Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Şubat '12

 
Kategori
Öykü
 

Sınav

Sınav
 

Pencereler yaz günleri sürekli açıktır. Uzaklardan, kentin ışıklı yerlerinden taşıtlar  çağıran gürültüleriyle ya görkemli bir kapının önüne ya da diğer kentlere göçer giderler.
Geride kalan  uğultulardır. Bir de titreşen ışıkları kalenin. Ötesi bir masal içinde yitmiş ufacık ayrıntılar. Nerede başladığı nerede bittiği bilinmeyen bir sürü söyleşiler.
Daracık bir sokağın köşesinde bitivermiş ufacık bir kahvede ölümlerine bekleyen diriler. Onlara gülümseyen hastalar. Biraz ötede ki dörtyol ağzının gelip önünüzde  duran turuncu, berbat ışıkları.
“Yarın sınava gireceğim.”
Bir okul sırasında ne denli heyecanlı günler harcarsanız harcayın. Sınav günlerinin o insanı iten, tiksindiren (sonra gülümseyerek anacağınız) geceleri gelip çattı mı yaşadığınızı bir kez daha anlarsnız.
Bir yerde umutlar güzelliğini yitirir, eskir. Yeni, çok kullanılmamış bir kavram koymak gerekir onun yerine. Ormanın içlerinden fırlayıp arabanızın önünde iki üç seğirtip yeniden karanlıklara dalan tavşan örneği, kafanızın içinde bir yerlere saklanmıştır, çıkaramazsınız. İnsanın ölümlü oluşu, zaten işin başında her şeyi mahveder. Yalnız umut.. Tıpkı iki bin yıl önce yapılmış kentlerin zamanın akışıyla toprağa gömülüp, bir gün arayan ellerin  kuşkuculuğuyla yeryüzüne dönmesi gibi.
Ağıtlar yakmak neye yarar. Perge’yi yaptıran kadın ya ölmüştür, ya da.. Andığımıza  göre kendi aramızda, yaşıyor. Kan kırmızı gelinciklerin, böğürtlenlerin kabanladığı taşlar arasından onun büyüklüğünü söylüyor. Bizim susmamız onu yoketmez ki.
“Yarın sınava gireceğim!”
İnsanın koyduğu değerlerle, zamanın silip süpürdüğü ayrıntılar. Gerçek olan binlerce yıl toprağın altında kalsa da, bir gün gelip nasıl başını kaldırıyor. İkimizden birimiz aldanıyoruz, ama kim..?
Ben sana diyorum ki. Sessizlik  şu önünde akıp giden dereye benzer. Derin, duru ve uzun istemiyle  yüzyıllardır görevini sürdürür. Kim söyledi ona bu dağları, taşları eritmeyi? Düşünür mü  kim olduğunu, ne iş yaptığını. Nerden başladığı belli olmayan varoluşuyla cılız, ama yüce, temiz ama yıkan güdüsü ona yürümeyi öğretmiştir. Sormak neyi çözümler ki. Olsa olsa bir iki ufak engeli yıkarsın önüne dikilen. Dünya yuvarlaktır; dağların ardında deniz; umutların ardında tükenmişlik vardır..
Sen dersin ki,”ben bu dertten öleceğim.” Önemli olan ölmek değil ki; önemli olan sürüklenmek. Biz, bize göre treninson vagonlarıyız. Bizi çekip buraya kadar getirdiler. Eğer yukardan bir, iki bomba atılmazsa bizden sonrakileri de çekip götüreceğiz. Bencillik bile iflas etti kaç süredir. Yerini aptalca bir iyimserliğe bıraktı uygar olanlar için. Ötekiler ise ne olduğunu anlıyamadan gittiler.
Kötümserliğimiz insanın alın yazısından yana elbette.
Belli kentler nice insan bildiğimizi alıp öğüttüler. Katık diye ellerine birtakım  dosyalar verdiler. Şimdi aralarında misk kokulu, (adı çıkar olan)  deneylerle tırnakları bilenmiş yaşlı bir kedi dolaşır. Elini uzatma,yırtar. Tanımadığı kişilere pençelerini uzatır, kara gövdesini kamburlaştırır; atılmaya hazırdır.
Onlar, bütün, rast gelen bir bombanın sıcaklığında eriyecekler. “Bu ıslık sesi bana mıdır ki?” Tümünün korkusu bu.
“Pencereyi kapa, kapıyı da kapa. Çünkü akım vardır. Ölebilirsin.”
“Ne  gereksiz  şeylerle uğraşıyoruz.” Bizi büyüklüğe yakıştıramıyorlar. Bütün  çocukların anlaştığı tek nokta bu. Oysa, sevmek, sevişmek, hasta olmak hep bizim kaderimiz. Ölüm, onu da biliriz. Hiç olmazsa anlatılanlardan.
Bu gecenin güzelliği on yıl önceden başlamıştı. Bir aşka ertesinde. Ne çabuk  bıktık  yeşil kırlardan, berrak su dolu havuzlardan, o güzelim insanlardan, o dostluklardan. Ve kaçtık kentlere geldik. Şimdi sular kirli; insanlar çirkin, ağaçlar ölüyor. Ne çabuk anlamını yitiriverdi yeryüzü.
“Yarın sınav!”
Her şey umudun başladığı yerde bitiyor. Öyle. Demokles’ in kılıcını ne çabuk unutuyoruz. Demek saatler bu kadar gerçekçi. Uyuma nasıl da  alışmışız. Sokaklar, her günkü o görünmez bekçiler, sayısız bekçiler (çünkü herkes herkesi bekliyor), her günün başlanğıcında bizi yeniden denetleyecek, eksilip eksilmediğimizi anlamak için bir elinde düdüğü, bir elinde anahtarları penceremizin altından geçerken içeriye şöyle bir gözatmaktan vazgeçmiyecek. Biz onların bakışlarından yorulduk, onlar bizi gözlemekten yorulmadılar. Kim kiraladı bunları, kim getirdi başımıza koydu; insanları denetlemesini kim söyledi... Anahtarları kim verdi? Kim, kim, kim..?
“Sınav!”
Birazdan uykun gelecek koca budala. Biliyor musun saat kaç? Düşler içindesin... Önündeki kitapları görmüyorsun. Çağırıyoruz, duymuyorsun. Dalgınlığın kimsenin suçu değil, senin bile değil. Bu olsa olsa aşınmış bir kapının gıcırdamasıdır. Fazla aldırış etmemeli. Zaten her şey bildiğimiz  gibi sürüp gitmez ki. Mutlaka bir yerde bozukluk olmalı;durmalıyız. Kendimizi dinlemeliyiz., er ya da geç. Yaşlılar öyle yaparlar, bir de ölüler. Unuturlar akıp gidenin zaman olduğunu. Otururlar pencerelerinin önüne ve ötelerdeki insanların ne kadar yalnız, ne kadar acımasız olduğunu  düşünürler. En korkuncu bir araya geldikleri zamandır. Çubukları yanar. Yenilerler. Elleri yanar, yine uyanmazlar.
“Yarın sınav ha!”
Korkacak ne var?  “Bitsin artık,” deyip elindeki kasaturayı kalbinin derinliklerine  daldıramadıktan sonra. Herşey gülünç olur sonunda. Gülmek için çok beklemeli.  En iyisi bu beklemek... İyi bekleyen, iyi gülüyor. Bütün iyi örnekler çekip gittikten sonra turuncu ışıklarda yansıyan hayaletlere bakıp gülümsemek. Hem de tek başına. Acı olan belki bu.
Bekliyorum. Ötekiler gibi değil. Ne tırnaklarımı kemiriyorum, ne gözyaşları, ne korku, ne de umut. Salt sararmaya yüz tutmuş balkabakları gibi sırıtkan ve küçümser.
“Yarın büyük sınav!”
... Arkamdaki sıralar doluyor. Kağıtlar  dağıtılıyor. Bir telaş, bir gürültü. Yönetmenler, bekçiler ve hep o baş eğdiğimiz insanlar beliriyor sağımda solumda. sorular, sorular, sorular...  Yanıt? Yanıt hiç gelmeyecek ki. İnsan olmaya  niyetlendiğimiz bilmem kaç yıldan beri doğru dürüst ne yanıt verildi ki?
 

(Varlık,Sayı:683,1.Aralık.1967)


 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..