Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Efsane FB 1907 Baterist Metin

http://blog.milliyet.com.tr/efsanefb1907

20 Ağustos '08

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Sınırsız Serinlik ve Huzur Ortamı

Sınırsız Serinlik ve Huzur Ortamı
 


Şu sıcak yaz günlerinde serinlemek için başvurulacak en kolay çâre, hiç şüphesiz, suya girmektir. Irmak veya deniz suyunun serinliği, vücudumuzun 37 derecelik ateşini anında düşürür, güneşin bizlere vermiş olduğu kalorileri de alıp götürür. Üstelik o kadar çabuk ki, birkaç dakika sonra titremeye dahi başlarız. Bu durumda yapılacak en iyi şey, kumlara sere serpe uzanarak, vücudu güneşin ışınlarına, kurumaya bırakmaktır.


Lâkin, özlemini çektiğimiz serinliği, başka yerlerde, hem de daha yararlı bir biçimde ve daha devamlı olarak bulmamız da mümkündür. Bilindiği üzere, ısı, deniz seviyesinden yukarılara doğru çıkıldıkça azalır, yerin derinliklerine doğru inildikçe çoğalır. Demek ki, serin bir iklimde yaşamak istiyorsak, dağı tercih etmeliyiz.


Deniz yüzeyinden 500-600 metre yüksekliğe kadar olan yerlerde ova iklimi hüküm sürer ve geceleri serin olur. Bu iklimi belirleyen; buğday, arpa, yulaf, mısır gibi tahılın ve üzüm, elma, armut gibi meyvelerin yetiştiği bitki örtüsüdür.


Daha yüksek kesimlerde, Ağustos sonlarında başlayıp bazen Mayıs'a kadar süren soğuk, kırağı ve donlar, tarımdan büyük bir verim elde edilmesine engel olurlar. Bu kesimler, ulu gürgenlerin ve meşelerin bulunduğu ormanlık bölgeleri içerisine alır. Yerleşilebilir toprakların sınırı olan bu yerlerde yaşam yorucu ve çetindir. Nitekim Pirenelerin ve Balkanların ormanlık bölgelerine sığınmış olan bozayıların soyu gitgide tükenmektedir. Biraz daha yukarıda, yapraklı ağaçlar, yerlerini daha dayanıklı olan kozalaklılara bırakırlar. Kozalaklı ağaçların reçine denilen yoğun ve yapışkan besisuyu donmaz. Burası, çil (dağ tavuğu) seslerinin şenlendirdiği koyu renkli, heybetli ağaçların, yâni köknar, karaçam ve lâdinin yurdudur.


Daha da yükseklerde, aylarca kalkmayan kar, reçineli ağaçların yetişmesine engel olur. Lâkin, orada burada, tek tük bitmiş, fırtınanın eğip büktüğü, cılız çamlara rastlanır. Artık, orman tükenmiştir. Sadece, yamaçlarda inatla yaşamaya devam eden otlar görülür. Kışın karla örtülen bu otlar, saf sudan kana kana içerler ve ancak karlar eridikten sonra güneş yüzü görürler. İşte o zaman, akıllara durgunluk veren bir güçle boy atar ve sürü hayvanlarının imrendiği, gür otlağı meydana getirirler. Ne var ki, aşağıdaki çiftlik, buradan hayli uzaktadır. Kuş uçmaz kervan geçmez, ıssız bir dağ otlağıdır burası. Bu otlakta yaşamını sürdüren çobanın, vadideki boğucu sıcaktan haberi dahi yoktur. Sonsuz ufuklara ve göğün derinliklerine doğru uzanan, ne huzurlu bir manzaradır bu!..


Ve daha da yukarılara tırmanacak olursak, karşımıza, dağ keçilerinin krallığı kayalıklar çıkar. Ardından kar, yine kar ve hep kar... Doruklara kadar, hiç kalkmayan kar... Bu karların her sene üst üste yığılıp dağı gitgide yükseltmesi gerekirdi, değil mi?.. Halbuki böyle olmaz. Kar tabakaları, yüksek dağların çukurluklarında birikir ve hemen hemen buz kadar sert olan "buzulkar"ı meydana getirirler. Kar tabakalarının basıncıyla, bu buzulkar da çok geçmeden "buzul"a dönüşür. Ve buzul, doruktan vadiye kadar, derin yarıkları, bazen taze yağmış ve kolayca çökebilecek bir kardan köprünün gözlerden gizlediği derin uçurumlarıyla kilometrelerce uzanır. Kımıldamıyor gibi görünen bu buzdan ırmak, yavaş yavaş ilerler. Buzulun dibi, üstten gelen muazzam basıncın etkisiyle azar azar eridikçe, buzul da ağır ağır, vadiye doğru kayar ve bazen, uçurumlarından birine düşmüş dağcılara da mezar olur.


Buzul, indiği dağların yamaçlarını kazıyıp aşındırır, bu esnada, koca koca kaya parçalarını da beraberinde sürükler. Bu kayalar, ancak buzulun ısı etkisiyle erimeye başladığı yerde dururlar. Eriyen buzul sel halini alır, kayalar ise buzultaşları meydana getirirler.


Bir dağcı, yazın dağa tırmanmak suretiyle çeşitli iklimleri tanıyabilir. Lâkin bu iş için dayanıklı, idmanlı ve tam donatımlı olması gerekir. Yükseklerde hava seyreldiğinden, kalp ve ciğerler çabuk yorulur.


Fakat, akıllı uslu bir insan için yapılacak en güzel şey, doruklarda serüven aramak yerine, dağın sakin bir yerinde kalıp, taptaze ve hafif havayı ciğerlerine çeke çeke ve o cânım manzarayı seyrederek, tatilin tadını çıkarmak olsa gerek...
 
Toplam blog
: 1907
: 3759
Kayıt tarihi
: 28.07.07
 
 

03 Şubat 1967 İstanbul doğumlu, romantik bir müzisyenim işte... Müzik, bateri, spor, Fenerbahçe, ..