Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Mustafa Çifci Aşk Yazarı

http://blog.milliyet.com.tr/mustafacifci

30 Eylül '13

 
Kategori
İlişkiler
 

Sen çoktan gitmiştin

Tebessüm ve acıyı aynı anda yaşadığını, o muhteşem güzel yüzünün kıvrımlarından anlıyor, hayranlıkla sana bakıyordum. Keşke bütün insanlar senin gibi yaşama biraz daha yakın olabilselerdi. Keşke bütün insanlar biraz daha doğal, yalın olabilselerdi. Keşke bütün insanlar oldukları gibi olabilselerdi. Keşke bütün insanlar düşüncelerini, duygularını senin gibi rahatlıkla, çekinmeksizin açığa vurabilselerdi.

Seni sessizce seyrediyordum. Yüreğim genişliyor, yerimden hızlıca fırlayıp, sarılıp öpmek geliyordu içimden. Ve bu arzuma gem vurmak, böyle bir şeyi yapmamak için kendimi zor tutuyordum. O güne kadar böylesine geniş duygularla yüreğimin genişlediğini hatırlamıyordum. Sen karşımda oturuyor, uzakları seyrediyordun. Düşünceli yüzünde belli belirsiz tebessümlü bir halin vardı. Sessiz duruşunla beni öylesine mesut ediyordun ki. Oysa hiç bir şey yapmadan, hiç konuşmadan... Sanki o anda bütün acılarımı unutmuş, bütün kaygılarımdan kurtulmuş gibiydim. Böylesine ne kadar kalacağını, belki de az sonra kalkıp gideceğini düşünüyor, bu seferde bütün sevinçlerim erozyona uğramış gibi akıp gidiyordu. Oysa seni yüreğimde ki o coşkuyla bir ömür boyu seyretmeye hazırdım. Ama gidecek, diyordum kendi kendime. Böylesi sevinçli anlar zaten kısa sürer.

Sen gitmeye hazırlanırken acılarım beni bulacaktı. Sevinç dolu, sevgi dolu yüreğim daralacak, sevinçlerini yitirecekti. Belki o zaman güneş bile gidecek, hava bozacak, belki de yağmur bile yağacak, çamurlu seller akacaktı. Ne yapsam mutluluğu bulamayacak, evin duvarları beni sıkacaktı. Odanın içinde dolaşacak, pencereye koşacaktım darlıktan kurtulmak için. Ama sokakta yağmur, sokakta çamurlu seller olacaktı.

Sessizce oturuyordun. Dün akşam olduğu gibi yine neler düşündüğünü cesaret edip soramıyor, daldığımız rüyadan uyanıp senin gideceğini düşünüyor, o yüzden sessiz kalıyordum.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Başını kaldırıp bana bakmıştın. Ayağa kalktın, çantanı eline alıp yanıma geldin. Sol elini koltuğun kenarında duran elimin üstüne koydun, eğilip usulca yanağımdan öptün! Ateş gibiydi dolgun dudakların. Ellerinin sıcak dokunuşu çılgın sevişmelere davet gibiydi. Ellerim titremeye başlamıştı heyecandan. Yüreğim bir başka rüyanın havasıyla dolmuştu. O anın dakikalarca sürmesi için neleri feda etmezdim ki. Belki de yaşantımızı dolduran, böylesine kısa süren, saniyelere sığdırılmış haz dolu anlarımızdı. Ağır adımlarla kapıya doğru ilerledin. Parmaklarının titrediğini gördüm. Kapıyı açtın ve gittin.

Sen gittikten sonra dünyam değişiyordu. Sevgim, coşkum sanki yaşlanıyordu. Hasta olan, çile çeken, bir yanı hep kanayan kadınlar oluyordu dünyam.

İnsanın içini ısıtan, güven veren, tatlı, zarif, nazik bir halin vardı. Seninle tanışık olmaktan mutluluk duyuyordum. Coşkulu anlarımda bana sevgili, acılı günlerimde en yakın dostum oluyordun. Kimsesizliğimde ise kollarını ardına kadar açardın bana. Senin sıcak kucağında kurtulurdum korkularımdan. Senin yanında kendimi dünyanın en mutlu insanı hissederdim. Bazen de en karmaşık duyguları yaşatıyordun bana. Her gün yaşanan acıları anımsatıyor, dile gelmeyen sözleri söylüyordun. Yalnız gecelerimde, gecenin karanlığını aydınlığa çevirebiliyordum telefonun öbür ucundaki sesinle. Yıldızlar daha bir parlıyordu sevgi dolu sözlerini duydukça. Yüreğim genişliyordu. O anlarda maddiyata değer ne varsa anlamlarından ödün veriyordu. Bizi böylesine ayakta dimdik tutan gücün karşılıklı dostluk duygularının olduğunu bilmem kaçıncı kez anlıyordum. Ve bana, çok sık tekrarladığın şu sözlerini hatırlıyordum:

“Gerçek mutluluk yolları hiç bir zaman güllerle çevrili değildir. Uzaktan gelen çiçek kokuları birer aldatmacadan başka bir şey değildir. Ne zaman çiçeğe yakın olmak ister, yerinden koparıp eline aldığında o mis kokulu fidanın dikenleri elini kanatabilir. Duyduğun acıyla birlikte, yine duyabiliyorsan gülfidanının mis kokularını, kaldırıp atmıyorsan ayaklarının altına, yine sevebiliyorsan işte bu çiçeği gerçekten tanıyor olmanı gösterir. Ve o güzel kokuları hak etmişsin demektir. Hiç bir zaman tam olarak ne acılar vardır, ne de sevinçler. İşte mutlulukta öyledir. Acıların, çekilen çilelerin bir armağanıdır eğer yaşadığımız bir parça mutluluk varsa. Ve zaman kadar da değişken, zaman kadar hızlı akıp geçip giden hiç bir şey yoktur. Belki yarın yine geleceğim ama bu anımızı, bu günün duygularını yaşamak mümkün olamaz. Ve bir zaman sonra bu güzel günlerimizde maziye karışıp gidecek. Şimdi belki bana âşıksın. Seviyorsun beni. Belki de zaman süzgecinden geçtikçe bu sevgimize bile gülüp geçeceksin.”

Ne güzel sözlerdi bunlar. Bu kadar güzel bir benzetmeyi kendin mi belirliyor, yoksa bir kitaptan alıntı mıydı? Eğer alıntı ise, neden kime ait olduğunu söylemiyor, sözlerinin sonunda uzun bir suskunluğa dalıyordun.

Soramıyordum.

Dostluk anlayışımızı kendi yüreklerimizde, kendi ellerimizde yaratmaya ve yaşatmaya çalıştığımız gönül dünyamız işte böyleydi. Sevginin bölüşümüydü.

Birden yerimden fırladım. Koşar adım kapıyı açtım. Belki sana yetişebilirim diye sokağa koştum. Ama sen çoktan gitmiştin. Yine içimde kalmıştı sana söyleyeceklerimin tümü. “Seni seviyorum,” diyecektim. Senin dediğin gibi de gelecek günlerimde gülüp geçilecek bir sevgi değildi bu. Bu konuda yanıldığını, yaşamın uç noktalarını birlikte yakaladığımızı, dostluğun her şeye bedel olduğunu anlatacaktın.

Ama sen çoktan gitmiştin.

Yazar: Mustafa Çifci- Aşk Yazarı www.mustafacifci.com

facebook.com/askyazarimustafacifci

t@mustafacifci

İnstagram:mustafa_cifci

Not: Bu eser Mustafa Çifci’nin kitabından alınmıştır. Telif hakkı yazarına ait olup, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası kapsamında her hakkı saklıdır. Yazarın yazılı izni alınmadan kopya edilmesi, çoğaltılması, dağıtılması, özet olarak belli bir bölümün başka yerlerde yayınlanması yasaktır.

 

 
Toplam blog
: 297
: 523
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazılarında insanı derinden etkileyen yoğun bir duygusallık, hüzün, karamsarlık ve yalnızlık vard..