- Kategori
- Güncel
Soma'ya ağıt..
(Dr. Taner Özek'in çizgileriyle..)
Bir sesti duydukları
hafiften ıslığa benzer
sessiz gibi
ama sanki hain...
Hüseyin'di "toprak seslendi" diye gülen
Ali'ydi "yağdı yağmur çaktı şimşek, şair oldu bizim Hüseyin" diyen
Ahmet durdu
kokladı havayı
dedi ki beyni
"durma, kaç Ali"...
Dursun'du oradaki reis
giderken arkada
dönerken en önde yürüyen
"durun kardaş
ben iyi tanırım
bu ses o ses değil" diye içinden geçiren...
dört tane gözdüler
dört tane de geride
gerek var mı isimlerine
ellerinde kömür karası hepsinin
herbirinin gözlerinde karanlığın beyazı
yolundaydılar her zamanki gibi
öğle arası iki lokmanın...
o ne rüzgardı öyle Tanrım
sesi katmış önüne
uğultusu sanki yedi başlı canavar...
yaladı yüzünü önce en arkadan gelen Hüseyin'in
Ali çevirirken başını geriye
Ahmet'in bir adımı iki oldu
Dursun ise hiç bakmadı geriye
anladı gelen benzemezdi hiçbirşeye
ya koşacaktı ışığa
ya da hoşgeldin diyecekti
ölüme...
bunca yıldır altındaydı yerin sekizi de
ikisi yaşamıştı grizuyu hafiften
altısı dinlemişti eskilerden
"bırak kazmayı yere
bakma arkana kaç" diyenlerden
amcası anlatmıştı Ali'nin ki
"önce bir soğuk vurur ensene
alıştırır seni yavaştan
sonra anlarsın o yalazıdır alevin"...
ama bu soğuk
başka bir soğuktu
benzemeyen hiçbirşeye...
ıslaktı...
kapkaraydı...
sanki pençesiydi ejderhanın
kaptı sekizini de
Ali baktı Hüseyin önünde ayakları havada
gözgöze Ahmet'le
ki Ahmet en öne geçmiş durakalmış
Dursun geri dönmüş açmış ellerini
"uşaklar bu ne?"
geride kalan dört ise
artık karanlığın pençesinde!
katran karası suydu
akan gelen karşıdan
gözler şaşkın bakarken birbirine
“su ki hayat
peki bu ne?”
"Kızım" diye açtı ağzını Hüseyin
su doldururken genzini bildik kömür tadıyla
geçti aklından
"okuldan kim alacak akşam?"
Ali çattı kaşlarını
"ya benimki?
dövüyor annesinin karnını
gelecek ha bugün ha yarın"
Ahmetse dönüyordu olduğu yerde
düşünemedi bile şu an nerede ve bu ne..
Dursun
hani grubun reisi
anladı başlarına geleni
bir eli ardındakine uzandı
diğeri karanlığın yuttuğu ışığa
tutsa ucundan
evdeydi akşama belki bir kaşık çorba tadında...
karanlık heryerde
görmeyen gözleri
duymayan kulakları
katran karası ciğerlerinde
bu kadar mı çabuktu
bu kadar mı hızlı
ah kader!
dördü verdi elele
diğer dördü kimbilir nerde
isimsizdiler o anda
hala da öyle......
çekti Dursun reis üçünü de kendine
ellerinden tanıdı her birini tek tek
Hüseyindi baş parmağında nasır olan
Alinin sol el küçük parmağı çocukluktan dönüktü avucuna
Ahmet ise
zaten daha çocuktu ince bir dal gibi...
reis çaresizliğin pençesinde
yapabildiği tek şey
sarılmaktı çok sıkı ki
emanetlerini görürebilsindi öte tarafa
sözü vardı çünkü bu dünyada...
sekiz bedendiler...
dördünü biliyorduk
kalan dördü de
yoldaş oldu onlara!
...
onlar yaşadı
biz öldük…
Prof. Dr. İrfan Serdar ARDA
Çocuk Cerrahisi Uzmanı
https://www.facebook.com/ArdaCocukCerrahisiSayfasi
https://twitter.com/drserdararda
https://tr.linkedin.com/in/isarda