Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '11

 
Kategori
Kitap
 

Sol ayağım

Yazarı: Christy Brown 

Özet: 

Kitabın yazarı doğuştan beyin felci geçirmiş, yirmi iki çocuklu bir ailenin on üçüncü çocuğuydu. Doktorların ümitsizce bahsettiği bu çocuk, bütün olumsuzluklara rağmen yılmamış ve kitabını ortaya çıkarmıştır. 

Christy’in daha dört aylıkken farklı olduğu görülür ve doktora götürülür. Doktorun acı gerçeği söylemesiyle, annesi bu duruma inanmak istemez. Doktorlar ümitsiz vaka olduğunu söylerler. Ama annesi onu bir eşya gibi bir köşeye atmayacağını, iyileşmesi için elinden geleni yapacağını söyler. Annesinin kendisine en büyük destekçi olacağını bilir. Diğer aile üyeleri anneyle aynı fikirde değillerdi. Bu şekilde dört yıl geçti. Christy hala küçük bir çocuk gibi başkasına muhtaçtı. Konuşmak bir yana mırıldanamıyordu bile. 

Annesi bir gün hikaye kitabındaki resimleri göstererek oradaki bitki ve hayvan isimlerini Christy’e söyletmeye çalışırdı. Christy ise anladığını gösteren en ufak bir tepkide bulunamıyordu. Beş yaşına basmasına rağmen, değişik bir hareket gözlenemezken bir gün ilginç bir şey oldu. Christy kardeşinin elindeki tebeşiri sol ayağıyla alarak, tahtaya gelişi güzel karalamalar yaptı. Herkesin dikkati bir anda o yöne kaydı. Annesi yanına gelerek bir tebeşir de o aldı. Benim yaptığımı yap, diyerek yere bir ‘A’ harfi yazdı. Aynısını yaz, dedi Chris’e. Denedi, yapamadı, tekrar denedi. Titredi, terledi ve bütün kaslarını gerdi. Bütün gücünü toplayarak yazmayı başardı. Kırık tebeşirle yere çizilen o bir harf zihinsel özgürlük ve yeni bir dünya demekti. 

Annesi diğer harfleri de aynı şekilde öğretmeye çalışıyordu. Önce isminin baş harflerini daha sonra da bütün ismini yazmayı başardı. Anlaşır şekilde konuşamıyordu ama aile üyelerinin anlayacağı şekilde homurtular çıkarıyordu. Yedi yaşında da pek konuşamamasına rağmen tek başına doğruluyor, sürünerek bir yerden diğer yere gidebiliyordu. Zaman ilerledikçe sol ayağına daha fazla bağlanıyordu. Sol ayağı içinde bulunduğu hapishanenin tek anahtarıydı. 

Hasta kardeşine bakmaya gelen bir doktora, annesi onu da gösterdi. Doktor kağıt kalem çıkararak adını yazmasını söyledi. Yazmaya başladı, fakat tükürükle silmek isteyince, neden tebeşir gibi silinmediğini merak eder. Doktor başını okşayarak harika bir çocuk olduğunu söyledi. Daha sonra ara sıra eve uğrayarak gelişimini takip etti. Annesinin ona bir şeyler okuması yetmiyordu artık. Kendi kendine okumak istiyordu. Dolmakaleme alışamamış, ancak tebeşir yerine kurşun kalem kullanırdı. Yeni kelimeler yazmaya çalışıyordu. Bir gün kardeşini kitabında gördüğü o sözcüğü yazmak için çabalarkan, sevinç çığlığı attı. Yazmıştı o ‘ANNE’ kelimesiydi. 

Yedi yaşındayken akranlarıyla arkadaş olmaya başlamıştı kardeşlerinin yardımıyla. Paslı eski bir arabayla onu dışarı çıkarıyorlardı. Mahallenin çocukları soru sormadan onu da samimiyetle aralarına kabul etmişlerdi. Arabadan bir çok kez düşmüştü. Bu düşüşler onu daha da güçlendirdi. Hep birlikte yemek yerler, sonrasında da oyunlar oynanırdı. En çok da körebe oynardı Christy. Bazen onun da gözünü bağlarlar körebe yaparlardı. Sessizce etrafını dinler, nefes alış verişinden ya da gülüşlerinden nerede olduklarını bilir, o tarafa sürünür, sol ayağıyla elbisesinden yakalardı onları. 

Noel onun için ayrı bir heyecandı. Noel babanın getirdiği kağıtlara sarılmış küçük oyuncaklar onu ve kardeşlerini çok mutlu ederdi. Annesi taksitle bir radyo almış, Pazar ayinlerini radyodan dinlerdi. Yaşı ilerledikçe, annesi İlahiyatla da ilgilenmesi için uğraşıyordu. Ancak başarılı olamıyordu. Hikayeler kadar dikkatini çekmiyordu. Tanrı’nın bu dünyayı nasıl yarattığından bahsederdi. Bu evleri onun verdiğini söylerdi. Ancak Christy buna inanmazdı. Babası duvar ustası olduğu için bütün evleri onun ve onun gibilerin yaptığını düşünürdü. Sinemaya gitmeyi de çok seviyordu. Bir gün kardeşleriyle birlikte sinemaya gittiler. Çıkışta da Chirshty’in kardeşi babasının cebinden kaçırdığı sigarayı içmeye başladılar. Bir tane de ona verdiler. O daha yakmalarını beklemeden çiğneyerek yedi. Bir daha istedi ancak vermediler. Kardeşleri yüzmeye giderken, evde sıkılmasın diye onu da götürürler. O da suya girmek ister. Kollarına girerek onu da suya girdirirler. Başkasının yaptıklarını yapabilmenin eşsiz hazzını tadar, bir kez daha. 

Bir gün kardeşleri balık tutmaya gittiler, fakat onu götürmediler. Çarpık ellerine baktı. Dünyanın temelleri sarsılmış gibiydi, eskisi gibi mutlu olamıyordu. On yaşındaydı. Yalnız yemek yiyemeyen, yürüyemeyen, konuşamayan ya da giyinemeyen bir çocuktu. Sokağı seyrettiğinde gördüğü manzaralar onu daha da üzüyordu. Kardeşleri top oynarken, o evin içinde yapayalnızdı. Eski arabası emekli olmuş, annesi yerine bir araba alabilmeyi başarmıştı. Kardeşleri onu yeni arabayla dışarı çıkardılar. O günlerden sonra yılda bir ya da iki kez ancak çıkıyordu. Annesi değişikliği fark ediyordu. Onu yalnız bırakmamak için elinden geleni yapıyordu. 

Gazetelerden öyküler çıkaran annesi, o hikayeleri yazması için önüne kâğıt kalem bırakırdı. Yazısı çirkin, kocaman, eğri büğrüydü. Noktalama işaretlerini hiç kullanamıyordu. Bir noel hediyesi olan oyuncak askerleri kardeşinin boya kalemiyle değişirler. Annesiyle yalnız kaldığı bir zaman boyayı çıkarıp resim yapmayı denedi. Oluyordu. Sol ayağıyla tuttuğu boya fırçasını önce suya batırıyor, ardından sevdiği boyaya sürüp resmini yapıyordu. Resim yapmak onu keyiflendiriyor ve içinde olduğu bunalımdan kurtulmaya başlıyordu. Sürekli resimle meşgul oluyordu. Bir gün annesi hastaneye kaldırıldı. Yirmi ikinci çocuğunu doğurmuştu, doğumdan sonrasında da kötüleşen annesinin öleceğini zannediyordu. 

Rotunda Hastanesinde hastabakıcılık öğrencisi olan bir bayan, bir gün eve gelir. Kendisini annesinin gönderdiğini söyler. Annesi için ondan mektup yazmasını istedi. Kalemi sol ayağının parmaklarının arasına alarak birkaç satırlık mektup yazdı. Mektubu götüren bayan tekrar geleceğini söyledi. Bayan Delahunt, Christy’nin hayallerindeki kızdı. Onu görünce heyecanlanıyordu, hala konuşamıyordu. Konuşamaması yeni arkadaşıyla ilişkisini olumsuz etkilemiyordu. Zihnini geliştirmeye başlamış, kendini ve çevredekileri daha iyi anlayabiliyordu. Resim yapmaya devam ediyordu. Yaptıkça daha mutlu ve huzurlu olurdu. Onu mutlu eden sadece resim yapmak değil, resimleri kız arkadaşının beğenmesi mutlu ederdi. 

Bir gün sol ayağıyla gazete sayfalarını çevirirken bir resim boyama yarışması gözüne çarpar. On iki ile on altı yaş arasındaki çocuklar katılabilecektir. Christy on iki yaşını geçmişti, yarışmaya katılabileceğini düşündü. Haberi annesine gösterir, o da denemesini söyler. Boyanacak resim bir balo tablosuydu. Pazar öğleden sonrasını resim için ayırmıştı ve sonunda bitti. Hayal ettiğinden daha güzel yapmıştı. Ertesi gün resmi annesi gazeteye postaladı. Bir hafta sonra eve bir muhabir ve fotoğrafçı geldi. Bayan Delahunt Christy’nin haberi olmadan gazeteye gitmiş. Resmi yapanın sol ayağıyla yaptığını söylemiş, onlar da inanmamış olacaklar ki bakmaya gelmişler, diye düşündü. Annesine bir sürü soru sorarlar. Sonunda da ayağıyla resim yaparken bir fotoğrafını çekerler. Bir hafta sonraki gazetede kazandığını görmüşlerdi. Evdeki herkes mutluluktan uçuyordu. Hiçbir zaman denemekten vazgeçmemesini söylediler. Özellikle kız arkadaşının davranışı onu çok daha mutlu etmişti. Sol ayağıyla bir kez daha zafer kazandığını düşündü. 

Hayallerindeki kız değişmiş başka bir kız arkadaşı olmuştu. Yaşı yaşına daha yakındı. Ona küçük notlar yazar kardeşinin aracılığıyla ona gönderirdi. Kızın adı Jenny idi. Jenny ona hiç okumadığı ama değer verdiği dergiler ve kitaplar getirirdi. Bir gün bahçede onu getirdiği dergiye bakarken onu öptü ve gitti. Bir daha da yanına gelmedi. Not gönderiyordu sürekli ama ne yazık ki cevap gelmiyordu. Christy çocuk olmadığını biliyordu ama yetişkin de değildi. On beşinci yaş gününü kutlamışlardı. Partiye Jenny de gelmişti. Ancak onun acıyan bakışlarını görmek ondan nefret etmesini sağlamıştı. Çocukluğun neşeli umursamazlığı ve yetişkinliğin acısı ve hayal kırıklığı arasında asılı kalmıştı. Ona acıyan gözlerle bakılması geleceğinin umutsuzluğunu ve belirsizliğini gördü. 

Ümitsizliği giderek artıyordu. Diğerlerinden farklı oluşu hiçbir işe yaramaması, elinin ayağının şekilsiz olması onu çok üzüyordu. Aklına birden yazı yazmak geldi. Sol ayağına kalemi sıkıştırıp içinden ne geliyorsa yazdı. Bu onu rahatlatmıştı. Yazı yazmayı ilerletir ve küçük hikayeler yazmaya başlar. Önceki kız arkadaşı Bayan Delahunt evlenmiş Bayan Maguire olmuştu. Evlendikten sonra da onu görmeye gelirdi ara sıra. Bayan Maguire ona Lourdes’e gitmeye ne dersin diye sorar? Bu teklif onu heyecanlandırdı. Gitmeye karar verir. On sekiz yaşında ve hala tek başına isteklerini yerine getiremiyor. Uçağa biner ve çevreyi seyrederek yolculuk ederler. Uçaktaki diğer yolcular da kendisi gibi çocuklar vardı. Kiminin kolu, bacağı yoktu, kimisi ise daha geç öğrenebiliyordu. Bu insanları görünce durumu kendinden daha kötü olanlar vardı. Bu duruma sevinmeliyim diye düşünür. Dünyada bu kadar sakat insan olduğunu görür. 

Uçak Fransa’ya varır, ambulansla çocukları otele yerleştirirler. Ertesi gün hamama giderler. Hamam sonrasında da türbeye giderler. Hepsinin amacı aynıdır; dua ve umut etmek. Bir haftalık tatilin ardından evine döner. Yalnızlık tekrar kendini hissettirir. Bir akşamüzeri eve bir doktor gelir, küçükken onu muayene etmiştir. Yeni bir tedavi yolunun geliştirildiğini ve onu tedavi edebileceğini söyler. Ertesi gün tekrar muayene ederek tedaviye başlanacağı söylenir. Tedaviye yardımca olacak bir asistan eve gelip gidecektir. Egzersiz içeren özel bir tedavi hazırlanır. Evleri dar olduğu için hareketleri yaparken sürekli bir yerlere çarpar. Annesi onun için bir oda yaptırmaya karar verir. Babası ve kardeşleri onun için bir oda yaparlar. 

Odayı fazla kalabalık olmayacak şekilde eşyalar yerleştirilir. Kitaplarını koyması için bir de raf yapılır. En sevdiği yazar Charles Dickens idi. Onun altı ya da yedi kitabını okur. En çok da David Copperfield’ı sevmiş, üç kez okumuştu. En heyecanlandıran kitap ise Kaptan Cook’un Seyahatleri’ydi. Kayıp adalar, batan gemiler ile ilgili ilginç hikâyeleri okudukça korku ve heyecan yaşardı. Bunları okudukça bir gün dünyanın bütün şehirlerine yolculuk edeceğini , yeni insanlarla tanışacağını hayal ederdi. 

Dr. Collis onu Londra’ya göndermeye karar verdiğini söyledi. Yengesi de doktordu. Onun da muayene etmesini istiyordu. Eğer tedaviye cevap vereceğini söylerse tedavi devam edecekti. Annesiyle birlikte Londra’ya giderler ve doktor muayene eder. Tedaviye başlanıyordu, tedavi için ondan istenen tek şey sol ayağını kullanmamasıydı. Oysaki o on sekiz yıllık hayatında sürekli onu kullanmıştı. Dublin’e dönüşün ertesinde tedaviye klinikte devem edecekti. Her sabah bir ambulans onu alacak kliniğe gideceklerdi. Orada bir sürü kendisi gibi çocuk vardı. Kimisi ağlıyor kimi de bağırıyordu. Christy çocukluğunu hatırladı. Hastanede tanıdığı bir hemşireyle yazışıyordu. Mektuplarını kardeşine yazdırıyordu. 

Kardeşinin kompozisyon ödevine yardım ederken aklına harika bir fikir gelir. Düşündüklerini, hissettiklerini ve yaşadıklarını yazmaya karar verir. Bunu da kardeşinin yardımıyla yapacaktır. Kardeşi okul sonrası onu odasına geliyor, söylediklerini yazıyordu. İlk bölümde evdeki yaşantısını anlatıyordu. Yazdıklarını taslak halinde biriktiriyordu. Bir eksik vardı ancak nerede hata yaptığını bilemiyordu. Doktorundan yardım ister. Dr. Collis kucağı dolu kitapla gelir. Bu kitapları okuyarak nasıl yazacağını söyler. Yazdıklarını inceler, güzel olduğunu ancak daha da güzel olabileceğini söyler. Yeniden yazmasını söyler. Kliniğe gidip gelmeye de devam ediyordu. Bir yandan tedavisi devam ediyor diğer yandan da yazar olma konusunda çabalıyordu. 

Annesinin ona öğrettiği şekilde bilmektedir yazmayı. Doktoru bunu geliştirmek için özel bir hoca tutar ve eve gelip gitmeye başlar. Haftada iki kez geliyordu. Başlarda onu yanında kendini cahil gibi hissederdi. Zaman ilerledikçe çok şey öğrenmişti. Bertrand Russel’ın felsefesi, Thompson ve Yeats’ın şiirleri, psikanalizin ne olduğu gibi sıradan derslerin dışındaki şeyler hakkında da tartışırlar bir sürü şey öğrenirdi. Matematik konusunda da bayağı ilerleme kaydeder. 

Yazılarını başkasına yazdırmak olmuyordu, istediği gibi yazamıyordu. Tekrar sol ayağını kullanarak yazmaya devam etti. Doktoru mecbur olmadıkça kullanmamasını söyler. Dublin’de beyin felci yararına bir konser verilecektir. Etkili olsun diye de konuşmayı Christy’nin yapmasını isterler. Konserden sonra doktor kürsüye gitti. Konuşma yapmayacağını ancak Christy’nin yazılarından bir kısmını okuyacağını belirtir. Onu göstererek sol ayağıyla yazdığını söyler. Yazıyı okumaya başlayınca salonda çıt çıkmadan herkes sessizce dinlemeye başlar. İlk harfi nasıl yazdığı yerleri okuduğunda bazılarının ağladığını görür. Konuşma bitince salonda bir alkış kopar. Bir buket çiçek Bayan Brown’a verilir ve çok tebrik edilir. Konser sonrasında da devam etti. Artık rahattı arkasına yaslanmış sol ayağı müziğe ritim tutuyordu. Huzurlu ve mutluydu. 

Sonuç: 

Bütün olumsuzluklara rağmen hayata tutunmaya çalışan bir öyküydü bu. Bütün uzuvları yerinde olduğu halde hiçbir iş becermek için çabalamayan onca insan varken. Bu hikâyeyi kendimize örnek almalıyız. Tanrı’ya bize verdikleri için şükretmeliyiz. 


 

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..