Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '09

 
Kategori
Felsefe
 

Süreçleri Bilinmezse Aşk Akla Zarardır…

Süreçleri Bilinmezse Aşk Akla Zarardır…
 

...sevgidir başlangıcı, bütün aşkların... ya sonra...


Süreçleri bilinmezse aşk akla zarardır…

Araştırmalar "aşkın kimyasının" üç sene olduğunu gösteriyor.
Bu sürenin sonunda yaşanmaya devam edilen aşk değil "arkadaşlıktır”.
Arkadaşlık daha sonra "sıradanlığa" dönüşür, daha sonra "eşyalaşır" ve daha sonra da "sıkıcı" olur.
Çeşitli nedenlerle bu sıkıcılığa son veremeyenlerin ise "katlanmaya" zorunlu oldukları sıkıcı bir süreç başlarlar.

Bu gerçekleri peşinen görüp süreci olgunlukla karşılayamayanların, kaçınılmaz olarak yaşayacakları hayal kırıklığıdır... ve başlarlar ah vah etmeye...

Aslında “suçlu”, “hatalı” ya da “yanılan” ne kendileridir ne de karşılarındakidir.
Bu oldukça doğal bir süreçtir.
Üstelik çok kişi bu gerçeği kesinlikle kabul etmek istemez ve hadi canım sende diyerek tepki de gösterir.
Bu anlamda ki “aşk, akla zarardır".

“Aşk “ ya da aşk adı verilen "ilişki", çeşitli şekillerde yaşanır.
Tek taraflı da olabilir, kavuşulamayan türden olabilir, sadece ızdırap çekilen ya da uzaktan yalanılan türden de. Hepsi ayrı ayrı ele alınıp yorumlanabilir.
Ancak uzaktan olan ya da kavuşulamayan türlerin hiç birinde sevgiliye toz kondurulmaz, sevgili yıpratılmaz...
Kavuşulanlarda ise… bu tehlikenin varlığı, tarafların olgunluğuna bağlı olarak değişir...

Dağlara tırmanmak, kimsenin çıkmadığı yerlere çıkmak, tehlikeleri göze almak ve salgılanan adrenalini hücrelerine kadar hissetmek tutkusudur dağcıların.
Önüne geçilmez bir coşkudur onlarda ki tırmanma isteği…
Hedefledikleri dağa tırmanabilmek için her şeyi göze alırlar.
Bir ekip çalışmasıdır yaptıkları dağın zirvesine çıkarken.
Birisi önde olur elindeki tırmanma ipiyle, çekmek için diğerini…
Zirveye çıkıldığında ise bayrak dikilerek kazanılan zafer ilan edilir…
Sonra mı... İnilir ve herkes yoluna...
Ve çok geçmeden aynı heyecanı tekrar yaşamak için tırmanacak yeni dağlar aranır...
... adrenalinin tadına varmışlığın verdiği dürtüyle...

Kavuşulan aşkların aşıkları da dağcılara benzer.
Tırmanma ekibinin ilişkilerinde, her olayda olduğu gibi, bir gelişim sürecinin sonunda doğal olarak ilişkilerin “doruk” yaptığı bir nokta vardır.
Bu adeta aşkın “G” noktasıdır, ki gerçekte “aşk” diye anlatılan ya da yaşanmak istenen ve peşinden koşulan da bu noktadır...
Bu zirveye çıktıklarında ise... gerçekte aşıklar, aşklarını besleyen çok şeylerini tüketmişlerdir...
Tıpkı üreme bölgesine varan somon balıkları gibi...
Artık aşkın ölümüdür bekleyen onları...

Üstelik, eşyanın tabiatındandır zirvede sürekli kalınamaması...
Ve başlar; güçlükle, umutla, hevesle çıkılan yokuştan, aşağıya doğru hızlı bir iniş...
Hem de heyecansız... coşkusuz... kimyasız...
Üstelik bu inişin kesinlikle “aynı kişiyle yeni bir çıkışı da yoktur”.
Yaşanmayan, tadılmayan, keşfedilmeyen kalmamıştır, tırmanılmış olan bu tepede...
Hatta belki de dünyanın kaç bucak olduğu da öğrenilmiştir, bu tırmanışta...
Ancak yeni bir dağ... yeni bir ekip... yeni tırmanış... belki...

Şüphesiz yaşanan hızlı düşüş, hayal kırıklığı da yaratır.
Ölçüyü kaçıranlar, başlar karşısındakini göstermeye, düşüşün sebebi olarak.
Ölçüyü kaçırmayanlarda ise kesinlikle eksik olan, “çıkışta yaşanan heyecanın inişte olmadığı”dır.
Süreci; “yaşanmışlıkların anısına” ya da “aşkın meyvelerinin hatırına” ya da “çevreye karşı saygınlığın korunması” vb. nedenlerle olgun karşılayabilenlerin ise bu ” inişte” yaşadıkları, sadece nitelikli birlikteliktir...
Gerçekte, bu durum da son derece saygı değerdir.

En iyi olasılıkla, düşüşün durduğu nokta, ancak çıkışın başladığı yerdir.
Artık ne çıkış vardır ne de iniş.... sadece monoton bir gidiş...
Her şey, heyecan vermeyen “alışkanlığa” dönüşmeye ve “eşyalaşmaya” başlamıştır.
Üstelik, artık “çıkmanın inmenin” tadının ne olduğu da bilinmektedir... alışmış.... kud....

İşin kötüsü, insanın doğasında eşyalardan bıkmak ve imkân bulduğunda eşyayı yenilemek tutkusu olmasıdır.
Bıkıldığı, eskidiği, artık kullanışsız olduğu halde değiştirilemeyen eşyaların verdiği bunalım süreci de yaşanmaya başlanır… gizli gizli ya da açık açık...

Başlarsın söylenmeye... ileri geri...
Sus... sus... bunu da berbat etme.. zaten aşkı benzettin kendine...
Senin yerine Hayyam söylesin de hiç değilse sızlanman kırıcı olmasın...

“O yakut dudakları,kızıl kızıl yanan nerde
O güzelim kokusu, cana can katan nerde “

Aslında bakışlar, görüşler algılamalardır değişen...
Artık ne kızıl kızıl yanan yakut dudaklar görülür, ne de cana can katan koku algılanır...
Doğal olarak kaybolan heyecanın ilk kaybedeceği de aşkın kimyasının salgılanmaması olacaktır....
Ancak bu aşamada değişmeyen gerçek, tarafların aklından, “çıkışta” yaşanan muhteşem coşkunun hiç çıkmadığı ve bu tadı yeniden yaşayabilme isteği ve dürtüsüdür…
Bu ise hiç de kolay değildir.
Sadece “tarafların fiziki koşulları” değişmekle kalmamış, ilk “çıkış”tan arda kalan birliktelik de engel haline dönüşmüştür…
Artık dünün tırmanma ekibi, engeli olmaya başlamıştır birbirinin... yeni bir tırmanışı için...

İnsanın doğası gereğidir aşk.
Koşullar elverdiği, can çıkmadığı sürece ve huy değişmeyeceğine göre bu döngü sürer gider.
Hep insan aklının bir köşesindedir yeni “tırmanışların” vereceği heyecan.
Bu heyecan, aslında “yaşam sevincinin” bir parçasıdır.
Gençliğin genç olmanın, genç kalmanın göstergesidir…
Ehh… herkes de genç kalmak isteyeceğine göre...

Ancaaak... dikkatli ol. Seni sevenle yola çık... emin değilsen deneme tırmanmayı...
Sonra seni tırmandıran kendi vardığında zirveye, bırakıverir de elinden, tutunduğun ipi...
O zirvenin tadını çıkarırken yükseklerde, sen taa aşağıda alırsın soluğu...
Ondan sonra başlarsın felsefe yapmaya, meğer aşkın gözü körmüş diye...
Birinin kör olduğu muhakkak da... aşkın mı yoksa...

Hadi bakalım kolay gelsin…
İllede tırmanacağım diye, yıpratma kimseyi…
Unutma “kırılan kolun yen içinde” kalması gerektiğini...
Bak nasıl da ayartmaya çalışıyor Hayyam Usta seni... ya da beni...

“Bir yürek ki yanmaz, yürek denir mi ona
Sevmek haram, yüreğinde ateş olmayana
Bir günü sevgisiz geçirdinse yazık
En boş geçen günün o gündür inan bana…”

…gününüzün boş geçmemesi dileğiyle...
...vuslata niyeti olmayana, semahın haram olması dileğiyle...
kutlarım aşkı ve tüm aşıkları...

 
Toplam blog
: 193
: 1045
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

Bilecik doğumluyum. Emekli Eğitimciyim. Ankara'da ve yazları Kuşadası'nda yaşıyorum Günlük uğraşl..