Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ekim '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Sevgili internetim

Sevgili internetim
 

Sevgili Internet’im

Şu net âlemine düştüm düşeli az şey gelmemiş başıma. Bir doküman yapayım dedim, şaşırdım. Saatlerin, günlerin nasıl geçtiğinden habersiz oldukça fazla zamanımı harcamışım buralarda.

Aslında her şey bir arkadaşımı net dünyasında kaybettiğimde başladı…Bir yıldır görüştüğüm arkadaşım, bilgisayar aldıktan sonra değişmişti, artık onu ziyaret etmemden hoşlanmadığını, sadece benden değil, diğer arkadaşlarından da uzaklaştığını fark ettim.

Tüm gününü neredeyse bilgisayar başında geçiriyordu. Eşinin kanserle boğuştuğu günlerde yaşadığı zor anlarını Net’te atlattığını anlattı bir gün.

“Birçok dostum oldu” dedi ve “sıkıntılarımı paylaştılar, destek verdiler.” diye ilave etti.

“Biz de verirdik, veriyorduk da” dediğimde “Ben içimdekileri sakınmadan dökebiliyordum o insanlara” diye cevap vermişti.

Tanımadığı insanlarla nasıl paylaşabilir özel duygularını? Anlayamadım o an,

İletişim, insan için o kadar önemli ki. Hissedilmek, önemsenmek, anlaşılmak duygusu ne kadar insanca.

Çocuklar henüz küçükken bilgisayar almamaya karar vermiştim. Bir arkadaşımın sekiz yaşında ki oğlunu porno sitelerinde gezerken yakalamasından sonra ortalığı velveleye vermesi ve hepimizi uyarması sonucu yıllarca bilgisayar eve giremedi.

Ayrıca, ders çalışmayan ve kitap okumayan diğer çocukları gözlemlediğimde bu kararımdan dolayı pişman da değildim.

Hoş, çocukları ne kadar süre korudum, bilemem? Hafta sonları soluğu internet kafe de alıyorlardı, büyümüşlerdi ve müdahale edemiyordum.

Bir gün, ben de geliyorum şu kafe’ye dedim, birlikte gittik.

“Anne hep gençler geliyor, ne işin var” deseler de dinlemedim.

“Olsun, ölmeden ahir ömrümde bir kafe’ye gidemedim demem hiç olmazsa” diyerek takıldım peşlerine.

Tabii, kafe sahibini kenara çekip, bakın çocuklarım geliyor buraya, porno, kumar sitelerine girip girmedikleri denetleniyor mu? Demeyi ihmal etmedim (çocuklara çaktırmadan)

“Olur mu hanımefendi? Hepsi denetimli(!) Bakın, her yer cam, hiçbir kapalı yerimiz yok” dedi adam, içim rahatladı.

Neyse, sonunda eve bilgisayar almaya karar verdim ve o gün gelip çattığında, çocuklar dedim bunu ben aldım, ben de kullanacağım.

Birbirlerine bakıp “Yaptık işi “dediler. “Anne sen otur, yazılarını yaz, Atari alındı en çok sen oynadın, VCD alındı sen, Tetris’i bize bırakmadın, zor kurtardık seni, sanal bebeklere bile baktın, ne alırsak senin elinden kurtaramıyoruz”

“Yok, ben, sadece siz okuldayken ilgilenirim, yazılarımı geçiririm, merak etmeyin, anlamam zaten” dedim (gözümü ekrandan ayırmadan).

Klavye çalışmaları, hızlandırmalar falan derken, Bilgisayar kullanmayı kendimce öğrenmeye başladım.

Beni terk eden arkadaşımla da tekrar iletişime geçmiştim, ortak bir konumuz olmuştu ve bir gün gel seni eğiteyim diyerek kolları sıvadı.

Msn’le tanıştım sayesinde ve ilk Msn arkadaşım- tesadüfen diyorum, daha sonra ki deneyimlerime dayanarak- harika biri çıktı, gençti, hala da öyle. Bak çocuğum dedim benim yaşım başım bu, senden biraz küçük çocuklarım var, amacım yazımı hızlandırmak, ona göre

Arkadaşım uyarmıştı, Msn biraz da yeni tanışmalar, yeni kırıştırmalar için geçerli oluyor diye.

Msn Arkadaşım, harikaydı. Bana aylarca usanmadan cevap verdi, sorular sordu, müzikler gönderdi ve beni yönlendirerek, usanmadan bilgisayar kullanmasını öğretti.

Ben o sevinçle, biraz başka yerlere de açılayım dedim. Çocuklar, arkadaş bulmak istiyorsan seni Yonja’ya üye yapalım dediler aralarında kıkırdaşarak.

“Yapın bakim” dedim, büyük oğlum uyardı “Ama asılan olur, ona göre” dedi.

“Kadınları kabul ederim ben de” diyerek, bilgileri doldurmaya başladık. “Yaş altmış deyin” dedim

Sevdiğiniz kitaplara “Başucu kitabım, Kuran yazın” dedikten sonra “Hadi asılsınlar da görelim” deyip bekledim arkadaşlarımı.

Günler geçti, kimse bana gel arkadaş olalım demiyor. Komplekse gireceğim nerede ise. Çocuklar arkadaşlarına yetişemiyorlar, hele büyük oğlum on kıza yetişmeye çalışıyor.

Küçük oğlum “Sen teklif et arkadaş olmayı” deyince, ciddi bulduğum bir iki kadına arkadaşlık teklif ettim. Msn’e geldiler.

Nerelisin vs. fasıllarından sonra “Edebiyatla uğraşıyorum, sizinle bu yönde sohbet etmek isterim” dediğimde biri bana cinsel tercihimi sordu “Nasıl yani? dedim.

Erkek ya da kadın hangisini tercih ediyorsun dedi “Ee, ben hiçbirini” dediğimde “sapık mısın?” diyerek beni engelledi.

Oysa tanıtım yazısında edebiyat, müzik hobilerim diye yazıyordu.

Diğer arkadaşım zaten hiç açmıyordu, ben çocuklara “Silin beni” buradan dedim.

Aileli bir site bulayım en iyisi diyerek Google’a Aile yazdım, içinde aile ismi bulunan bir siteye üye oldum.

Merakla her yerini kurcaladım sitenin, her yerine hevesle bir şeyler yazdım, bir sayfasında hayattan ne bekliyorsunuz diye bir soru vardı, hayatın güzelliklerini demişim.

Yukarıda da açılır pencere açılsın mı? Gibi bir yazı gördüm, tıkladım, açılsın bakalım ne olacak diyerek bekledim. Uzun süre bir şey olmadı ve siteden çıktım.

Tam ciddi bir okumaya dalmıştım ki ardı ardına kartvizit görünümünde iletiler yağmaya başladı sol köşeden, takip edilecek gibi olmamaları bir yana, yazılanların çoğunda benimle tanışıp hayatın nasıl güzel olduğunu göstereceklerine dair yazılanlarla dolu, hem de hiç sakınmamışlar sözlerini, varsan baksan 14- 15 yaşında aile veletleri.

Töbe Estağfurullah! Deyip “Çooocuklar gelin bakın, bişeyler oluyor” diye bağırmışım.

Koştular, okumayın okumayın diye bağırınca telaşla pencereyi kapattılar, bir daha, her yere tıklama! Deyip gittiler.

Arkadaşım bana “Kızım, sen yazı yazıyorsun, Bilgisayar’ı bunun için almadın mı?” dedi. “Neden Edebiyat sitelerine girmiyorsun?”.

Doğru ya; aylardır edebiyat falan umurumda değil, durmadan Net’i kurcalıyorum.

“Edebiyat siteleri” yazdık Google’a, çıkan isimlerden isim beğenmeye çalışıyorum. Bir tane beğendim, üyelik faslı bitti, kabul edildim, bir iki gün inceledim.

Herkesin yazısını beğenenleri var, benimkilerini de birileri okumaya değer bulur elbet dedim.

Çünkü edebiyat adına facia denilecek yazı türleri çoğunluktaydı.

İmgesel anlamda şifrelenmiş iç dökmeler, hayaller ve kişisel acılarla yüklü, aşk hüzünleri ya da beklentileri içeren yazılar yayınlanıyordu, ben onlara ileti diyorum. Şiir adı altında pop şarkılara söz olabilecek nitelikte şeyler vardı.

Altlarında çok beğendim, yüreğinizden öptüm, kaleminiz daim olsun gibi beğeni sözcükleriyle yorumlanıyordu yazılanlar.

Demek edebiyat sitesi dedikleri böyle bir şey diyerek, yazı asmadan epey bir süre takip ettim, Aralarında bazen iyi yazılanlara da rastlayabiliyordum.

Bir gün, bir şiir ilişti gözüme bir bayan şair ayrılık acısı içeren bir şeyler karalamış. Hoş bir, iki imge de serpiştirmiş. Çok üzüldüm, acı çekmesine dayanamadım, bir iki söz yazayım dedim o bayanın şiirine.

Terk eden birisi bu kadar hoş sözleri hak etmiyor gibi bir şeyler yazdım sanırım, laf olsun işte.

Birden, özel mesaj uyarısı aldım, bayan, sanırım teşekkür edecek diyerek tıkladım.

“Bana bakın!” diye başlıyordu iletisi; “Siz nereden tanıyorsunuz. Yazdığım kişiyi yoksa siz o musunuz?”

“O kim?” Dedim özel mesajla. “Siz daha iyi bilirsiniz” diye bir cevap geldi.

“Ya kardeşim ben o değilim, şiirinizi beğendim, öylesine yazdım.” Desem de, “Hadi canım diye bir cevap geldi. “Sen değil misin, onu elimden alıp, şimdi dalga geçen ?”

De get! Diye yazıp çıktım siteden.

Başladım ağlamaya bu kadın beni ne sandı? Tanımadığım birisi, iftiraya uğradım resmen

Çocuklar koştular yanıma, teselli etmek için değil tabii, dalga geçmek için.

Msn arkadaşımla dertleştim.

— Boş verin, dedi Böyle yanlış anlaşılmalar olur.

— Yahu iyi de, burası sanaldı hani? Ben görmediğim birini nasıl alırım diğerinin elinden kadın bana resmen şey! dedi, bu ne demek?

— Şimdi, orada bazıları birbirlerine yazıyorlar, bu da öyle bir şeydir, boş verin. Dedi

Başka siteleri araştırmak için tekrar bakındım, gerçekten ciddi olan siteleri, olmayanlarından ayırt etmeğe başlıyor o zaman insan.

Msn arkadaşım da bir yandan bana site arıyor, nihayet bulduk bir tane, üye oldum, çok kısa bir tanıtım yaptım, daha sonra gönderemedim, çünkü kıyasıya eleştiri yapıyorlardı, kimileri, “Bu ne biçim yazı? Bu yazı mı?” Deyip, bir küfretmedikleri kalıyordu. Bulsalar dövecekler.

Yazı yazanlara acımaya başladım, Beş kişi sürekli yazıyorlar günde iki üç şiir yazı asıyorlar, her yeni gelene de saldırıyorlar. Onlar yazarmış başka kimse yazamazmış. Dört erkek bir bayan, en çok bayan saldırıyor yeni asılan her yazıya. Açıkçası tırstım yazı paylaşmadan okuyordum yazılanları. Bir gün, iyi de yazan birini çok hırpaladıklarını gördüm.

Dayanamadım, eleştiri öyle yapılmaz, böyle yapılır diyerek, kadının bir yazısını mahvettim.

Öyle çıktım siteden.

Vicdan azabı duydum tabii azıcık, hayatta en son yapmak isteyeceğim şey acımasız bir eleştiri olabilirdi, ama kadın gerçekten çok kötü eleştiri yapıyordu, adeta hakaretti yazıları.

İyi bir yazar hiç değildi.

En sonunda hoş bir site buldum, sakin, yazılar nitelikli, hoştu…

Büyük bir hevesle, dakikalarca uğraşıp, defterimden bir öykümü geçirdim yazı kopyalanan bölüme. Birkaç saat geçmeden ilk yorum geldi. Yorumu yapanın nick’i, Editör.

Bir yerde –da- ekini bitişik yazmışım, espas vermemişim; yazının içeriğine dair hiçbir yorum yapılmamıştı, okunamadığını da belirtmişti kişi.

Çocuklaaar! Diye haykırdım adeta, gelin işte görün, rezil oldum, yazım okunamayacak kadar rezaletmiş dedim.

Ee, Anne! Dedi kızım, neden Word’de yazılanı asmadın? Nasıl yani? Dedim

—Word’de yazılan nasıl asılır?

—Kopyalamadın mı?

—Yooo, o nasıl oluyor?

Kopyalama denen şeyi öğrettiler ve tabii bağırıp, çağırdım biraz “Neden daha önce öğretmediniz?” Diye. Kızım “Arkadaşın öğretseydi” dedi.

— Saatlerce konuşuyorsunuz ya. Sesinde biraz kıskançlık var gibi.

— Neredeyse evlat edineceksin. Diye ilave etti.

— O zaten evladım. Dedim, sizden daha düşünceli ve duyarlı, bir kere bile beni üzmedi.

—Anne! Dedi kızım. Yüzünü bile görmediğin biri, bir civciv ya da bir şemsiye ile konuşuyorsun, sanal burası sanal.

Bir türlü sanal olduğuna ikna edemedi çocuklar beni. Anne ciddiye alma, her şey sanal burada deseler de;

— Olur mu canım? Dedim

— Sanal manal, karşımda insanlar var.

Evet, karşımda insanlar var.

Gerçekten Edebiyat adına uğraşanların toplandığı bir kaç sitenin dışında…

Gerçek yaşamdan alıp getirdikleri asık yüzleri, kıskançlıkları, hırsları ile insanlar var. Sevilmek, beğenilmek arzusu ile yanıp tutuşan ama sevmek için parmağını bile kaldırmayan insanlar.

İçlerinde barınan öfkeleri ile sürekli birilerini aşağıya çekip, basamak kullanan insanlar, karmaşalarını burada gidermeye çalışarak başkalarını hırpalayan insanlar.

Önyargılı yaklaşımlar ve hoşgörüsüzlük almış başını gidiyor. Toplumda mutsuz olmalarına neden olan kişiliklerine dair ne varsa taşıyıp, burada düşünceleri ile başkalarını etkileyip kendilerine yandaş arayanlar çoğunlukta.

Dışarıda başaramadık, bari burada başarabilseydik diye hayıflanıyorum, zaman zaman umudum yitecek gibi oluyor; insana dair.

Edebiyat sitelerinde ise bu durumun daha az yaşandığını fark etmem ( umudumun yitmemesi adına) oldukça sevindiriciydi. Orada ki çekişmeler varsın o bana yazıyor sana yazmasın gibisinden zararsız çekişmeler olsun. Ama iletişim insana yakışır devam etsin.

Okumak diyorum ve hep okumak. Bambaşka bir şey bu.

İnsanı birbirine yaklaştıran, sevmeyi öğreten, yegâne olgu okumak.

Farklı kişilikler, yaşamlar ve inançlar da olsak bile, iletişimin insanca olmasında Edebiyat siteleri oldukça başarılı. Gurur duyuyorum.

Toplum bana kendisinden kaçmamı, internet ise seçici olmamı öğretti.

Bundandır yazmam ve Edebiyat’a sığınmam.

Ve bu yüzdendir ayrılamamam senden Sevgili Internet’im.

Sedef Kandemir 2007

 
Toplam blog
: 12
: 509
Kayıt tarihi
: 05.08.07
 
 

Çok genç yaşlarda "Büyüdüğümde ne olmak istediğim" sorusuna verdiğim cevap yazar olmaktı.Büyüdüm ve ..