Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '06

 
Kategori
Haber
 

Şöhret uğruna sıkılan kurşunlar!..

Şöhret uğruna sıkılan kurşunlar!..
 

"Arkadaşımı isim yapmak için vurdum!" Evet! Aynen böyle söylüyordu Burak Akpolat adlı katil zanlısı gazete haberlerinde! Gözlerime inanamadım önce! Gözlerimin beni yanıltmadığını, okuduğum haberin doğru olduğunu görünce de okuduklarıma inanamadım! İnanmak istemedim demek daha doğru galiba!

Yazılarımı okuyanlar bilir.. Basın-Yayın-Medya başlığı altında, ilk yazdığım yazılardan "Bizi İzlemeye devam Edin" başlıklı yazımda (ki bu yazıyı aslında 2003 yılında yazdığımı da açıklamıştım) bahsetmiştim aslında bu korkularımdan. Ekranlarımızdaki yozlaşmanın ve beraberinde getirdiği kirliliklerin faturasını toplum olarak ağır ödeme ihtimalimizin bulunduğunun sinyallerini vermeye çalışmıştım! Ve bugün okuduklarım karşısında, sanki gördüğüm bir kabusun uyanık anımda da peşimi bırakmadığı duygusunu yaşadım!

Toplum olarak nasıl bir yozlaşmanın eşiğindeyiz düşünebiliyor musunuz? Nasıl bir uçurumun kıyısında dans etmekte olduğumuzu sizler de farkedebiliyor musunuz?

Kuru kuruya "Şöhret" olma hevesi iğrenç bir pelerin misali öylesine sarıp sarmalamış ki bazılarını! İnanılır gibi değil! Akıl alır gibi değil!

Ortadaki senaryoyu düşünsenize:

Çocuğun bir tanesi arkadaşının kapısını çalıyor, onu kapı önüne çağırıyor ve silahını üzerine doğrultarak oracıkta hayatına kast ediyor! Silahındaki kurşunları üzerine boşaltıp, arkadaşı üzerinde ölümcül yaralar açıyor ve amacına doğru hızla ilerleme yolunda, ilk basamak olarak arkadaşının yaşamının üzerine basıyor! Amacı ne? Meşhur olmak! Tanınmak! İsim yapmak! Ve asıl büyük amacına doğru yol alırken, ilk hamlesi ne? Bir cinayete imza atmak! Birini öldürmek! Ve muhtemelen gönlünü şöyle birkaç dakika gezdirip "Kimi vursam acaba, kimi vursam acaba?" sorusuna yanıt ararken aklına ilk gelen arkadaşının kapısına dayanıp, ilk hamleyi tamamlamak! Gerisi zaten nasılsa gelir!

Ve ilk hamle tamam! Görev başarıldı(!), arkadaş öldü!

Evet, arkadaş öldü! Bu ne demek? Haber olmak demek! Medyada gündeme gelmek, haber bültenlerinde isminin geçmeye başlaması demek!

Sırada ne var?

Dizilerde dönen dolaplardan, mafya hesaplaşmalarından ve mapus damını ikinci adres yapmalarından anlaşılıyor ki cezalar da zaten galiba çok ağır değil! Herkesler çatır çatır içeri girip çıkıyorlar ve şanlarına şan(!) katıyorlar! dışarıdayken şansı yaver gitti ve arkadaşını öldürdü! İlk hamle tamam! Eğer içerde de şansı yaver giderse, iyi hal falan derken cezası da kısalırsa birkaç yıl yatar ve çıkar! Sonra?!! Sonrası malum! Eğer bir şöhret yarışması yakalarsa, seçmelere girer. Hele bir de oralarda birkaç ajitasyon cümle kurdu muydu hiç sorun yok! Muhteşem başarısının(!) üzerine sos niyetine birkaç çeşit zorluk ve buram buram dramatizm de ekledi miydi, televizyonlarda adının sıkça geçmesi için ortada hiçbir eksik kalmamış olacak!

Hatta "Uyuşturucu kullandım" diyebilir, "Sokaklarda süründüm" diyebilir! "O günlerimde hep halkın sevgisine inandım ve güvendim! Programcıların iyi koku alan burunlarına güvendim ve yaşadıklarımla, yaptıklarımla, başarılarımla(!) onların bu çok iyi koku alan burunlarını sızım sızım sızlatabileceğime inandım" diyebilir! "Beni buralara siz getirdiniz ey halkım! Sizlere ve benim sizlere ulaşmama imkan tanıyan herkese huzurlarınızda çok teşekkür ediyorum" diyebilir!.. Ne de olsa meşhur olma yolunda anlatabileceği sağlam bir hikayeye ihtiyacı var değil mi?!

Günü geldiğinde, muhteşem döşenmiş evinde, çıtır çıtır yanmakta olduğu şöminesinin önüne geçip, afilli bir oturuşla anlatacağı sağlam(!) hikayeler gerekli! Böylesi daha cazip oluyor değil mi?!.

Kimseleri zan altında bırakmak istemem ama aklımın erdiği kadarıyla şu soruyu sormaktan da alakoyamıyorum kendimi! Önümüzdeki örnekleri düşündükçe bu çocuğun tanınmak için arkadaşını vurması, hangi sebeplerden kaynaklanıyor olabilir acaba diye soruyorum kendime! Birazcık da olsa, miniminnacık da olsa "acaba mı?!!" diyorum!

Hangilerimiydi o örnekler?!!

Zamanında Zeynep Uludağ da Kumkapı’da işlediği cinayetin ardından şöhret(!) olmamış mıydı?!! Attığı her adım takip edilip, meşhur edilmemiş miydi?! En sonunda verdiği çıplak pozlarla magazin dergilerine kapak bile olmamış mıydı?!!

Doğuş magazin programlarına çıkıp, sokaklarda yaşadığı günlerini ve illegal girişimlerini anlatmıyor mu ballandıra balladıra?!! Hatta daha birkaç gün önce, sahte pasaportlarla yurtdışına nasıl kaçtığını, Almanya’dayım diye ortalıklarda salınırken ve magazincilerin o dönemlerde "Flaş flaş flaş! Doğuş’u saklandığı yerde bulduk ve konuştuk!" diye büyük habercilik(!) başarısına imza attıkları günlerde Almanya da yaptıkları röportajlarla ortalığı salladıklarını sanırken, kendisinin Almanya’da gibi görünüp aslında İspanya’nın küçük bir köyünde yaşamakta olduğunu anlatmıyor muydu? Sonra da "Allah razı olsun, Allah rahmet eylesin! Büyük politikacı ve büyük lider Ecevit’in çıkarttığı af sayesinde dönebildim. Bundan sonra bütün oylarım ona!" demiyor muydu?!! Ne macera ama! Nefesimiz kesildi ve yüreğimiz parçalandı izlerken!

Peki ya Bayhan?!! Ona ne demeli?!! Bayhan da suçlu kimliği ile yüreklerin tellerini titretip fethetmemiş miydi gönülleri?!!

Eeee? Daha ne o zaman?

İnsanlar tabii ki hayatlarının onları sürüklediği yollarda bir takım hatalı dönüşler yapabilir! Tabii ki zaman zaman çok pişman olacağı hataların altına isteyerek veya istemeyerek, kalın kalın imzasını koymuş olabilir! Hatta bunlardan kendisi günü geldiğinde deliler gibi pişmanlık da duyabilir! Ama suç işlemek ve suçlu olmak bir rant sağlama aracına dönüştürülebiliyorsa eğer, işte asıl büyük tehlike burada gizlidir! Ve kanımca, bu tarz hataların bir istismar ve tanınma malzemesi olarak kullanılmasına aracılık etmek, o insanların bu yönlerini bir rant silahı olarak kullandırmak, en az onların kişisel olarak işledikleri suçlar kadar SUÇtur!

İşte o zaman bir çok cahil insan, neyin ne olduğunu ayırdedecek kapasiteye ulaşamamış pek çok insan "Devir suç işleme devridir!" ya da ne bileyim?!! "Türlü türlü rezilliklerle, kepazeliklerle meşhur(!) olma devridir!" diye bir yanılgıya sürüklenebilirler!

Hani çok meşhur bir söylem var ya? Türkiye'de insan her şey olabilir ama bir tek "REZİL OLAMAZ!" diye!

Ekranlarda dönenleri gördükçe, sokataki insanımızın konuşmalarına ve hayallerine tanık oldukça !!Acaba mı?!" diyorum!

Umarım kabus görüyorumdur ve tüm bu düşündüklerim bu uzun süren kabusun bende yarattığı paranoyadan ibarettir! Umarım!!!

 
Toplam blog
: 117
: 2206
Kayıt tarihi
: 22.06.06
 
 

1969 İstanbul'unda açmışım gözlerimi bu dünyaya... Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu, şimd..