Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Şubat '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Size anne diyebilir miyim?

Size anne diyebilir miyim?
 

Sana bir kez daha baktım önümde ki 1/ 50000 ölçeğinde çizilmiş haritadan. Ülkemi ikiye bölmüşüm, her biri Çin Setti gibi duvarla örülü.

Taşlarla örmüşüz bu duvarları taşlarla, her biri kocaman kocaman taşlar, öyle büyük ki bu taşlar, vicdan denen merhamet denen yücelikleri ezip geçmiş.

En yukarıda şairin, "Sana dün bir tepeden baktım ey aziz İstanbul" dediği İstanbul var, hemen yanında "Ankara’nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak, düşman Türkü esir almış, şu feleğin işine bak" marşıyla destan yazdığımız Ankara.

Diğerlerini göremedim, şanlı Urfa’yı, kahraman Maraş’ı, gazi Anteb’i nedense görmek kısmet olmadı.

Tekrar tekrar baktım, bir kez daha yok, yok, yok…

Türkiye kocaman iki şehir olmuş, bir İstanbul, bir Ankara.

Topraklarında büyüdüğümüz, emeklerken diz kırıp üzerine kalkmaya çalıştığımız, ayaklarımızın üstüne basmaya çalıştığımız memleketimiz birer birer silinmiş haritadan.

Kirlenmiş gazete kağıtlarıyla gizlemeye çalıştığın suçlarını, masumların üzerine çekilmiş bir seccade gibi kanlı ve lekeli bırakmışsın.

Bir elek gibi sallamışsın ülkemi, üstte kötüler ve çirkinliklerin kalmış, Nene Hatun’larım, Sütçü İmamlarım, Hasan Tahsinlerim, Kubilaylarım birer birer elenmiş gitmiş, eleğin diş tutmayan gözeneklerinden.

Onlarla beraber, benim nam salan dürüstlüğüm, merhametim ve onurumda unufak olmuş.

Her sallandığında bir parçam daha kaybolmuş bu ülkenin toprağından.

Çok şeyi gördüm, sana bakınca biliyor musun?

Yurtlarında "anne" diye haykıran evlatlarından, bu kayboluşun intikamını alırcasına onları nasıl hırpaladığını gördüm.

Okullarında geleceğini kurtarmaya çalışan çocuklarını, uyuşturucunun batağına nasıl ittiğini, kalem taşıyan ellerin, can korkusuyla kanlı bıçaklarına nasıl sarıldıklarını gördüm.

Senden bir kez daha nefret ettim.

Ankara kara, İstanbul sisli. Ankara yüreksiz, korkak, İstanbul yalancı yarim.

Sahte sevdalıların, sahte sevgilerin öpüp koklaştığı, kucaklaştığı...

Ama gerçek gözyaşları, senin yurtlarında dökülüyor.

Her biri milyar değerinde ki ceylan derisi koltuklarında kurulan, makam arabası ve koruma tahsisi yapılan beyinlerde değil.

Ben eleğin altıyım, ne ısınırım, ne korunurum.

Şov yapmak isteyen bir zibidinin, yada çıkarına çomak soktuğumun bir hortumcunun maşası olur çıkarım. Serseri bir kurşun gibi dolanırım başıboş.

Anne diye haykırırım benim biyolojik olmayan anne ve babama.

Sırf dövmesin, aşağılamasın, canımı yakmasın diye.

Yüreğim ağrıyor anne, ne olursun sövme.

Benim geleceğimi kirletme, benim insanlığımı yok etme, çünkü yarın karşına bir derebeyi gibi çıkacağım, elimde tuttuğum bir avuç tinerli dünyamdan her nefes çekişimde, Azrail gibi çıkacağım karşına.

Belki senin değil ama, Ayşe öğretmenin, Bankadan emekli İrfan beyin Azrail’i olacağım, çantasını kapıp kaçacağım, benim kadar çocuklar korkacaklar benden. Hepinizin bildiği bir nefret tuzağı olacağım, hep açık olacak kapanımın ağzı. Tıpkı benim kapanına yakalandığım gibi, hırsızların, tecavüzcülerin, uyuşturucu satıcılarının, organ mafyasının...

Çünkü ben geleceği artık çalınmış olacağım, geleceğinizden çalmak için.

Kaldırımlarda yürümek için korkacaksınız, gecenin bir vaktinde, her karanlık köşe başında, sizi bekleyen korku dolu bakışlar olacak. Avına yaklaşan sinsi bir düşman gibi bekleyeceğim.

Çocuk olmadığım için, çocukluğun ne olduğunu hiçbir zaman anlayamayacağım.

Ne olursun "Anne" beni itme o karanlığa, yalvarırım gönderme..

Yoksa sen "Annem" değil misin? Oysa bana söz vermiştiniz hani!...

"Malatya yurdunda ki kardeşlerim gibi olmayacaktım, onlar gibi dövülmeyecek, onlar gibi incitilmeyecektim."

Söz vermemiş miydiniz bana?

Ne oldu sözünüz, yoksa onuda beni gömdüğünüz gibi mi gömdünüz, şeref ve haysiyet defterinize?

 
Toplam blog
: 26
: 1713
Kayıt tarihi
: 22.07.06
 
 

Yerel bir gazetede yaklaşık 6 yıldır köşe yazarlığı yapıyorum. Gündelik yaşamın gölgesinde kalan kon..