Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Aralık '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sihirli ve büyülü kitaplar-2

Sihirli ve büyülü kitaplar-2
 

Hiç bir kitap sihirli değildir ama her kitapta bir sihir saklıdır.


Küçük bir çocukken sapanım cebimden hiç eksik olmazdı.

Sapan kendimi korumama ve kötü insanları cezalandırmama yarayan ilahi bir silahtı benim için.

Cezalandırıcı sapanımla, ekmek arabasını çeken zayıf atı kırbaçlayan arabacının, çocuklara küfreden kahvecinin, bize kahvede langırt oynatmayan Şevket amca’ nın, bana küfür eden Murat’ın, vişnelerimizi çalan Hacı’nın kafasını yarmış ve ilahi adaletin gerçekleşmesini sağlamıştım.

O zaman toplum polisi vardı. Kafalarında beyaz kaskları olurdu. Kahvede ağabeylerden polislere fruko dendiğini duymuştum. Oysa Fruko güzel bir gazozun markasıydı ve polislerin gazoza benzer bir tarafları yoktu.
Ama ağabeyler polislere Fruko diyorlarsa bir bildikleri vardı ve ben de polislere Fruko demeliydim. Bir gün dedim.!

İki polis açık kasalı devriye kamyonlarından fırlayıp beni kovalamaya başladıklarında ince ve uzun bacaklarımın yardımıyla hızla kaçmış ve bahçelerin arasında gözden kaybolmuştum.

Polisler arkamdan küfürler yağdırıyorlardı. Saklandığım yerden ettikleri küfürleri duyuyor ve çok kızıyordum. Bu küfürlerin bir karşılığı olmalıydı ama ben annem kızdığı için küfür edemiyordum.

Soluk soluğa kalmıştım, kalbim heyecandan yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Sapanımı çıkarttım, en yuvarlak olan taşı meşine yerleştirdim ve ince bileklerimle sapanı gerebildiğim kadar gerdim. Saklandığım yerden küfür ederek sokakta beni arayan polisleri görebiliyordum. Nişan aldım.

Polis sürekli gezindiği için ıskalama ihtimalim büyüktü. Durmasını bekledim. İşte o sırada ilahi adalet tecelli etti ve polis elinde salladığı jopunu düşürdü. Arkası bana dönük olarak eğildiğinde meşini serbest bıraktım. Taş en neşeli ıslığını çalarak havada uçtu.

Ve tam isabet... polisi poposundan vurmuştum. Polis çığlık atarak havaya fırladığında terastan arka sokaktaki evin bahçesine atlamıştım bile.

O gün sokak aralarında değil bahçe aralarında gezinmiştim hep. Polisler Fruko arabasına binip gittiklerinde kahveye gidip yaşadıklarımı ağabeylere anlattım, kafasını yardığım kahveci bile gözlerinden yaşlar gelene kadar gülmüştü.

Mahalleye ne zaman frukolar gelse, ağabeyler ve kahveci bana sesleniyorlardı; “bacaksız, seninkiler geliyor...”
Bir maymun gibi duvarlara tırmanıyor ve bahçe aralarında kayboluyordum. Meşinimde daima taş oluyordu. Kahvedekiler arkamdan kahkahalrla gülüyorlardı.

Bir gün benimle dalga geçtiklerini anladığımda kahvenin bahçesinde kimse oturamamıştı. Minik ama can acıtan taşlarımla kahvenin bahçesini onlara dar etmiştim. Bir daha dalga geçmediler.

Sapan kullanımında kendi çapımda bir üstat olmuştum. Hiç kimseye acımıyor, cezalanması gerekiyorsa düşünmeksizin cezayı veriyordum.

Bir gün kahvenin yanına eski kitap satan bir dükkan açıldı. Bir daha asla unutamayacağım kitap kokusuyla o dükkanda tanışmıştım. Kitapçı amca benim kitap merakımdan çok hoşlanmıştı ve bana okumam için kitaplar veriyordu. Dükkanın önüne oturup kitapların sihirli dünyasına dalıyordum. Herkes kitap okumamdan memnundu, ama en çok ben memnundum.

Bir gün adını hatırlayamadığım bir kitapta “bir taşla kör olan martının öyküsünü” okudum ve sonrasında kuşlara ya da başka canlılara asla nişan almadım. Daha önce vurmuş olduğum iki kuşun acısını küçücük yüreğimde daha da çok hissettim.

Tek gözü kör bir kediyi belki de sırf bu sihir yüzünden apartmanın tavan arasında beslemeye başlamıştım.

Ayak seslerimi bile tanıyan kedi sokak oyunlarında bir duvarın üstünden daima beni izlerdi. Oyun bittikten sonra eve dönerken bana evin kapısına kadar eşlik ederdi.

Bir gün yatağımın altından gelen sesleri duyup baktığımda kör kedinin doğum yapmakta olduğunu gördüm. Beni odamda da bulmuş ve hayatında güvendiği tek insanın sevgisine güvenerek doğurmak için o insana ait mekanı seçmişti. Doğumu hayretler içinde izledim.

Son yavrusunu doğurduktan sonra yüzüme bakışını hiç unutmadım. Özür diliyor gibiydi, becerebildiği en büyük marifetini göstermek istiyor gibiydi, mutluluğu paylaşmak istiyor gibiydi... O bakışta her şey vardı. Ama en önemlisi sevgiye teslimiyet vardı.

Bir kapta su getirip önüne koydum, yavrularını temizlemeden suyu içmedi. Temizlik bittikten sonra koca bir kap suyu içip bitirdi. Yavrularını elimi sürmeme izin verdi.

Az sonra canından daha öte tuttuğu yavrularını bana emanet edip gitti ve döndüğünde onları enselerinden tutup tek tek taşıdı, götürdü. Götürdüğü yeri çok iyi biliyordum. Onu herkesten saklı beslediğim tavan arasına götürüyordu. Son yavrusunu alıp birkaç adım attığında sanki bir şey unutmuş gibi yavruyu yere bırakıp yanıma geldi ve teşekkür eder gibi bacaklarıma sürtündü.

Bu kediye kaç yıl baktım hatırlamıyorum. Gizli yuvasında her doğumunda ben yanında oldum. Anne kediyi ve tüm yavrularını besledim. Evden taşınırken kapının önüne oturup beni izledi, vedalaşmamız çok zor olmuştu.

İşte küçük bir çocuğu değiştiren “kör martı öyküsünün sihri” bunlardı.

Bu sihir hayatımı hala etkilemektedir. Bu yüzden bir sineği dahi öldüremem.

Unutmayın hiçbir kitap sihirli değildir. Bunu herkes bilir.

Çok az kişi ise, her kitabın içinde bir sihir olduğunu bilir.

Siz her kitabın içinde bir sihir saklı olduğunu bilin ve durmaksızın bu sihirleri arayın.

Sihir bazen bir satırda, bazen bir paragrafta, bazen kitabın tamamındadır.

Tüm sihirleri bulmanız ve bu sihirleri hayatınıza yansıtmanız dileğiyle...

 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..