüne para vereceksin yaptıkları için! Aman be, aman be!?!?


Buralardan gitmek istiyorum dedim, anlayan olmadı.

Ben en çok gitmeyi severim dedim, duyulmadı.

Hazanlar güzeldir dedim, “Baharın neyi var?” dediler.

ŞİMDİ DİYORUM Kİ, SİZ, HİÇ GİTMEYECEĞİNİZİ Mİ SANIYORSUNUZ?


***

Gelmiş geçmiş en yüksek medeniyeti biz kurduk.

Şu halimizle bile dünyanın en medeni milleti biziz.

Dünya insanlığına gerçek anlamda insanî medeniyeti sunacak ve kuracak biricik millet de biziz.

Aslımıza dönecek, medeni kodlarımızla yeniden bütünleşecek, eğreti neyimiz varsa atacak ve ayağa kalkacağız. Yol arkadaşlarımızın kendilerini Ermeni, Gürcü veya başka bir isimle anlatmaları sorun değil, serbestler, bilirler ki Türk kimliğidir çatı. Bu iş soy değil nitelik işidir!

Nasıl diye sorma bana!

Hazanda gidenlere bak!

Son kafile de gitmek üzere, hazan yaklaştı.

Uyanık ol ve durdur onları, durdur, katıl ve eser bırakan işe giriş.

Aklı ve bilimi kullan, akıllı ve bilgili ol!

Gönlünü aç, terbiye ettir, “Sana en fazla muhtacız...” de…

Ama onu anlatmak için 15 ayrı bilim dalını bilmen gerektiğini de bil!

Kimi dinleyeceğini buna göre seç!

Cahilsen cahiller safına geç, bilginsen bilgin safına.

Sürü doğru yöne dönsün ve uyuz keçi en arkada kalsın.

Efendini adam gibi hatırla, hücrelerinde hisset, kalbin fışkırsın dışarı, “GELDİM!” de ve gel! Gel ve efendisi ol insanlığın. İnsanca bir dünya kurup hazanda gitmek için…

Bu hazanda gitmek yok, bu hazanda yapmak var. İnsan hakları, hukuk ve Türk medeniyeti çerçevedir, sonrası içtenlikli ve anlamlı çalışma.

Tek bir amaç var: Bütün insanların özgür, rahat, mutlu ve huzurlu olduğu bir dünyada, hukuk ve insan hakları gölgesinde insanca yaşamak.

Lider lazım ve o cevher ancak Türk’te var! Türk kimliği işte o!

“Ne olursan ol, yine gel, ama geldiğin gibi gitme” der Mevlana, kendini aş da gel!

Kendinle savaş da gel!

Durma hiç, koş da gel!

GAZİ, muasır medeniyet seviyesi derken ve muhtaç olduğun kudretten bahsederken bunu anlatıyordu. Ve diyordu ki: “Bütün bunlardan sonra da “büyük” derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin.”

***

Mevlana aldı sözü ve şöyle dedi:

Sevgili dedi: 'Filan ne ile diridir

Canı benim nasıl yaşar bensiz?'

Dayanamadım ağladım. Dedi ki, 'Ne acaiptir

İki gözü benim nasıl ağlar bensiz?.'

Rübai, 364

***

Dudak büküyorsun ve kafanı hafifçe sallıyorsun…
Hadi biraz da magazin olsun son cümle…
Sen anladın onu!

 
Toplam blog
: 84
: 1808
Kayıt tarihi
: 28.04.08
 
 

Elektrik mühendisi, "öğretimci", 2 çocuk babası, aslen Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Türk'e dair olan..