Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

17 Mayıs '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sırt

Sırt
 

sevginin çaresizliğe direnişidir


Raportör şekil yönünden doğru analiz yapmış ama işin felsefi yönü…

***

Son yıllarda gazetelerde gördüğüm üç resim beni derinden etkilemişti. Bir yıl kadar önce Karadeniz'in bir sahilinde küçük bir koyda birbirlerine sarılarak yaşamlarına son vermiş sevgililer ve önlerinde yarım daire yapmış insanların onlara bakarken şaşkınlıklarını anlatan bir resim anımsarım. O resmi etkileyici yapansa resmi çekenin sevgililerin hemen sırtlarındaki tepeye tırmanıp denize bakan yüzlerini gizlemesi ve onlara çaresiz gözlerle bakan insanların suskun bakışlarını resmetmesiydi. Diğer resim ise, karların içinde donarak ölen ihtiyar bir köylünün resmiydi. O resimde eşeğin tam üç gün boyunca onu terk etmeden yanından ayrılmamış olmasından çok, yerdeki kar izlerine bakılınca durduğu yerde hareketsiz kalarak onu öylece beklemesiydi; belki de yasıydı, kim bilir…

Yukardaki resme bakınca dün, insanın çaresizliğini sevgisiyle yendiği ender anlardan birine şahitlik ettim. Dünya eşini taşın toprağın altında çürümeye bırakmak yerine…

Üstelik elbiselerini dahi temizleriyle değiştirmiş.

Ve ardından düşündüm; neden ölenler yaşayanlara çok şeyler anlatır, diye. Sanırım bırakılmak ve geride kalmak çaresizliği veya yerlerinde olmamanın keyfi: terazinin iki uç tarafı ve ikisi de insana özgü. Ortasında duransa ifade edişimizde; ölenler ve yakınları adına üzülmek. Üzüldüğümüzü ifade etmek; iki tarafından uçlarına doğru gidilince ise…

Derim ya, gerçek hilal gibidir; iki ucuna gittikçe incelerek keskinleşir. Eğer gölgeler izin verse iki uç birleşir.

***

İki uç, iki düşünce bir şeyler diretiyorlar bize: raportör böyle dedi diyenler, tüm üniversiteler mısır el aksa gibi olmalı;

Diğeri, en son önemlidir, bizi dünyadan koparamazsınız, derler.

İki keskin uç, akıl ve felsefe, ortada kalan biz.

Siz Tanrı olsaydınız kimi haklı bulurdunuz?

Neden, çok mu ağır bir soru, Tanrı gibi düşünemez misiniz? Günah mı? Kim karar verdi? Gitti geldi mi? Sordu geldi mi? Kim karar verdi? Belki güzelliğinden kaparsınız, bulaşır, neden?

O’nun Resullerine gece gündüz aşık olduklarını söyleyenler acaba Tanrı’ya neden yüzlerini yeterince dönmezler, neden? Yoksa putlaştıranlar onlar mı, bir insanı, bir objeyi veya her neyseyi?

Neden?

Irakta bebeklere her gün tecavüz edilip öldürülürken, sesin bu ülkedeki gariban insanlara mı çıkıyor ki sabah akşam sizi keseriz diye bileğlenmiş gözlerle mahalledeki komşularına bakıyorsun? Sizde vicdan var mı ey kendini ölümsüz zannedenler?

Diye sormazlar mı adama? Soruyorum işte. Gelecekte her gün birbirimize bu soruları soracağımıza şimdiden soruyorum; ucundan görünürken bu soru.

Derim ki:

Kim nasıl huzur buluyorsa, çevresine saygılı oldukça, kendine saygılı oldukça, bana ne? Ne ki bana, nasıl giyindiği, ne içtiği yediği. Ben kimim karar veriyorum? Ama kardeşim, peçeyle futbol oynanmaz ki? Oynanır diyorsan görünmeyenlere kendini güldürürsün ki. Yasaklarız olur biter mi dedin? Eh, komşunun yaptığı gibi.

Görüşüm şudur: eğitim, sağlık, savunma gibi devletin en hassas ve eşit davranmak zorunda olduğu yerlerde türban olmamalıdır. Doğu hizmetimden bilirim, erkek hastalara müdahale edemeyen hemşireleri. Onlar istemedikleri için değil, insanca mesleğini yaparak müdahale edenlere hakaret edenler yüzündendi müdahale edemedikleri; yıl 93-94.

Eğer sen, yani insan, daha fazlasını düşünmeyeceksen, daha fazlasını bulamayacaksan, verilenden verilmeyeni çıkaramayacaksan; sen mongol olmalıydın. Elinde kaşık seni beslemeleri gerekirdi: o yasak, bu yasak, şu yasak… yasak babam yasak. Sen insan olamıyorsan dünyanın ne suçu var?

***

Basındaki bayan yazarlara bakıyorum, sanki bu ülkede çocuklara taciz, en çoğu kız çocuklarına, taciz yüzde birmiş gibi yaşananlara verdikleri tepkiler cılız; umurlarında değil. En az yüzde elli kızımızın bu iğrençüstü durum geliyor başına. Belki medya içindeki yazar, çizer, konuşur kadınların da çoğunun küçükken gelmiştir başına, çıt yok; neden? Çünkü gerçeğe herkes bakamaz. Çünkü gerçeğe bakmak cesaret ister, kararlılık ister, o yüzden bakamazlar.

Ve yüzlerini çevirdiklerini görürsünüz çıkarlarına cesaretlerinde…

Gerçek kalın elbiselidir. Üzerindekileri çıkardıkça özüne doğru inersiniz. Gerçeği donuna kadar soyduğunuzda önceki kalabalık dağılmıştır, kalır birkaç göz: en cesurlarıdır.

Size derler ki, neden bardağın dolu tarafına bakmıyorsun? Yalan, sakın inanma. İşte o yüzden bu haldesin.

Bardağın dolu tarafına bakıp, neden diğer yarısı boş? Acaba yarı dolu bardağım çabuk biter mi? En iyisi boş tarafı doldurmalıyım. Biterse ben ne b.. yerim. Bir yerlerden çalıp bulup doldurayım, dersiniz.

Boş tarafına baktığınızda aç komşunuz gelir aklınıza. Tıpkı ilkelleşerek her gün kendilerini doğrayan komşularınız gibi.

***

Aklınıza Mustafa Kemal ATATÜRK gelir; bize tam dolu bir bardak vermiştir.

Adamlar uçak gemileriyle boğaza gelir,

68’liler eskideki gibi değildir,

Şimdikiler kendinde değildir,

Tüm ülke kumara oturur,

Kimse kimseyi bilmez değildir.

***

Herkes herkesi, bu topraklarda yaşayanlar yani, çok iyi bilir. Kimin ne yaptığını ve yapmayı istediğini bilir. Ama bir şeyi daha bilir: gerçeği soyarsan başına olmadık işler gelir.

Günümüz gençliğine bakıyorum, içler acısı halleri. Televizyon reklamlarındaki gençlere bir bakın. Üniversite gençliği kantinde oturmuş gofret tartışırken zavallı hallerine bakın. Buluğ çağındakilere bir bakın, evrimin ilk basamaklarına takılmışlar gibi. Hepsini bırakın, koca koca kızlara bakın: HEPSİ grubuna bakın. Size Sezen abanızda mı bir şeyler öğretmedi diyesiniz gelir: Zeka tavırları ilkokul öncesi. Talep buysa, VAH Kİ NE VAH!

***

Yeniden yazıyorum: bu topraklarda hayatın kahrını çeken insanların bay yöneticilerden istedikleri daha fazla özgürlük değildir. Sadece güçlü insanlara karşı daha fazla eşitlik istiyorlar. Asla eşit olunamayacağını bilerek, sadece biraz daha eşitlik…

Gücü elinde tutanlar, doğruyu kendilerine uyduranlardır. Gerçek siz onu soydukça kendi içine dolar, görünür olur.

Hem doğru hem gerçek güçlülerin elinde oldukça, ne eşitlik ne de adalet olur.

Benim de sırtınızı kendinize dayadığınız bir dünya dileğim olur.

Sağlıcakla kalın.

***

size gerçek: bir kız çocuğunun haykırışı...

" Koşmaya yeni başlamıştı adımlarım, düştüm,
Bebeğim bir yana,
Gülüşlerim bir yana.
Anneme baktım,
Yoktu!
Başımda yabancı bir adam
Küçücük göğsümde kocaman elleri
Sakalları deldi geçti pespembe tenimi.
Anne, anneeeeeeee. ...
Bir oyun sandım
Elleri kara kara 'öcü' amcalarmış
Bir emzik düğümünde
yarıldı bedenim
Altımı ıslattım sandım
Kan kaybında boğuldu insanlık! ..."

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..