Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '06

 
Kategori
Tarih
 

Slahlı biri silahsızın emri altına girer mi????

Slahlı biri silahsızın emri altına girer mi????
 

Cromwell şöyle diyor: "On yuttaştan dokuzu senden nefret mi ediyor? Ne önemi var, eğer tek silahlı olan içlerinden onuncu ise"... silahı ellerinde bulunnlarla bulundurmayanlar arasında tarihi bir kavgadır bu. Birde silahı elinde bulunduranlara yetkiyi bulundurmayanlar vermiş ise... Yani beni öldürme yetkisi verdiğim bir insana beni neden öldürdün diye sorma hakkı olabilir mi? Silaha sahip olan kişi olmayanın emri altına neden girmek istesin ki? bunları tartışmak gerek... Gelin özellikle son dönemde yaşanan Danıştay baskını ve Derin Devlet tartışmaları üzerine biraz dertleşelim Şimdi herkes bu ülkedeki darbeleri ordunun yaptığını söylüyor değil mi? Evet görüntüye baktığınızda bu böyle gözüküyor. Ama gelin biraz derine inelim bakalım altından ne çıkacak.

Anakara’da Meclis açıldığında hepimizin bildiği gibi ülke emperyalistlerce işgal altındaydı. Dolayısıyla kurulan Meclis bir “savaş Meclisiydi”. Ülkeyi işgalden kurtarmak için bir araya gelmiş bu Meclisin önder kadroları, bazıları üniformalarını çıkarmış da olsalar askerdiler. Verilen bağımsızlık savaşı nedeniyle çıkarılan yasalar ve oluşturulan kurumlar hep savaş düzenine göre örgütlenmekteydi. O dönem için asker iktidardaydı demek yanlış olur; İktidar zaten askeri karakter taşıyordu. Örneğin Genelkurmay Başkanı bir BAKAN olarak Kabinenin içinde yer almıştı.

Cumhuriyetin ilanına kadar süren bu bağımsızlık savaşı döneminde olağanüstü şartlar nedeniyle askeri bir karakter taşıyan rejim, cumhuriyetin ilanından sonra derhal kendini askerden ayırmaya başladı. Ancak bu seferde Cumhuriyet devrimlerine yönelik gelişen karşı devrim hareketleri cumhuriyetin yönetici kadrolarını tedirgin etmişti; özellikle Şeyh Sait ayaklanması yeni savaştan çıkmış ve toparlanılmaya çalışılan bir ortamda adeta bir travma etkisi yaratmıştı. Bunun üzerine şiddetle gidilmezse önünün alınamayacağı endişesi Cumhuriyet kadrolarını olağanüstü tedbirler almaya itti. Derhal sıkıyönetim ilan edildi ve olay askeri tedbirlerle çözülmeye çalışıldı. Sovyetler ve ABD arasındaki soğuk savaşın varlığı, içerideki ayrılıkçı ve karşı devrimci hareketlerin potansiyeli, diğer yandan 1929 dünya ekonomik buhranı, Avrupa’da faşizmin yükselişi ve nihayet başlayan II. dünya savaşı nedeniyle Türkiye sürekli bir “güvenlik” endişesiyle hareket ettiğinden rejimin sıkıyönetim karakteri devam etti. Aslında buna rağmen bu dönem, askerin siyasete karışmasının önlendiği bir dönemdir. Atatürk ve İnönü’nün karizması, askeri kışlasında tutabilmekteydi.

Ama çok partili rejimden sonra sivil yöneticiler, basiretsizlikleri ve zayıflıkları nedeniyle iktidarı askerle paylaşır oldular. Pek çok sivil iktidar çözemedikleri sorunları askere havale etmeyi alışkanlık haline getirdiler. Başları sıkıştıkça sıkıyönetim ilan ettiler. Sıkıyönetim, askere gel bu sorunu sen çöz demektir. Hatta en demokratik anayasamız olan !961 Anayasasını kastederek, “Bu Anayasayla devlet idare edilemez” diyen Demirel gibi siyasiler darbeden medet umdular. Sadece siyasi iktidarlar mı? “Sosyal gelişme ekonomik gelişmenin önüne geçti” diyerek o sırada artmakta olan örgütlülüğün ve şahlanan sınıf bilincinin önüne geçmek için askeri çağıran burjuvazi değil miydi? Ürünlerini piyasaya vermeyerek yapay yokluklar yaratan, kriz çıkaran ve sonrada darbe çığırtkanlığı yapan kesim sermaye değil miydi? Bugün demokrasi diye bağıranlar, geçmişte işçi eylemlerini bastırmak ve Grevleri ertelemek için sıkıyönetim talebinde bulunanlar değil miydi? Askerin müdahalesini demokrasiye aykırı bulan burjuvazi, bugün dahi demokrasinin diğer ayağını oluşturan sendikayı fabrikasında görmek istiyor mu? Peki, halkın tercihlerine güvenmeyerek askeri göreve davet eden gazeteci/aydın ve sivil toplum örgütleri olmadı mı hiç. Basın darbeleri alkışlamadı mı? Bir grup azınlığın dışında halkın aleyhine olan ve Özal’ın kaleme aldığı 24 Ocak ekonomik kararlarının uygulanması için 12 Eylül’ü destekleyen Avrupa ve ABD değil miydi? Yani bütün bu olanların sorumlusu sadece asker mi?

Peki ya bugün! Bugün ekonomiyi İMF’ye, Demokratikleşmeyi AB’ye ve Güvenlik konularını Askere teslim eden bir iktidar, İKTİDAR MIDIR? İktidarını İMF ve AB’ye devrederken sesi soluğu çıkmayan siyasi irade neden sadece askere bozuluyor ki.

 
Toplam blog
: 34
: 4474
Kayıt tarihi
: 22.07.06
 
 

Kendimi bildim bileli hiç saf su içmedim... ÇAY benim abu hayat suyum... İnce belli bardakalar çabuk..