Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '07

 
Kategori
Sektörler
 

Sesli düşünmek...

Sesli düşünmek...
 

Yıl 1986 yaz ayları...

Bir otel' de çalışıyorum.

Kimi zaman adisyonist/adisyoncu (Müşterilerin aldığı hizmeti, restoran-bar-cafe üçlü bono sistemine göre takip eden, neticelendiren eleman), kimi zaman reception (ön büro hizmetleri) bölümünde oda hizmetleri ile ilgili çarşaf hesapları (giriş-çıkış kontrol kayıtları), kimi zaman tesellüm (mal giriş-depo sevk kayıtları) ve sair çeşitliliği ve detayı yoğun bir tempoda mesai tüketiyordum.

Anlaşmalı tur şirketlerinin, haftalık-iki haftalık kapalı grupları olduğu gibi, gecelik, kapıdan, ön rezervasyonu olmadan giriş yapan müşteriler de dahil, çeşitliliği yüksek bir hizmet taleplisine, hizmet kavramını yeni yeni öğrenen birisi olarak hizmet vermeye çalışıyordum.

Gece, saat 03.00...

Ön büroda anahtarlık dolabının arkasında, gece nöbetinde, çarşaf işliyorum. Banko üzerindeki "ben geldim" zilinin "çıııın" sesini duyunca, sandalyemden geriye kaykılıp, gelenin kim olduğuna aralık kapıdan bakıverdim. Yanılmıştım, gelen housekeeper (kat hizmetleri görevlisi) değildi. Müşteriydi...

Ön büroya geçtim...

İyi geceler, nasıl yardımcı olabilirim?

(K) İyi geceler, saatim durmuş, Kanada'da saat kaç, onu öğrenmek istiyorum.

??!!

Şey, kem küm! Bir saniye lütfen!

(K) Tabi.

içeri girdim, hay Allah kaç olabilir ki diye düşünürken, servis kapısından Metro D'hotel (yiyecek içecek müdürü) girdi.

Efendim, Kanada'da saat kaçtır, şu an?

Hııım (saatine bakarak)! Akşam üstü, 19.00 gibi olmalı, dedi.

Sağ olun, deyip öne geçtim! (ne kolumda, ne de duvarda saat yok, saat fark hesabı öğretilmişti ama o an hatırlayamadım)

Efendim, Kanada'da saat şu an 19.00, dedim.

(K) Teşekkür ederim! Ama şuraya bir dünya saatleri panosu assanız, bu sorudan da kurtulmuş olurdunuz, dedi.

Önerisini kesinlikle dikkate alacağımızı söyleyip, teşekkür ettim, merakımı yenemediğimden sordum...

Af edersiniz, siz tip olarak Japon'a benziyorsunuz, gece saat 03.00, Kanada'nın saatini soruyorsunuz, biz Türkiye'deyiz, merakımı hoş görün ama neden?

(K) Birincisi, ben Japon değilim, Koreliyim!

İkincisi, Kanada'ya göçmen gitmiş bir ailenin çocuğuyum ve orada yaşıyorum!

Üçüncüsü, eşim Türk asıllı bir Kanadalı, tatilimi eşimin vatanında geçirmek istedim!

Af edersiniz, merakım sizi rahatsız etti sanırım, özür dilerim.

(K) Hayır, aksine memnun oldum!

En azından pasaport işlemimizi yapan polis gibi "hoş geldin çin çang" demedin..!

İyi geceler efendim...

(K) İyi geceler.

Merakım biraz haddini aşmak gibi olmuştu ama daha sonra beni eşi ve iki tane dünya şirini çocukları ile tanıştırmaktan büyük keyif aldığını söylemişti. Kaldıkları süre içerisinde Kanada, Kore hakkında bir sürü şey öğrenmiş, paylaşmıştık...

Artık, saatin, kolda yada duvarda, sadece zamanı gösteren bir insan icadı olmadığını, "Dünya saatleri diye bir kavramı da iyice özümsemem gerektiğini anlamış durumdaydım.

Özal dönemi, Liberal ekonomi diye bir kavram, tüm ülkeyi sarıp sarmalamakla meşgulken, sektörler için üreten, hizmet veren, her branşta, an alttan en üste her seviyede, politikada, ekonomide ve sair her şeyde herkesin sudan çıkmış balık durumunda olduğu yıllar...

Ben ki suyun içine atılalı fazla olmamış, dışarısı nasıl olabilir ki düşüncesinde olanlardandım.

"Daha iyiye olan özlem"

İşinizde yükselme, başarma, takdir arayışınız var ve bir taraftan da oluyorsa, bu kendinizi geliştirmeniz, ilginizi sürekli kılmanız, bir adım ilerisine cesurca adım atabilmenizle alakalı bir durumdur.

Bu her zaman iyi netice verir mi?

Hayır! Ama vazgeçmenin sonuçlarının daha kötü olduğunu biliyorum, 4 şubat kararlarının etkilerini biliyorum, öncesinde ve sonrasında ki alınan kararları biliyorum, bilmeden içine girilen Liberal ekonominin insanda fikir fukaralığı yarattığını da biliyorum.

Burada, Rahmetli Uğur MUMCU' (Toprağı bol olsun, hatırlanmayı, saygıyı, sevgiyi hak eden bir insandı) nun, kendisinin de özeti olan sözünü hatırlamak lazım...

"Bilgi sahibi olunmadan, Fikir sahibi olunamaz"

Bilgi bazen akademik bir süreç ile öğrenilerek elde edilir, bazen bizzat yaşadığımız hayat sebebiyle, bazen de yaşayandan, akademik süreci olandan, samimi olanın samimi paylaşımından elde edilir.

Bilginin nasıl elde edildiği ahlaki olarak tabi ki çok önemlidir, hele hele bundan yola çıkarak fikir beyan ediyorsanız!

Fikrinizi niçin beyan edersiniz?

Paylaşmak, samimiyete samimiyetle karşılık vermek için!

Konu ne olursa olsun, ister uzay teknolojileri, ister sokakta yere atılmış bir çöpün sosyolojik nedenleri, bilgi varsa fikir de olabilmelidir. Bu davranış, uzmanım, uzmanıyım, bir bileniyim demek değil, fikir beyan edebilecek kadar bilgi sahibiyim demektir.

Diğer bir deyişle sesli düşünmek!

Dünya saatleri konusunda, kendimi geliştirmeme sebep olan konuğumuza, dönemin "Japon Kalkınma Modeli" hakkında ne düşündüğünü, ülkemizde gıpta ile izlenen bir durum olduğunu söylemiştim...

(K)Neden? O oraya ait bir model!

Nasıl, anlamadım?! Ülkeden ülkeye niçin fark etsin ki? Japonya, bu dünyada ki bir ülke, ekonomi ekonomi ? Japonlar bizden çok mu farklılar?

(K)Uzak doğu kültürü, (Türkiye'ye göre) yakın doğu ve batı ile çok temel farklılıklar içerir! Japonlar, kültürlerine, geleneklerine son derece saygılı, günlük hayatta her alanda, onlara has davranış ve yaşam biçimini hissedersin. Kısaca, işçi-işveren ilişkilerinin olabilecek en iyi duruma getirilmesi şeklinde çalışan bir sistemdir. İki temel konu vardır! Birincisi işini kaybetme, işsiz kalma korkusu yoktur, güvence altındadır. İkincisi, işin idaresine işçinin katılımı yüksektir. İşçiye her an işten çıkarmakta özgür olduğu sıradan bir bakış açısı yoktur. İşletmeler kimin olursa olsun, çalışanlarla sahipleri bir ailenin fertleri gibidir. İşler iyi idi kötü oldu git denmez. İşsiz kalmayacağından emin olduğu için, işçi son derece verimli çalışır. İşveren, işçiye kendisi kadar saygın bir insan olduğunu hissettirir. Fikrini alır, sorumluluk istemesini saygın bulur, yetki verir, işçi söz sahibi olduğunu bilir, gerektiğinde fikrini çekinmeden saygı ile ifade eder. İşimden olabilirim diye düşünmeden, işini en iyi şekilde yapmaya çalışan bir üretim gücü, işçisiyle, kaybetmemek için beraber mücadele eden patron, sonuçta iyi oluyor tabi!

Peki, bizde niçin olmasın?

(K) Biz, Kanada'dan buraya, otele, 32 saatte geldik! Sence bir Japon, Amerika'ya kaç saatte gider?

.......?

(K) Amerika’nın bir ucundan, öbürüne 3 ile 8 saat!

Neredeyse dörtte bir?!

(K) Eşimden biliyorum, sizde teknoloji eski ve yetersiz, Japonlar Amerika'dan alıp hemen uygulayabiliyorlar, seri ve yüksek kapasitede üretim yapıyorlar, alıcısı hazır, Amerikalılar...

O zaman eşiniz komşu ülkelerle durumumuzu da anlatmıştır size, biliyorsunuz sanırım?

(K) Evet! Ben ekonomi okudum. Bitirme tezim Japon ekonomisiydi. Bak! Amerika Japonya'ya Atom bombası atmıştı, bilirsin?

Evet, Hiroşima, Nagazaki...

(K) Evet! Amerika'nın bu sebepten verdiği destek çok yüksek. Japon devletinin bütçesinde, askeri ve savunma harcamaları için ayrılan pay % 6'yı geçmez! Ancak, Japon devletinin bütçesinde, Araştırma-Geliştirme, teknolojik gelişim, İnsan kaynaklarına yapılan yatırım v.s. %25'e kadar varan ölçülerde pay alır. Bu pay özel şirketlere planlı bir şekilde verilir. Bu durum en büyük ve kalıcı pazarları Amerika tarafından satın almalarla desteklenir. Bir çeşit, Amerika'nın eyaletlerinden biri gibi.

Ben anlattığınız konularda bizdeki uygulama nedir, bilmiyorum!?


(K) En zor olanı komşu ülkelerle olan durumunuz! Bir de tepenizde Rusya(S.S.C.B.) var. Sen gene iyi bir sektör seçmişsin, devletiniz de destekliyor!

Doğru, 4 senedir bu sektördeyim, her şey çok yeni ama öğreniyoruz, her geçen gün daha iyi, daha güzel olsun diye çalışıyorum...

(K) Eşimin dediği gibi, İnşallah!

Hih-Hih-Hih...

Bu sohbeti takip eden ikinci yada üçüncü gün ayrıldılar otelden. Ege sahillerinde, iki-üç gün farklı farklı yerlerde konaklayarak tatillerini tamamlayacaklardı...

Truva'yı Asos'u görmüşlerdi...

Behramkale, Efes, Bodrum, Marmaris, Kemer, Side, bir sürü farklı ören yeri, birbirinden farklı kültürlere ev sahipliği yapmış, binlerce yıl, milyonlarca insanı ağırlamış hayat alanları, kalanlar, izler...

Antalya'da, Olimpos'da yanar taşları da ziyaret etmişler midir, kim bilir..?

Her şey, geçmişten hatırlanan, geleceğe miras bırakılacak her şey, insan için.

Eserler, tarih, insan, gelişmişlik, yaşadıkça ve öğrendikçe sorguluyor insan, düşünüyor, paylaşmak istiyor, önce cılız bir sesleniş, katılım olunca yükselen sesler...

Katılım!

Söylediklerine katılmıyorum, aynı fikirde değilim, istemiyorum, olmasını uygun bulmuyorum, gereksiz, anlamsız, saçma buldum, aksi yöndeki görüş daha tatminkar...

Hepsi olumsuzluk içerse de, dile gelmiş olması, söylenmiş olması, seslendirilmiş olması bile katılımcılıktır.

Ama, sus, sen ne bilirsin ki, o işi biliyor sen işine bak, tamam tamam, he he, olur olur, bakarız, tabi canım gibi mimiklerle, vücut dili kullanılarak karşımızdakini dürtmek, ayrımcılıktır, insanı yalnızlığa ittiği gibi, yalnız insan sayısını artırmaktan öte bir şey de ifade etmez.

Güvence!

Samimi düşünce ile ifade edilen fikirler, bir birinin taban tabana zıttı da olsa, yapılmak istenen şey insana fayda ise, kendi doğrunuz karşınızdakinin yanlış dediği olsa da, bir araya geldiğinizdeki sıcaklık, ayrılırken de, tekrar bir araya geldiğinizde de devam edebiliyorsa, var olandır.

Yatırım!

Hiç bir sarf, insan için, insanın gelişimi ve kalitesini artırmaya yönelik sarftan daha fazlasını geri getiremez. Yüksek teknoloji ve bilginin uluslararası ekonomideki hakimiyeti, sonuç olarak insan temelinde var edilebilmiş kazançlardır. Uzayda, bilmediğimiz bir gezegenden, bilmediğimiz en üst gelişmişlik düzeyine sahip birilerinden, paket halinde indirimli satış kampanyası ile dünyaya pazarlanmış, alım gücü olanların alıp, kullandıkları bir güç değildir.

Nihayetinde böyle bir durum olduğu var sayılsa bile(?), kullanacak olanın, kullanabilecek kalite ve gelişim sürecinden geçmiş olmasını gerektirir.

Evet, insan ölümlü bir canlıdır, farklılığı, türeyenine bıraktığı mirastır.

Geçmiş!

Mimar Sinan, bizim ceddimizden (ki öyledir) ise, torunlarının mimariye (kültürel mirasta önemli bir ölçüdür) kattıkları, neden, hala bıraktıklarının 10'da 1'i değildir?

Sanat, her branşında, resim, heykel, edebi eserler, tiyatro, bir televizyona yenik düşüyor ise, seyretmek ve dinlemekten ibaret bir yaklaşımın aktörleri, geriden gelen mirası, gelecek kuşaklara geliştirerek devredeni olabilir mi?

Elden gelen bu, daha iyisini biliyorsan sen yap!

Bir cümle, katılım-güvence-yatırım kavramlarını anlamsız kıldı, gelecek geçmişten mahrum bırakıldı!

Gelecek!

Sosyalizm, Kapitalizm, Liberalizm ne dersek diyelim, hepsinde kalkınmak, gelişmek, büyümek de mümkün, duraksamak, gerilemek, batmak da mümkün!

Asıl olan insan, insan kalitesine olan yaklaşımın ne olduğudur. Bunu hangi "İzm" altında yaparsanız yapın, insana katılımcılığı, güveni, yatırım yapılanın o olduğunu, samimi olarak vermek adına ortaya koyamazsanız, gelecek geçmişin tekrarı olmaktan, üstelik her defasında, bir öncekinin daha kötü tekrarı olmaktan öteye gidemeyecektir.

Yaşadığımız günün, öncesinden gelenle, insanda yarattığı ürküntü, değer kavramında ki erozyondan, değerleri korumadaki sorumluluğumuzdan, uzak durmamızdan ötürü kaynaklanması mümkün mü?

Yaşadığımız gün, yaşayacağımız günlerin, değer değil eder üzerinden planlandığı bir sürece doğru mu gidiyor?

100 dolarlık Amerikan Banknotu’nda resmi bulunan Benjamin Franklin...Para ve insan arasındaki karşılıklı ilişki şöyledir; İnsan paranın sahtesini yapar, para insanın... Derken, resminin nerede yer alacağı hakkında bir bilgi/fikir sahibi miydi?

http://tr.wikipedia.org/wiki/Benjamin_Franklin

B-ilgi...............İlgi oldukça!

Limit-siz..........saygı evet, ama limit siz de olursa!

Ortam............samimi ve tamamlayıcıysa!

Güz-el.............gelecek uz, uzlaşan, uzmanlaşmış nesiller yaratacaktır, sonbaharın kurumuş yapraklarını değil!

© 01/08/2007 Z.T.KIRALOĞLU

Saygılarımla...

 
Toplam blog
: 72
: 1708
Kayıt tarihi
: 09.08.07
 
 

"Beklentiler denizinde boğulmaktansa, gerçekler ve gerçekleşenler nehrinde yıkanarak arınmayı tercih..