Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Nisan '16

 
Kategori
Şiir
 

Şiir, zeka, ölçü üzerine...

Şiir, zeka, ölçü üzerine...
 

Alıntı


Son yıllarda silah zoru haricinde ne şiir dinleyebiliyor, ne de şiir okuyabiliyorum.  İnsan şiir denince korku filmine düşmüş gibi korkar mı yafu? E, ben korkuyorum. “Dur sana bir şiirimi okuyayım, göndereyim” diyen insan birden Frankestein’a dönüşüyor gözümde. “Ahan da yandın şimdi” diyor beynim. Nükleer bomba alarmı çalıyor, sirenler çığlık çığlık! Megafondan yüksek sesle uyarılar geçiyor: “Çabuk çabuk gri hücreler bölümünü kapat, duyarlılıkların perdelerini indir, algı noktasını körelt!” Bir koşturma başlıyor ki beyinde, sormayın. Tabi görünen yüzüm tüm nezaketi ile “Elbette buyurunuz.” demekle meşgul oluyor. İçeride telaş edenlerin ağzında küfrün bini bi para! “Hay ben senin nezaketinin ebesine, dedesine…”

Her ne kadar beynim algı, ilgi, duyarlılık bölümlerini kapatmaya çalışmış olsa da okurken ya da dinlerken o bölümlere de sızıyor (genelde) garabet dizeler. İşte beynimi sevme nedenim tam o noktada devreye giriyor, hem de otomatik olarak. Tamam çok zeki olmayabilir ve bunun da farkındadır kendisi ama sorun çözmeye odaklanışına bir şey diyemem şimdi. :)

Şiir denemeyecek kadar fukara dizelerin benliğimde yarattığı sersemletici etkiden nasıl kurtulurum derken beynim devreye giriyor. Hemen akıl konağındaki o muazzam kütüphanenin yaldızlı şiirler ve şairler bölümüne götürüyor beni. Aruz odasının giriş kapısında Fuzûlî’den o çok sevdiğim beyit pırıl pırıl parlıyor. Şavkına mest olduğum dizeleri okuyorum ilkin. Şiirden gelen hastalığı yine şiirle tedavi etme şeklim bu. Malum zehrin panzehiri kendinden yapılır.

Dest-bûsı ârzûsuyla ölürsem dostlar,

Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su.

 

Şu dizelerdeki incelik, zarafet ve zekaya bakar mısınız? Adamın derdi çok ince. Bir sevdiği var, elini öpmek mümkün mü belli değil. Ve o arzu ile ölürse, mezar toprağından bir testi yapılmasını ve o testi ile sevgiliye su verilmesini istiyor. Selviden ince, sabah rüzgarından narin bu dileğini ise aruz ölçüsü içinde yani matematiği kullanarak ifade edebilme zeka ve kabiliyetine sahip.

“Piuuuuv!” demek istiyorum.  

Bir şu naifliğe bak, bir de serbest vezine güvenip sevgilinin kalçasına şaplak atan şiirle karşıma çıkana bak! Olacak iş mi canım!

Bir ‘cık cık’ çekiyor ve aruz kapısı önünden geçerken, içeriden Nedim’in şen kahkahaları çalınıyor kulağıma. Gülümsüyorum, bir sonraki salona yöneliyorum: Halk Edebiyatı.

Kapıyı aralayınca içeriden gelen bağlama ve ona eşlik eden yanık sesi ile Karacaoğlan’ı görüyorum. Hem çok yakışıklı hem de dokunsam “Dur hele kız” diyecekmişçesine canlı. Dilinde o güzel türkü.

Karac'oglan sırrın kime danışır 
Siyah zülfü mah yüzüne kıvrışır 
Ayrılanlar elbet bir gün kavuşur 

Ağlama sevdiğim gül dedi bana

Az ileride diğer ozanlar, aşıklar, atışmalar… Yıldız yıldız, çiçek çiçek Anadolu kokuyor salon. Ben ufak ufak kendime gelmeye başlıyorum.

“Gördün mü?”diyor iç sesim. “Şiirdeki ölçüyü bilmeyen sadece şiir yazdım sanır…”

“Sakın şiirdeki inceliği kavrama gücü olmayanlar saçmalamasın bari diye icat edilmiş olmasın bu ölçüler?” diyorum, beynimin gri bölgesinden bir kahkaha yükseliyor. “Hay ağzınla bin yaşa!” diyor üstüne.

Evet evet, şiir aptallıkla kirlenmesin diye icat edilmiş olmalı bu ölçüler. Batıdaki sonelerin, baladların; bizdeki koşmaların, gazellerin kısaca şiir dediğimiz her ögenin bir ölçüsü var. Olmalı da… Yoksa yağdı yağmur, çaktı şimşek oluyor ki yazık onu dinlemek zorunda kalan insanlara… Estetik zarar görüyor, sanat zarar görüyor, ben zehirleniyorum!

Hepsi serbest vezinin suçu diyecekken beynimin solundan şlap diye bir darbe alıyorum. Sağ lobu tokatlıyor. “Olur mu” diyor.“Bak serbest vezinin tanrıları var burada.”  Sonraki kapının girişinde, Nazım’ın o yumuşak sesinden, o muhteşem dizeleri duyuyorum:

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey, 
Dünyanın en güzel sesinden 
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey... 
Fakat artık ümit yetmiyor bana, 
Ben artık şarkı dinlemek değil, 
Şarkı söylemek istiyorum.

 

İşte buna sanatta zeka faktörü diyorum. Demek ki zeka varsa var, sanat ve bilim. 

Peki yazmasın mı insanlar şiir? Yazsınlar tabi ki! Şiir sanat piramidinin en tepesinde yer alır. Hem matematik hem de müziktir. Yazsınlar ama bunu da bilsinler! Önce halk edebiyatı ölçüsünden, ardından aruz terbiyesinden ve en son dünya edebiyatı çizgisinden geçsinler; beyinlerini besleyip, şiir toprağını zenginleştirdikten sonra şiir yazdım desinler. Hele serbest vezinle yazanlar, ilkin bin şiir yazsınlar ve lütfen tümünü karalama saysınlar. Hepsini çöpe atsınlar sonra. Ve bin birinci şiire ilk şiirim desinler. İşte o şiir belki olmuştur…

 

Önemli Notum: Şairim dediğim dostları tenzih ederim.

 
Toplam blog
: 135
: 3170
Kayıt tarihi
: 23.07.08
 
 

Eğitim sürecinin bazı bölümleri Almanya ve İngiltere'de olmak üzere en son PAÜ'den eğitim uzmanlı..