Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '07

 
Kategori
Güncel
 

Sınırları zorlamak!

Sınırları zorlamak!
 

Sınır ötesi harekat ile "sinir ötesi harekat" arasında gel gitlerin yaşandığı bir zaman dilimindeyiz. Olaylar öyle bir seyir izliyor ki, insan ister istemez, "daha ne duruyoruz?" demek zorunda kalıyor. Fakat aynı zamanda, terör yapanlar tarafından, sanki bilinçli bir şekilde Kuzey Irak batağına doğru çekiliyormuşuz duygusuna da kapılınıyor.

PKK'yı, uzantılarını veya başka birilerini harekete geçirenlerin kimler olduğunu, terör eylemlerini hangi parmakların yönettiğini bilmemiz mümkün değil. Fakat birilerinin, ülkenin güneydoğusu ile devletin barışmasını istemediği, ayrılıkların ve çatışmaların devamından yana olduğu kesin. Kanaatimce sınır ötesi harekat, aynı kişiler tarafından doğu insanı üzerinde olumusuz proboganda amacıyla da kullanılacaktır. Bu da son zamanlarda iyiye gittiği söylenen halk-devlet yakınlaşmasının, bölücüler lehine bozulmasına yol açacaktır. Acaba harekata karar verilirken bunlar hesaba katılacak mıdır, bilmiyorum.

Daha önceki yıllarda defalarca sınır ötesi harekat düzenlendiği biliniyor. Bunların hiç birinin derde deva olmadığı da... Eğer bu girişler bir yarar sağlasaydı herhalde, şu anda hala, PKK ile cedelleşiyor olmamamız gerekirdi. Şöyle veya böyle, sınır ötesinde bizi bekleyen silahlı bir çatışmadır. İlaveten ordumuz'un Kuzey Irak'a geçmesi durumunda sadace PKK'yla değil, peşmergelerle karşı karşıya gelme ihtimali de vardır.

Baba Bush'un Irak'a, Kuveyt'i işgal etmesi nedeniyle, müdahalesi sırasında, (24.02.1991) rahmetli Turgut Özal'ın Kuzey'den Kerkük'e doğru, ısrarla girmek istediğini biliyoruz. Hatta Özal'ın, "bir koyup üç alacağız" meşhur sözünü bu nedenle söylediği iddia edilir. Bazı kaynaklar, böyle bir söz söylemediğini, kendi şahitliği ile kanıtlamaya çalışsalar da sanki ben, telefonla katıldığı bir tv konuşmasında, böyle bir söz söylediğini hatırlıyor gibiyim. Bu da benim bir vehmim değilse tabi. .

O zamanlar, etrafta dolaşan söylentilere göre Amerika, bizim Kerkük'e kadar ilerlememize göz yumacaktı. Fakat zamanın Gn. Kurmay Başkan'ı Necip Torumtay'ın, bu konuda hiç istekli olmadığı anlaşılıyordu. Israrlara dayanamayıp, 4 Aralık 1990 da istifa yolunu seçmesi de buna bir delil sayılabilir. Bu isteksizliğinin nereden kaynaklandığını en iyi kendisi bilecektir.

Daha sonra yerine gelen Doğan Güreş zamanında ise iddia edildiğine göre, Özal artık, "aktif olarak savaşa katılma" ısrarından vazgeçmişti. (1) Böyle bir harekata Gn. Kurmay "evet" deseydi, sonuç ne olurdu? Bir ihtimal Kandil Dağı'nı, Kerkük'ü ve Musul'u kontrolümüz altına alabilirdik . Böylece Kuzey Irak problemini de çoktan halletmiş olabilirdik. Bir başka ihtimal, batağa saplanabilirdik, çok şey kaybetmiş olarak dönebilirdik.

Her uzman bu konuyu kendi meşrebine göre yorumlayabilir. Gerçek asker de sonuçta bizim gibi bir insandır. Kararlarında isabet te edebilir yanılabilir de... Fakat bizim tasavvurumuzdaki asker öyle üstün bir kişiliktir ki, onun kararlarındaki isabeti ve haklılığı konusunda, kimsenin en ufak bir tereddüdü yoktur. Nitekim (1) le gösterilen alıntı kaynağıma göre Özal, "emperyalist ve savaşçı" dır, asker de istifa ederek, "onun bu hırsını frenleyen" dir.

Bu defa, tam tersi bir durum yaşıyoruz. Kuzey Irak'a girme konusunda hükümet tarafında bir tereddüt olduğunu söylemek yanlış olmaz. Fakat askerlerle, ulusalcı ve milliyetçi kesimde, Kuzey Irak'a girilmesi konusunda ısrarlı bir talep var. Bunun sebebi hikmetinin, iyi yapılmış akılcı bir değerendirme mi, kayıplar karşısında ortaya çıkan duygusal bir tepki mi olduğunu bilmek benim açımdan pek kolay değil. Bunları ancak, bu işin öncüleri bileceklerdir.

Tezkereyi çıkarıp orduya izin vermek savaş demektir. Bu da, daha çok şehit, daha çok ekonomik kayıp anlamına gelir. Üstelik burada, PKK'nın kökünün kazınacağına dair bir garanti de yoktur. Burada bütün kesimler hemfikirdir. O zaman "savaşmamızın sebebi nedir?" sorusuna bir cevap bulmamız lazımdır.

Müdahaleye gerek yoktur denilse, toplumda birikmiş bir gerilim ve bunu tırmandıracak uygun bir zemin vardır. Bu durumda siz, hükümet olsanız ne yaparsınız? Sizi bilmiyorum ama ben iki seçenek görüyorum:

1- Hükümet meselenin derinine inip, işi kökten halledemeyecekse, Kuzey Irak'a girmelidir. Aksi taktirde üzerindeki baskı daha da artacaktır. Girdikten sonra ne olacağını ise Allah bilir !

2- Derinlere inip, meseleyi kaynağından çözüp, terör belasının önüne geçebilecekse, zaten askeri harekata gerek kalmayacaktır. Eğer bunu becerebilirse, üzerindeki baskı da kendiliğinden kalkmış olacaktır.

Konu çok netameli olduğu için dikkatli olmaya çalışıyorum. Kimseyi töhmet altında bırakmamaya veya meseleyi basite indirgiyor hissi uyandırmamaya çalışıyorum. Ortada nelerin döndüğüne dair, kesin bir bilgiler yok. Sıcak bölgede durum, bir türlü kontrol altına alınamıyor. PKK'nın, eylemleri kabulde pek istekli olmadığı da hiç birimizin meçhulu değildir.

Bu sisli havada, görülüp yaşanabilen en yalın gerçek, askerlerimizin şehit olmasıdır. Gönüllere ateş düşmesidir, bağırların yanmasıdır, anaların babaların ağlamasıdır, çocukların öksüz kalmasıdır, hanelerin viran olmasıdır. Daha ötesi hakkında, bu kadar net cevabı olan varsa lütfen, kamuoyu ile paylaşsın.

Son zamanlarda şahit olduğumuz hadiseler askerin ve emniyet güçlerinin, sanki bir zaafiyet içindeymiş gibi algılanmasına sebep olmaktadır. PKK'nın şehirler arası yollara kolayca mayın döşeyebilmesi akıllarda, cevaplanması gereken sorular bırakmaktadır. İnsan, "acaba kamu oyunda, askere ve emniyete karşı bir güven erozyonu oluşturulmaya mı çalışılıyor" diye düşünmeden edemiyor. Bütün eylemlerden ve şehadetlerden, hükümet dışında kimsenin sorumluluğu yokmuş gibi bir havanın estirilmesi de, şaşırtıcı bir unsur olarak karşımızda duruyor.

Bunları bir takım kanıtlara dayanarak yazdığımı sanmayın. Böyle deliller olsa, zaten bunlar birer "zan" olmanın ötesine geçip, gerçeklik kazanacaktır. Dolayısı ile yazdıklarıma sıradan komplo teorisi olarak bakılabilir. Bu kadar bilge kişinin, tescili terör uzmanının ahkam kestiği bir ortamda benimki, olsa olsa bir saçmalamadır.

Son zamanlarda Prof. Mahir Kaynak'ın olaylara daha yalın anlamlar yüklediğine şahit oluyorum. Bir iki kez, "Terör eylemleri veya eylem alanında bulunan deliller sizi, ulaşmak istediğinize değil, terörü yapanların ulaşmanızı istediklerine götürür." dediğini duydum, hatta okudum. Siz de yola bu cümlenin rehberliğinde çıkarsanız, benim gibi düşündüğünüzü görürsünüz.

Yıl başından bu yana hız kazanan terör eylemlerinin bizi Kuzey Irak'a zorladığı kesindir. Acaba bu konuda, "teröristlerle aynı kulvarda buluşmuş olmamız doğru mudur?" diye düşünmek sanırım yanlış değildir. Ayrıca içinde bulunduğumuz şu an, daha soğukkanlı değerlendirmeler yapmamız için en uygun zamandır. Terörün, siyasetin malzemesi olmadığı, bilakis ülkenin problemi olduğu noktasında mutlaka birleşmemiz gerekiyor. Yoksa biz birbirimize diş geçirmek için didişirken, terör hepimizi yiyip bitirecek.

(1)http://www.tarihsayfam.com/ilginc-olaylar/korfez-savasi-ve-ozal.html

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..