Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '19

 
Kategori
Edebiyat
 

Söğüt Ağacı (19)

 

Vedat işten geldiğinde yemek hazırdı. Hemen sofraya oturdu, yemeğini yedi. Yemekten sonra televizyonun başına geçti. Güya haberleri izleyecekti. İş yoğunluğundan yorgun düşmüş olacak koltukta uydu. Yarım saat kadar sonra Sinem uyandırdı. Çay hazırlamıştı. Bir bardak kıtlama çaydan sonra ikinci bardak önündeyken kapı zili çaldı. Bekledikleri yoktu. Komşulardan biridir düşüncesiyle, Sinem kapıyı açtığında tanımadığı üç çocuk, iki erkek, bir kadınla karşılaştı. Yanlış gelmişler diye düşündü. Kime geldiniz diye soracakken, Selman, “Vedat evde mi” dedi. Sinem kapıdan seslendi:

-Vedat birileri seni soruyor.

Birileri sözü Selman’ın dikkatinden kaçmadı:

-Sinem bacım tanımadın mı? Ben…

Sözünü bitirmeden Vedat kapıda dikildi:

-Selman abi, Aysel abla…

Devamını getirmedi. Diğerlerini tanımıyordu. Birlikte geldiklerine göre yabancı değillerdir düşüncesiyle buyur etti. Hoş geldin faslının ardından Selman Süleyman’ı ve çocuklarını tanıtı. Vedat evi nasıl bulduklarını merak ediyordu. Merakını Selman giderdi:

-Daha öncede geldiğimde aklımdaydın. Adresini bilmiyordum. Bu kez, hemşerimi görmeden dönmek istemediğimden adresi abin Cemil’den aldım. Süleyman, yıllardır Çiğli’de oturduğundan eliyle koymuş gibi buldu. Artık Aysel bacımda buradadır. Gider gelirsiniz diye düşündüm. Habersiz geldiğimiz için kusurumuzu bağışlayın. Yalnız Sinem bacım bizi tanımadı.

Vedat “ne kusuru” dedi. Sinem konuşmaya dâhil oldu:

-İkinizi de tanıdım; ama bir anda karşımda görünce benzettiğimi düşündüm. Çocuklarla Süleyman abiyi tanımadığımdan belki de…

Köyden, Erciş’ten, yaşayanlardan, ölenlerden söz ettiler. Ölenleri rahmetle andılar. Mustafa’ya şifalar dilediler. Vedat’ın aklı Süleyman’daydı. Purul’dan olsaydı tanırdı. Selman, sadece eniştem Süleyman demiş teferruata girmemişti. Vedat, çocukların Aysel’den olmadığını biliyordu. Çünkü beş yıl önce köyden ayrıldığında Aysel bekârdı. Kısa bir sessizliğin ardından, Selman; eniştesi ile bacısının evliliğini özetleyerek anlattı. Eniştesi, aynı zamanda kayınbiraderi Süleyman, Yehmal köyündendi. Köy demekte doğru değildi. Erciş’in, mahallesi olmuş, adı Tek Evler olarak değiştirilmişti. Aynı şekilde mahalle olan Purul’un adı Yukarı Çınarlı, Purmak’ın adı Gölağzı mahallesi olmuştu.

Konuştukça laf lafı açıyordu. Süleyman, Vedat’a kaç aydır Ege Kent’te oturduğunu sordu. Yeni yerleşim yeri olduğu için kaç ay diye sormuştu. Vedat önce Gaziemir’de ardından Bayraklı’da oturmuş, iki ay önce aldığı bu eve yerleşmişti. Vakit çabuk geçti. Saat epey ilerledikten sonra misafirler izin isteyerek kalktılar.

Süleyman ile tanıştıktan üç ay sonra Vedat’ın amcasının oğlu Nihat, İzmir’e misafir olarak geldi. Bir hafta kalıp gidecekti. İkinci gün Vedat’la Konak’a gezmeye gittiler. Konak’tan Çankaya’ya geçtiler. Akşam eve döneceklerinde Nihat, “eve gitmeden önce bir yerde birer tane bira içelim” dedi. Vedat müptelası değildi. Tek başına hiç içmemişti. Bazen ortamına göre arkadaşlarıyla bir iki bira içerdi. Diğer içkilerin tadını pek bilmezdi. Hayatı boyunca iki veya üç defa rakı, bir defada votka içmişti. Nihat’ı kırmak istemedi. Köşe başında bir birahaneye girdiler. İkinci katta cam kenarına oturdular. Birer bira, bir çerez istediler. Biralarını yudumlarken Nihat’ın gözü duvar dibindeki masalardan birinde oturan iki kişiye takıldı. Kendi kendine “benzettim” dedi. Birasından bir yudum aldıktan sonra yüzünü aynı masaya bir daha döndü. Bu kadar benzerlik olamazdı. Gençlik yıllarını gözünün önüne getirdi. Birasından bir yudum daha aldıktan sonra “vallahi o” dedi. Kimden söz ettiğini anlamayan Vedat, kim diye sordu. Nihat’ın gözü kulağı duvar dibindeki masada olduğundan Vedat’ı duymayınca sorusunu tekrarladı:

-O dediğin kim?

-Ne?  Ha, şey…

Eliyle masayı gösterdi:

-Kulağı Kesik…

Vedat, Nihat’ın gösterdiği masada oturanları tanımıyordu. Kulağı Kesik kim diye sormasına fırsat kalmadan Nihat Çetin’in masasına gitti. Yanı başında ayakta dikelen birini fark eden Çetin, herhangi biri olduğunu, gideceğini düşündüğünden önce aldırış etmedi. Ayakta dikelen gitmeyince başını kaldırıp baktığı yüz hiçte yabancı değildi. Kendi kendine “Yok be, benzetiyorum” dedi. Nihat, dikelmeye devam edince Çetin dikkatlice bir daha baktı. Ne dikeliyorsun diyecekken gençlik yıllarını hızlıca gözünde canlandırdı. Kırlaşan saçları, hafiften gözaltı kırışıklıkları gayet normaldi. Yıllar geçmişti. Hep aynı kalacak değildi ya. Esmer tenli, karakaşlı, kara gözlüydü. Sağ güzünün yan tarafında, şakağının üzerindeki beni görünce ayağa kalktı:

-Nihat…

-Ya, Nihat. Seni göreceğim aklımın ucundan geçmezdi. Kaç yıl oldu…

-Boş ver yılını, gel sarılayım.

Sıkı sıkı sarıldılar. Bakışıp bir daha sarıldılar. O güne kadar Erciş’ten birini gören Çetin, uzak durmayı, saklanmayı tercih etmişti. Bu kez saklanmadı. İçindeki his, yeter saklandın, bırak, kim nerde olduğumu öğrenmek istiyorsa öğrensin diyordu. Bu saatten sonra ne değişecekti ki. Değişip değişmeyeceğini zaman gösterecekti. Bu tesadüfi buluşmanın yeni bir dönüm noktası olduğunun farkında değildi.

Çetin ile Nihat’ın sohbeti koyulaşınca unutulan Vedat, gözünü o masaya dikti. Nihat’ın gelmesini, gelmeyecekse masaya davet edilmesini bekliyordu. Beklediği davet gelmeyince kendisi gitti. Nihat “seni unuttum” dedi. Sonra Çetin’le tanıştırdı:

-Vedat amcam oğludur. Sen Erciş’ten ayrıldığında çocuktu. Beş yıldır İzmir’de.

Çetin bugün başka biriydi. İzmir’e geldikten sonra ilk defa karşılaştığı Purullularla bir arada oluşuna bu kadar çok sevineceğine inanamıyordu. Başka zaman olsa ne sevinir, ne aynı masayı paylaşırdı. İsteklerini soran garsona “ne varsa getirin, masayı donatın” dedi. Masanın donatılması Nihat’ın hoşuna gitmedi. Yük olmak istemediği gibi donatılacak bir masanın hesabını ödeyebilecek durumda değildi. Hesap bir tarafa ha deyince kalkmak kolay olmayacaktı.

 Vedat, donatılan masalara alışık değildi. O güne kadar her defasında iki bira ile yetinmişti. Bir defa uzun süreli oturduğundan üç bira içtiğini hatırlıyordu. Bu kez iki bira ile kalkılacak gibi değildi. Belki de sarhoş olacaktı. Nihat’ı kırmayıp bir bira içelim derken geceyi geçirecek gibilerdi.

Vedat, ne kadar alışık değilim dese de biralar artarda geldi. Üçüncü biradan sonra Nihat’la Çetin rakıya başladılar. Kafalar iyi olunca sohbet uzadıkça uzadı. Çetin tekrar tekrar sorduğu Purul’u bir kez daha sordu. Açık açık soramasa da Nihat’ın ağzından Aysel ile ilgili bilgi alabilir miyim düşüncesindeydi. Nihat, Aysel’in A’sından dahi söz etmemekte kararlıydı. Tek korkusu sarhoşluğun etkisiyle ağzımdan kaçırır mıyım düşüncesiydi. Kabuk tutan yaraya parmak basmadan kalkmak en doğrusuydu. Bu düşünceyle kalkalım der gibi Vedat’a baktıktan sonra hesabı istediğinde Çetin, “hesap almazlar” dedi. Nihat neden diyecek oldu. Laf lafı açar düşüncesiyle vaz geçti. Kalkmalarını istemeyen Çetin anlatmaya başladı:

-Yıllarca bu bölgedeki meyhanelerde bodyguart olarak çalıştım. Her birini ayrı ayrı korudum, kolladım. Yeri geldi dayak attım, yeri geldi dayak yedim. Yani mekân sahiplerinin üzerinde emeğim çoktur. Sağ olsunlar onlarda beni severler, sayarlar. İki yıl kadar önce kendimi emekliye ayırdım. Artık çalışmıyorum. Akşamları takıldığım mekânlarda benden hesap almazlar. Bende pek fazla içmem. Bugün istisnai bir durumdur. Masayı sizin için donattım.

Gerçek, Çetin’in anlattığı gibi değildi. İlk başlarda yaptığı, zaman zaman maraza çıkaran gençleri kolundan tutup dışarı atmaktı.Daha sonra, sizleri ben koruyorum bahanesiyle meyhaneleri haraca bağlamıştı. Her gün bir meyhanede yiyip içtikten sonra kendine göre hakkına düşeni alırdı. İki yıl kadar önce bu işleri arkadaşına bırakarak köşesine çekilmişti. Yine meyhanelerde içmeye devam ediyor; ama teklif edilen paraları kabul etmiyordu. İhtiyaç olduğunda arkadaşından cep harçlığı almaya devam ediyordu. Yani yine çalışmadan hayatını idame ettiriyordu. Meyhanecilerde, hala geçmişin korkusu vardı. Para almayı kabul etmese de eski arkadaşlarıyla takılmaya devam ettiğinden, bir gün yeniden geri dönebileceğini düşünüyorlardı. Gönlünü hoş tutmak adına, içmeye geldiğinde hesap almıyorlardı.

Kadehin dibindeki rakıyı kafaya diken Çetin, konuşmaya devam etti:

-Nihat ile hasret gidereyim derken Vedat kardeşi unuttum. Ne iş yapıyorsun? Hangi semtte oturuyorsun.

-Devlet memuruyum. Ege Kent’te oturuyorum.

-Yakınında köyden olan var mı?

-Bildiğim kimse yok. Köyiçi’nde oturan, Yehmal köyünden Süleyman adında biriyle yeni tanıştık.

Yehmal köyünden tanıdığı Süleymanları hafızasında canlandıran Çetin, aklına ilk geleni sordu:

-Mırık Cemil’in Süleyman mı?

Nihat içinden “eyvah” dedi. Aysel’den söz etmesin diye dua etti. Vedat’a kaş göz işareti yaptı. İşaretinden mana çıkaramayan Vedat, konuşmaya devam etti.

-O kadarını bilmiyorum. Bizim köyden Aysel abla ile evlidir.

Nihat gözleriyle “ne yaptın” dedi. Sümüklü Aysel deme, der gibi gözlerinin içine baktı. Vedat bu bakıştan kalkalım dediğini sandı:

-Kalkalım mı?

-Kalkalım.

Aysel adını duyunca başka dünyalara dalan Çetin, son konuşmaları duymadı bile. Sevdiği Aysel’den öğrendiği kadarıyla Purul’da altı kızın adı Aysel’di. Belki daha fazlası vardı. Yirmi beş yılda yeni Ayseller dünyaya gelmiş olabilirdi. Purmak’tan ayrıldıktan sonra dünyaya gelen Ayseller ya gelindi ya da gelinlik çağındaydı. Belki de bu Aysel sevdiği değildi. Belki de Tapan’ın Aysel’dir diye düşündüğünde Murat’la daha o zamanlar nişanlandığını çoktan evlendiklerini unutmuştu. Ya sevdiği ise… Kuşkuyla yaşamak kolay olmayacaktı. Kuşku insanı yer bitirirdi. Sevdiğinin evlendiğini bilmekte yüreğini yakacaktı. Her iki durumda da canı yanacağına göre gerçeği öğrenerek yanmayı tercih eti. Aysel’in, kimin kızı olduğunu sordu. Nihat, Çetin’in dikkatini başkasına çekmek için Adil’in kızı diyecekti. Vedat, Nihat’tan önce Hüsam’ın Hüseyin’in kızı dedi.

Çetin, Hüseyin ismini duymamak için, içinden dua etmişti. Bu ismi duyunca masaya vurduğu yumrukla tabaklar, çatallar bir tarafa, bardaklar başka bir tarafa dağıldı. Yere düşenler parçalandı. Nihat’ın haricinde kimse ne olduğunu anlayamadı. Nihat, demeyecektin der gibi Vedat’a başını sallayınca O’ da “ben ne yaptım” dedi. Mekân sahibi ile şef garson hemen masaya geldiler. Mekânda bulunanları yatıştırmaya çalıştılar. Ne olduğunu onlarda anlamamışlardı. O ana kadar masada yüksek ses duymadıkları gibi olumsuz durumda gözlerine ilişmemişti. Korkuları Çetin’in yeniden eski günlerine dönmüş olabileceğiydi. Düşündükleri gibi olamadığını Çetin özür dileyince anladılar. Hatta özür dilemesine şaşırdılar. Masayı dağıtacak, ardından özür dileyecek, olacak şey değildi.

O andan sonra ne Çetin başka şey sordu, ne Vedat anlattı. Çetin evine gitmek için taksi çağırmalarını istedi. Taksiyle gitmezse bir yerde yığılıp kalacağını düşünmüştü. Masaya birlikte oturduğu arkadaşına bu “gece benim eve gidelim” dedi. Vedat ile Nihat’a “hadi sizde evinize gidin” dedi.

Nihat ile Vedat; Çiğli, Menemen dolmuş durağına kadar sessizce yürüdüler. Bindikleri Menemen dolmuşunda da bu mevzuyu konuşmadılar. Çiğli’yi geçtikten sonra Ege Kent yolunda dolmuştan indiler. Vedat, Ege Kent’e girişteki Şirin Evler sitesinde oturduğundan başka dolmuşa binmeye gerek duymadılar. Şirin Evler sitesi on, on iki dakikalık yürüme mesafesindeydi. Yürümeye başladıklarında sessizliği Vedat bozdu:

-Ne olduğunu hala anlamış değilim.

-Ne olmadı ki. O kadar da sus diye işaret ettim.

-Çetin’i bu kadar sinirlendirecek ne söyledim?

-Adamın yarasını kaşıdın. O yara bir daha kapanır mı bilmem. Yok, yok bir daha kapanmaz…

-Muammalı konuşmasana.

-Aysel Çetin’in sevdiği kadındır. Sen o zamanlar küçüktün. Bundan yirmi beş yıl kadar önce istedi vermediler. Sonra ne olduysa köyünü terk etti. Kimse nerde olduğunu bilmiyordu. Yıllar sonra İzmir’de olduğu söylentisi yayıldı. Başka ilde olduğunu söyleyenler vardı. Senden önce konuştuğumuzda, hala bekâr olduğunu söyledi. Aysel’e olan aşkından başkasıyla evlenmeyi düşünmemiş. Aysel’de yıllarca döner diye bekledi. Daha sonrasını biliyorsun. Süleyman’la evlendi.

 

 
Toplam blog
: 45
: 180
Kayıt tarihi
: 17.04.13
 
 

1961 Erciş doğumluyum. İlk öğrenimimi Erciş Emrah ilkokulunda tamamladım. Konya Ereğli İvriz Öğre..