Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '11

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Statükoculuk bu ise ben statükocuyum! Bu suç ise ben de ıslah olmaz bir suçluyum!

Statükoculuk bu ise ben statükocuyum! Bu suç ise ben de ıslah olmaz bir suçluyum!
 

Mustafa Balbay, Mevlana’nın Farsça asıllı çeşitli eserlerini çevirip derleyen, Prof. Dr. Mehmet Kanar’dan yaptığı alıntı ile şu an ki ikametgâhına, Silivri Zulûmhanesi adını vermiş. Burada sürdürülmekte olan yargılamalardan 16.Ağustos.2010 günü gerçekleşen bir duruşmada, sanık sıfatı ile ifadesi istenen kişi, savcının ileri sürdüğü iddialar karşısında, savunma yapma gereği bile duymayarak, sadece görüşlerini açıklamakla yetinmişti. Şöyleydi o açıklama; 

13.AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA 

Sayın Başkan, Saygıdeğer Heyet; 

Mustafa Kemal’den, onun devrimlerinden, millet olarak, şahsi çıkarlarımız uğruna, ödün vere vere, Hasdal - Silivri, Zindanlarına çekildik. 

Bizi ihanete uğrayan Atatürk devrimleri buralara attı. Hakikatin ağırlığını yüklenemeyen geçim kapısı vatanseverliği de burada tutuyor. 

İki sene önce; TSK’nın namuslu ellerinden, terörist olma şüphesi ile alındım. Kuvvetli suç şüphemi oluşturan, delil klasörü incelendiğinde, Kemalizm’in; terörist ideolojisi ilan edildiğine tanık olacaksınız. (250 numaralı klasör.) 

Bilinmelidir ki; Atatürk Devrimlerinin nasibi, terör iddianamelerine oyuncak olmak değildir

Bu iddialar; Mustafa Kemal’i anlama yeteneğinden yoksun, hastalıklı kafaların, sefil ruhların ürünüdür. 

Kurduğu devlette, onun sağladığı imkânlardan yararlananlar, onu yargılamaya çalışıyor. Şaşırmıyorum; çünkü bir diğer suç unsurum olan “Nutuk’tan” mikroplara karşı bağışıklıyım. 

Mustafa Kemal’e ait düşüncelerle suçlanıyorum.  

Ne güzel benim suçum, ne güzel benim davam. 

Dilerim kuvvetli suç şüphem katlanarak artar. O zaman hayatım daha da anlam kazanacaktır. 

Kürsüye ulaşabilmem 2 senemi çaldı. Yüreğimdeki yurt sevgisi, askerlik gurur ve şerefimle, bir de 26 yaşımla oraya yürüyecek ve savunma vereceğim. 

Askere diz çöktürmeye çalışanlara, devlet ve milleti için peşinen ölümü tercih etmiş Türk Subayı’nı, iki senede, iki büklüm yapabileceğini zanneden sığ zihinlilere, tarihin şanlı sayfalarına layık Mustafa Kemal adını, terör sayfalarında lekelemek isteyenlere söyleyeceklerim var! 

Islah olmadım! 

Bu toplantıyı izlemekte olan, Ebedi Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün iradesini, titremeksizin vatan için bedenlerini feda eden ve şimdi adeta kabirlerinden başlarını kaldırırcasına bizleri izleyen şehit ruhlarının dileklerini, Türk Milletinin vicdanının sesini, kendi sesimde birleştirerek, bütün Dünya’ya haykırıyorum: 

Ben ıslah olmadım! 

Hiçbir güç benim vatana olan sevgim ve onun azametini ıslah edemez! 

Beni hıyanetin dostu, karanlığın yoldaşı olmama suçundan ıslah edemezsiniz! 

İnancım odur ki M. Kemal düşüncesinin takipçisi olmak, Türk Milleti’nin ortak suçudur. Hiç değilse namuslu kalan, omurgasız olmayanların ortak suçudur bu. Türk Milleti’nin her bireyi potansiyel suçludur. 

Suç sayılan eyleme katılmam tam bir inanç ve bilinçledir.  

Bu uğurda taşıyacağım prangalardan, mahkûm edileceğim en ağır cezalardan şeref duyarım.  

Ama zindandan çıkacağımız gün bizi yeniden mahkûm etmeniz gerekecek. 

Çünkü biz o gün de bu gün olduğumuz kadar suçlu olacağız.” 

Kimdir burada aktardığım ifadenin sahibi, ıslah edilemez Atatürk devrimcisi sanık? 

Kara pilot Teğmen; Mehmet Ali Çelebi. 

Hani şu 18.Eylül.2008 tarihinde Ergenekon operasyonu dâhilinde arandığını öğrenince, Ankara Merkez Komutanlığına giderek teslim olan. Bir gün sonra, incelenmek üzere İstanbul Emniyetinde, telefonu 1 dakika 23 saniye açılıp hafızasına, bu 1 dakika 23 saniyede, 139 şüpheli numaranın sehven eklendiği telefonun sahibi yok mu? İşte o! 

Bu ve benzeri yöntemlerle deliller üretilerek, zulümhanelere kıstırılan başkaları yok mu? Var! Var değil, çok! Hem de pek çok, hatta sayısız! 

Mesela “Kafes Eylem Planı” nın yazılı olduğu DVD’nin sahibi, Levent Bektaş. Avukatları planın altında yer alan imzanın sahte olduğu iddiası ile Bektaş’a ait olup olmadığı araştırılsın diye bilirkişi incelemesi talep etmişler. İncelemeyi yapan Adli Yargı Adalet Komisyonu Bilirkişisi Jale Bafra raporunda, “Kural olarak bir kişinin iki imzasının üst üste çakışması mümkün değildir. Levent Bektaş ismi altındaki imzanın, bilgisayarda türetilmiş sahte imza olduğu değerlendirilmiştir” demişti. 

Mesela; kendisince kaleme alındığı iddia edilen “ İrtica ile Mücadele Eylem Planı” adlı kâğıt parçasına parmak izi bulaşmasın diye ifade verirken eldiven isteyen; Dursun Çiçek. 

Mesela Belediyede muvazzaf bir İnşaat Mühendisi; 2009 Yerel Seçimlerinde, Anayasal seçilme hakkını kullanmak üzere, çalışmakta olduğu belediyenin başkanlığına aday olabilmek için seçim yasası gereği görevinden ayrılıyor. Müracaat ettiği parti tarafından aday gösterilmeyen Mühendis, çalıştığı belediyenin, kapatılarak fesih edilmesine 40 gün kala, görevine dönmeye çalışıyor. Mühendisin yaptığı gibi, mensubu bulunduğu diğer partiye aday adayı olarak müracaat eden ve aynı akıbete uğrayarak aday gösterilmeyen, ancak seçim yasasının çifte standartlı hükümlerinin sağladığı avantajla, görevinden ayrılmamış olan Belediye Başkanı tarafından, görevine dönüşü engellenmek isteniyor. Yasalara karşı konamayıp göreve kabul edilmek zorunda kalınan Mühendis, kadrosunun bulunduğu İmar Müdürlüğü yerine, Fen İşlerine sürülüyor. Belediye fesih edilince, resen nakledildiği yeni belediyede, kadrosu da Fen İşleri Müdürlüğüne aktarılan 1.Derece, 4.Kademe (muadili Müsteşar, General) Mühendis, uzun süre görev verilmeden bekletildikten sonra, Pazar tahtası sınırlarını çizsin, diye 5. Derece kadrolu, Zabıta Müdürü emrine geçici görevle gönderiliyor. 3 ay gibi kısa bir süre sonunda mahkemece yerine iade edilen, bu kez masa sandalye bilgisayar gibi her türlü donanımdan yoksun bırakılan ve yine hiçbir görev verilmeden 2010 yılını tamamlayan mühendisin, 29 yıllık şerefli mesleki yaşantısı, benzer durumdaki 19 arkadaşı ile birlikte sicil notu düşürülerek itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Hasdal-Silivri ya da her hangi bir yer. Mekân ve biçim farklı olsada, zulüm eş zamanlı ve yaygın. Zulüm her yerde! Her yer Zulümhane! 

Hatırlanırsa bu süreç, o günlerde bir bakanın, Van ziyaretinin ardından, ağabeyinin de çalıştığı 100. Yıl Üniversitesi rektörü, Yücel Aşkın ve Cezaevinde intihar eden Üniversite Sekreteri Enver Arpalı’nın tutuklanması ile başlamıştı. 

Şu an ise adları hepimizce malum yüzlerde ıslah edilemeyen Yücel Aşkın, bu gün karanlığın zulümhanelerinde, umarsızca sağır duvarlara, “Atatürk gibi düşünmek şuç ise, ben de ıslah olmadım” diye haykırarak çile dolduruyor. 

“Ergenekon Terör Örgütü” kuran kişilerce, kendi örgütleri için, kendileri tarafından konulmuş bir isim mi? Yoksa bu adlandırma kurguculara mı ait? 

Hafızamızı biraz kurcalarsak; 

Emniyet Genel Müdürlüğü, yaptığı operasyonlardan birini adlandırmak için, kullanmıştı ilk kez Ergenekon kelimesini. O günlerde Emniyetin, giriştiği her tür operasyonu, bir isim vererek adlandırma alışkanlığı olduğundan, kamuoyu yadırgamaksızın, bu şekliyle gündemi kabul edebilmişti. 

Daha sonra Medya mensubu birileri, gözaltına alınan sanıkları ortak bir isimle adlandırmak için “Ergenekon Örgütlenmesi” lafını kullanmaya başladı. Zamanla bu adlandırmaya “Terör” kelimesi ve bilahare Silahlı Kuvvetler mensubu bazı subayların tutuklamalarıyla da, “Silahlı Terör” kelimeleri eklenerek, “Ergenekon Silahlı Terör Örgütü” diye yasadışı bir örgüt algılaması, kamuoyunun sindiriminden geçirildi. 

MİT’in, Emniyetin, TSK’nın ve Jandarmanın kayıtlarında, böyle bir örgütün varlığına rastlandığına dair bir açıklama duymadığımıza göre (ki tersine açıklamalar yapıldı) “Ergenekon Silahlı Terör Örgütü” KURUCULARINA değil, KURGUCULARINA ait görünüyor bu aşamada. En azından benim hafızam böyle söylüyor. Farklı hatırlayan varsa, hafızamı düzeltmek, boynumun borcu olsun. 

Aslında biraz dikkat ettiğimizde, hepimizin zaman zaman sahte suçlarla ve sahte delillerle suçlanıp yargılandığımızı ve cezalandırıldığımızı fark etmemiz mümkün. Tabii ki bu yargılamalar adliyelerde değil de hayatın içinde, sosyal ortamlarda yürütüldü. 

Kimimiz Komünist olduk, kimimiz kızıl baş, kimimiz statükocu. Örnekleri diğerleri ile çoğaltabiliriz. Yakıştırılan bu kelimelerle adları sıfat tamlamasına uğramış kişiler, direkt olarak suçluydular. Yani öteki idiler. 

“Solcu” toptancılığı ise, Cumhuriyet’in özünü oluşturan demokratik koşullarda, kahir ekseriyet dedikleri bir sentezi daima iktidar yapmaya yetebildi. Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşu ve bu kuruluşun temelini oluşturan Kurtuluş Savaşı’nın tamamlanma sürecinin, böylece durdurulmuş olduğunu fark edebiliyoruz. 

Sahi bize sağcı-solcu isimlerini kim, niye koymuştu acaba? Biz kendimiz mi koymuştuk? 

Bu sıfatların, avam kamarası ile lordlar kamarası üyelerinin, İngiliz Parlamentosundaki oturma düzeninden türemiş olduğunu duymuş olduğum için önce İngilizce Sözlüğe bakıyorum. 

Ne diyor sözlük; 

Right; doğru, gerçeğe uygun, haklı, iyi, sağlam, dürüst, güvenilir, aranan, aklı başında, adaletli. 

Left için ise sadece sol, leftist için solcu deniyor. Bir de leftovers var. Onun anlamı da “artmış/artık yemek”. 

Bakalım Türkçe sözlükte durum ne? 

Kök sözcük “sol” değil, “solcu”. Yani aslında Türkçede “sol” kelimesi yok. Ya ne var? Dışarıdan ithal “sağcı” kelimesinin, zıt anlamlısı olarak, türeyerek girmiş “solcu” kelimesi. 

Ne kadar ince ve derin bir operasyon. Toplum sürekli yanıltılmış ve zımnen doğru, gerçeğe uygun, haklı, iyi, sağlam, dürüst, güvenilir, aranan, aklı başında, adaletli, nitelemelerine uygun davranan kişiler sağcıdır denilerek, kabul edilmeyenler ötekileştirmiş ve ötekilere de solcu denilmiş. 

Bu ince ve derin operasyonlarla; Adam Türkiye Cumhuriyet’inin kurucularından İsmet İnönü’yü recmetmeye kalkışarak savaş açmış, 27 Mayıs 1960 darbesi gelmiş. Adam sen sağcısın aslansın, vur şu kâfir solcuları, katli vaciptir deyip, Sivas, Urfa, Kahramanmaraş’da katliamlar tertip etmiş, Konya’da isyan provası yapmış, 12 Eylül 1980 Darbesi olmuş. Adam kışkırtmış, 28 Şubat 1997 muhtırası gelmiş. Adam din elden gidiyor demiş, Kubilay’lar, Mumcu’lar, Aksoy’lar, Üçok’lar, hatta Kuriş’ler gitmiş. Adam misyonerlik faaliyetlerini günlerce medyada tartışmış, Santora’lar’ Dink’ler gitmiş, matbaalar basılıp insanlar katledilmiş. Adam konuşmuş, cemaat yerine getirmiş. Karşı darbeyi başımıza ilmek ilmek örmüş adam. Yukarıda anlattığım çerçevede, azmettiren değilmiş gibi, mağdur edebiyatı ile ele geçirdiği, ülke yönetiminin tüm gücünü kullanarak Cumhuriyeti bitirip dönüştürmek üzere. 

Şimdi sadede geliyor ve soruyorum; 

Mustafa Kemal’e ait düşüncelerimiz nedeniyle bizler de suçlu değil miyiz? 

Karanlığın dostu olmama suçunu biz de işlemiyor muyuz? Statüko dedikleri bu değil mi? 

Nutuk’tan yalnızca, Çelebi’ler, Çiçek’ler, Haberal’lar, Balbay’lar, Perinçek’ler vs. diğer zulümhanedekiler mi bağışıklık kazanmış. 

Biz azade miyiz? Biz Nutuk’tan bağışıklık edinemedik mi? 

Asker olmasak da onların gururuna ortak olacak düzeyde yurt sevgimiz, şerefimiz yok mu? Çelebi’nin 26 yaşında eriştiği olgunluğa erişemedik mi?  

Yapılan haksızlıklara karşı durup, ülkemizi bizim yapan değerleri savunma onuruna, biz sahip olamayacak mıyız? 

Yoksa biz ıslah mı olduk?

Demokrasi aşığı, Milyonlarca Silahsız Kuvvetler Mensubu Vatanseverden sadece birisi olarak, şahsen ben de Nutuk’un bağışıklığına eriştiğimi düşünüyorum ve ıslah olmaya da niyetim yok.
 

İşte değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ilkeleri ile Kurulmuş Cumhuriyet! İşte İlkeleri!

İşte Cumhuriyet Devrimleri! İşte Önder; Mustafa Kemal Atatürk!
 

Hepsi güncel! 

Statüko bu ise ben statükocuyum! 

Bu suç ise, ben de suçluyum! 

M. Kemal düşüncesinin takipçisi olmak, Türk Milleti’nin ortak suçu ise, ilelebet var olacak Cumhuriyet’in Demokrasi arenasında, Anayasal Vatandaşlık hakkımızı kullanacak, seçecek, seçtirecek, belki de seçilecek ve bu suçu işlemeye devam edeceğiz.  

 
Toplam blog
: 14
: 832
Kayıt tarihi
: 23.07.09
 
 

1957 Konya-Ereğli doğumluyum. 1960 dan bugüne İstanbul'da yaşamaktayım. İnşaat Mühendisiyim. 2 kı..