Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

28 Ağustos '07

 
Kategori
Felsefe
 

Sevgi.. -DE-

Sevgi.. -DE-
 

"Kadınların zekâları kendilerini seven erkeklerden kalma tortulardan oluşur. Tıpkı erkeklerin zevkinde de hayatlarından geçmiş kadınların izinin kalması gibi... Çoğu zaman bir kadının bize çektirdiği dayanılmaz acılar başka bir kadının bizi sevmesine ve bu yüzden mutsuz olmasına yol açar." A. Maurois.

Bir yazar veya düşünür için sanıyorum en büyük saplantı, yaşamın cinsiyetler veya 'siyetsizler, hepten veya insan teması üzerine kurulduğunu sanmasıdır. Çelişkinin temel nedeni; yaşamı anlamaya çalışan özgün birey, yakaladığını sandığı "tılsımlı, gizemli ve hatta özgünlerin en başta merak ettikleri anlaşılamaz görünen insan davranışlarını" gruplamalar yaparak tanımlamaya çalışması çabası gibi gelir bana. Çelişki ise yakaladığını sandığı bir davranış çözümünün, cinsiyetin hiç bir önem taşımadığı anlarda işe yaramıyor olmasıdır. Oysaki ne çok iştah ve gururla yakalamıştır; sevdirmiştir de saptamasını.

A. Maurois ve sayın yazarının söylediği; "kadınların zekaları erkeklerden kalma tortulardan oluşur". Veya; kadınlar zekalarını, kendilerini seven erkeklerin onlara zorla da olsa verdiği zeka kırıntılarına borçlu olmalarıdır. Daha açık bir anlatımla, tüm kadınlar aptaldır ve erkeklerin onları sevenlerinden kendilerine bahşedilen kırıntı zekalar sayesinde ayakta kalabilirler. Devam ediyor A. Maurois ve yazarı: Erkekler için kadınlar sadece birer zevk veren unsur olduğundan, yaşamlarından geçmiş kadınların, erkeklerin zevklerine etkiler bıraktığını söylüyor. Yani; kadınlar önceki ilişkelerindeki erkeklerin bıyık izlerini yüzlerinde taşırlar; erkekler; önceki ilişkelerindeki kahkaların, zevklerin; daha açık bir ifadeyle keyifli anların izlerini içlerinde taşırlar. Kadının erkeğe çektirdiği acılardan diğer bir kadın yararlanır ve zayıflamış ilişki halkasının arasına giriverir. A. Maurois ve yazarı'ının söylemeye çalıştıkları bu olsa gerek. Katılmıyorum.

"Sevgi" sözcüğünü irdelemek gerekecek sanıyorum.

Üzerinde tabulaştırıp konuşmadığımız, ama belki de evrensel yanlışlarımıza temel olan davranışlarımızın önüne koyduğumuz "sevgi" sözcüğünden söz etmek isterim.

"Sevgi" hep bizim için; bir sıcak rengin, ahengin, güvenin, şevkatin, vericiliğin, mutluluğun ortak anlatımındadır.

Sevgi; karşıt yönden gelen için bakarsak; çaresizliğimizin, yanlızlığa karşı çoğalma isteğimizin, korkularımıza karşı direncimizi arttırmanın, kendimizi koruyabilmemizin, korkaklığımızın-insanidir- da bir sonucu olarak sığındığımız anne karnındaki saf ve güvenli ortamın, karşılıksız, huzurlu ve sınırsız vereciliğin de bir ifadesidir bizler için.

Sevgi; içimizde tüketemeyeceğimiz, Tanrı'dan bize şırınga edilen-zorla- şevkat duygusunun dışa yansımasından da feyz alır. Bir hayvanı severken onunla konuşan insan aslında kendi iletişimsizliğiyle konuşup, içinde bir yerelere gizlenmiş şevkat dugusunu dürter. Ve bilir ki, dürttüğünde şevkat duygusunu sevgi dışa gelecektir.

Sevgi; kullanıma en açık duygudur; yeter ki inandırıcı olun. İnandırıcı olmak için evrim geçirmeyen kişinin, kendini iyi hissetmesini sağlayacak söz ve davranışlarınızı kullanın. Sevgilerin kapağı iyi ve güzel sözlerle açılacak, kısa bile sürse herkesi rahatlatacak bir huzur anı endam edecektir.

Sevgi, devam etmesi istenen huzur ve keyfin amacına hizmet edilmesi için vericilik bekleyecektir.

Sevgi; içimizde bizi yüceltttiğini düşündüğümüz ve o an için bizi tüm kaygılardan arındırandır. Dünyadan bir çeşit kopma halidir. Bir objeye, bir canlıya veya cansıza; hatta bilinmeyene kadar konsantre hislerimizle anında bir kopuştur aslında. Bir çocuğun yanağından alacağınız makas, sevgilinizin saçlarında gezinirken parmaklarınız, bir kedinin size mırıldamayla yanıt vereceği kulaklarını okşamanız, güzel bir tekneye rüzgarda süzülürken bakmanız, annenizin elini öpmeniz, üzerinde "lösev" yazan yardım kutusuna gönlünce para bırakmanız, yoldaki taşı kenara bırakmanız, susamış bir çiçeğe bir bardak su vermeniz, komşudaki ormanların dünya mirası olduğunu düşünüp yakılmasına üzülmeniz, çaresiz bir hasta için içinizin burkulmasını hissetmeniz, "kötü insan diye birşey yoktur, iyi olduğunu bilmeyen insan vardır" diyen Dostyevski'ye hak vermeniz, başkaları için kaygılanmanız...hepsi bizi kendimizden koparır aslında.

Sevgi; "kendin"den kopabilmek, kopardığın parçanı, yani "özkendini" ulayabilmek sevdiğine.

Sevgi; kendi içsel-kendimize- yalakalığımızı korkularımız sürekli ateşine yorulmaksızın küreklerce kömür atarak sıcak tutarken, kendimizi sevmeye, hep var olacağımıza körükörüne bağlılığımıza aptalca cesaretlerle inanırız ve sorgulamayız.

İnsan herşeyi kendisi-kendisine- için kullanır. Ve bunu ayakta kalabilmenin anahtarı olarak görür.

Her insan evrendeki herhangi bir yıldız gibidir. Kendine has özellikleri, bir ömrü, ışığı, hareketleri vardır. "Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar" bizlerizdir aslında. Ve inanmak istediğimiz, bir üzüm salkımının taneleri olduğumuzdur evrende. Bizi tutan, üzümün sapını tutan ele döner sevgi dileniriz. Yine kendimize ve kendimiz için:

İstemler, arzular, arzuhaller o denli enerji yüklenir ki, "yeter! Neredesin?" diye soranlarımız çıkar; tıpkı yunus gibi.

Oysa sevgi çamurunun içinden başımızı kaldırıp, uyuşmuş beynimizi "zihin açıklığına" bırakıp, ne çok şeylerin sürekli ve logaritmik çoğaltarak istendiğini gördüğümüz zaman dürüstleşmeye başlarız.

Sevgiden daha dürüst kavramlara ihtiyacımız olduğunda anlarız birşeylerin doğru gitmediğini gördüğümüzde. Sevgiden daha dürüst; "dürüst" kelimesi yetişir imdadımıza.

Dürüst: Oysaki üç isteğim olur; fazlası haramdır derim: Amansız hastalığa, ele ve dile.. düşürme. Ellerim, sözüm sağlam ve sağlıklıyken başka isteyeceklerim "bu ne sevgi ah!" dedirtir adama; ne gerek var da?

Sevgi;

ve isterken bu üç isteğimi, gerekirse dilenerek, ayakta kalabilmem veya gerekliysem

çoğalmamı sağlıyacakken,

neden daha fazlası için kendimi çalıştırmayayım da?

-DA-

atlarımıza 'dah' dedik, tam gidecektik de

altımızdan toprağı çektiler, halılar gibi de

üstümüzde gökyüzü, artık gök yüzü de

ters "T" zincirli sinan'ın kapısından girdik de,

yüz yıl öncesindeki kandillere döndük de

diyeceklerim vardı yine de...

şimdiki zamanda;

ne düşman yüzyıl öncesinde

ne dünya yüzyıllardan beride

tek dişli canavarlar, ellerinde toplar da

"32 yekpare meşeden" dişleri de

gök ve karanlık yüzünde

bize bakarlar, seyrederler, ve de

tam bir yıl olmuş, sevgili MB'a 'geleli' de

şimdi de,

"de",

"haydi söyle" dediğimde de

yine de,

söylemediğin de,

'deh diyelim atlarımıza' desek de

aynı yöne çevirdik,

ellerimizi, gözlerimizi, sevgilerimizi, gökyüzüne de,

yine de,

bilirdik;

korkularımızdı bizi hayata ekleyen de.

***

not: bir yıl boyunca tarifsiz tatlar aldığım sevgili blogum, MB'a en içten saygı ve keyiflerimi gönderiyorum. sevgili editörlerimiz, bizler, bizleri okuyanlar, sizler; hepimiz nadir bulunan düşünce halkalarının birer şekerleriyiz; hem de rengarenk...

sağlıcakla kalın sevgili dostlarım...

not: resim, mersin-erdemli arasında çalışan dolmuşların üzerinde görüp, kırmızı ışıkta yanyana geldiğimizde resmedilmiştir.
 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..