Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mart '14

 
Kategori
Öykü
 

Taipidos'un Öfkesi

Taipidos'un Öfkesi
 

Yeşil barış ülkesinin çocuklarına.


BİR SAVAŞ YOKTU. Bir savaş yoktu ama Taipidos'un erleri inanılmaz öfkelerinin beslediği bir ölüm kalım savaşı varmış gibi saldırıyorlardı yeşil barış ülkesinin çocuklarına.

Taipidos, İçkara insanlarının, Akkaraların önderiydi, Akkaraları güdüyordu. Kıyıkaraları yönetenin de bir Adıyok olduğunu sanmış, ama çok aramasına karşın bulamamıştı. Düzenini korumakla görevlendirdiği aksaldıranlarının başı Polsidas'a verdiği buyruklar işe yaramamıştı. Yakalananların hiçbiri aradıkları değildi, yakalayamadıklarının da hepsi aynı sessiz dirençle duruyordu.

Bir şafak vakti Taipidos öfkeyle göndermişti savaşçılarını kentin ormanlarına sığınıp onları korumaya çalışan gençlerin üzerine.

"Erlerin çobanı Taipidos kışkırttı dört bir yanın yarısını kaplayan büyük ordusunu,

'Yürüyün yavrularım' dedi öfkeyle, 'komayın sizler gibi olmayan birini hiçbir yanda.' "

Taipidos çağdışı öfkesiydi yirmi birinci yüzyılın, kendi gibi olmayandan, anlayamadığından korkuyordu. İlk parlayışı bilmeden okuduğu bir sözle olmuştu:

"Here, Zeus'un kardeşi ve karısıydı."

Taipidos bunu ilk duyduğunda içinde korkunç bir öfke büyüdü. "İşte atalarınızı unutursanız, kızlı erkekli evlerde karmakarışık yaşarsanız, boyun eğmenin kurallarını yok sayarsanız başınıza gelecek budur, tanrıları bile kendinize benzetirsiniz" dedi. Alnının ve boynunun damarları şişmiş, dev yılanlara benzemişti. Neredeyse fırlayıp bu saygısızlığı yapanların peşine tek tek düşerek her birini karşı konmaz zehirleriyle cezalandıracaklar, acılar içinde gelecek yavaş bir ölümle onları Hades'in ülkesine göndereceklerdi.

Taipidos'un öfkesini çekenler arasında yeşil ormanların üzerinde uçup aydınlık insanlar arasında barış türküleri taşıyan kuşlar da vardı. Hele içlerinden biri onu deli etmişti. Taipidos sivri okunu onun üzerine gönderiyor, vuruyor, ama bir an sonra yine cıvıl cıvıl uçtuğunu görüp çılgına dönüyordu. Aksaldıranlarını dört bir yana salıyor, eli boş kaldıkça iyice kızıyor, düşmanlık zehirlerini karşısına ilk çıkana boşaltıyordu.

....

"Anlat ozan anlat, Taipidos'un nefretini anlat. Kara ölümü ağaçları koruyan çocuklara o saldı."

Tanık olduğu acı sahnelere dayanamayarak çağlar öncesinden Homeros'u yardıma çağıran bir gencin çığlığıydı bu.

Smailos'un Taipidos'un azgın saldırganlarının sopalarıyla can verişini, bedeninin arınarak tanrılar katına çıkışını izlemişti. Vuranların yürekleri sağırken ellerindeki tahta parçalarının ağaçları seven çocuklar için attığı acılı çığlıkları duymuştu. Taipidos'un saldırganlarının güdücüsü Polsidas'ın nasıl onun nefret dolu eli olabildiğini görmüştü.

Yüreğindekileri söze dökmenin başka yolunu bulamıyordu:

"Bırakın bu ilkelliği, bırakın

Yaptıklarınızı anlatacak bir Homeros'u

nereden bulurum ben?

Toprağından söküp ağaçları

acımasızca atmayın bir kenara.

Binlerce yılda ulaştı onlar bu güzelliğe

Anadolu'nun duru sularından,

dağların özgürlüğünden beslenip

Yüreklerinizdeki betonu toprağa dökmeyin

Çocukları gençleri

anaların umutlarını

öldürmeyin.

 

Farkında değil misiniz?

Doğudan olsun, batıdan olsun gelip

Anadolu'nun güzelliğini yağmalayan

asıl çapulcularsınız siz

İnsanımıza ve sevgimize duyduğunuz nefret

onurumuzdur bizim

Sizin elinizle gelen ölüm

yaşamın başlangıcıdır

kurutulan güzelim yeşil ormanlar için.

 

Taipidos koydu yüz elin gücünü Smailos'un boğazına

Öfkeyle sıkıyordu, nefretle sıkıyordu, kirli ağzından saçılan zafer naralarıyla sıkıyordu

Smailos sessiz ve şaşkın, bekliyordu

Acılarını duymuyordu artık

Anadolu'nun umut çiçekleri sarmıştı bedenini

Toprağın yeşil dostları, gökyüzünün duru suları koruyordu onu

Sessizce doğuyordu yeniden

Yaşamı çoğalan yeni dostlarının içinde."

....

"Silahlarını kuşanmış, çeliğin soğukluğuna bulanmış ordularımla denizlerin uzağından gelip bu toprakların yarısını avucumun içine aldım. Öl desem ölecek, vur desem yıkacak nefret güçlerimle istesem bir anda yakıp yıkarım, taş üstünde bırakmam bir taşı. Boyun eğin, yere usulca uzanıp sesinizi kesin, bu toprakların uygarlığıyla boşuna övünmeyin, kim çeliğin ve ateşin karşısında

ayakta kalabilmiştir ki? Çelikten dev hayvanlarımın püskürttüğü dumanın içinde, okyanusların dalgalarının basıncıyla saldıran sularımın altında diz çokün, öfkeli sesimin kölesi olun, neyiniz varsa bana ve yenilmez ordularıma verin."

Taipidos'un öfkeli çağrısı yine yeri göğü kaplamıştı. Ağaçlar ve toprak, bulutlar ve gökyüzü, dalgalar ve deniz, onu duyan ve duymayan insanlar titriyordu.

Yaşlı bir adam gördüklerine acıyla bakıp mırıldandı:

"Mağrur Taipidos, kazandığın ünle övünme boşuna. İnandığın bir tanrı varsa ve gerçekten inanıyorsan ona, peygamberinle doğmadı herhal o."

....

Geçmişin savaşlarında surlarla korunurdu kentler. Surlardan içeri girip kapıları kapatınca güven duyardı insanlar. Hektor gibi dışarda kalmayı seçenler bilirlerdi savaşacaklarını ve başlarına gelebilecekleri.

Oysa bir savaş alanı gibi görüyordu Taipidos'un ve Polsidas'ın güttüğü erler yeşil barış bölgesi çocuklarının yaşadığı ve sığındığı yerlerin tümünü. Dışarıda kalanları kovalayıp peşlerine düşüyor, tüm savunmasız insanların yaşamlarına saldırmaktan çekinmiyorlardı.

Güzel Berfidos çekmişti acımasız Polsidas'ın öfkesini. Zehirli bir ok ekmeğini kucakladığı anda buldu onu. Erimeye, küçülüp yok olmaya başladı anasının geleceği göremeyecek küçük oğlu. Bedeni tükendiği anda büyümeye başladı yeniden, büyüdü, büyüdü, ağaçların ve bulutların üzerine çıktı.

....

Taipidos'un anası yüreğine çöken acıyla haykırdı toprağın derinliklerinden:

"Yavrum ben seni doğanın ışığını insanda sevesin diye yetiştirdim

Geçmişin acılarını unutasın, unutturasın istedim

Hektor'un güzel bedenini sürükleyen Akhilleus olacağın gelir miydi aklıma

İnsanı insanda sevesin istedim

Aklını, yüreğini kemiren korkunç öfkede, büyük hırsta değil

Ne yapayım ben şimdi

Hektor'un ölüsüne bile acıyan Apollon'u mu çağırayım tarihin derinliklerinden

Smailos'un, Berfidos'un yiğit cansız bedenlerini nefretinden korumak için

bir damla bile üzüntü göremedim gözlerinde onlar için

oysa insanda doğayı, doğada insanı sev dememiş miydim hep ben sana

Bu acımasızlığınla yanıma nasıl geleceksin

Toprağın altındaki huzuru nasıl bulup

sessiz ölüme kavuşacaksın

azgın ateşlere düşmeden."

Yumuşak bir yürek taşıyordu göğsünde tüm analar gibi, oğlunun çektirirken çektiği acılara ağlıyordu, oğlundan yakınıyordu:

"Akhaların Akhilleus'u gibi bilmez o da töresince düşünmesini,

yumuşar bir yürek taşımaz göğsünde,

azgın bir arslan gibidir tıpkı,

yaban gücüne, amansız yüreğine uyar da hani,

bir güzel doyurmak için karnını,

gelir saldırır insan kuzusuna.

Taipidos da sıyrıldı tıpkı onun gibi

her türlü acıma duygusundan,

insanlara saygıdan çekti kendini."

....

Belki bilgisizlik çağında on iki çocuğu ateşler içinde yakarak kurban eden Akhilleus bile anlaşılabilir, bağışlanabilirdi. Kendi dünyasına ve inançlarına sinmiş, yerleşmiş inançları vardı. Bunların gereklerini dostu Patroklos için yapmalıydı, kutsal bir görevi yerine getirmeliydi.

Ama insanlığın, özgürlüğün ve aklın ne olduğunun yeryüzündeki insanlar ve gökyüzündeki tanrılarca bilindiği yirmi birinci yüzyılda zehirli sözleri ve attığı düşmanlık tohumlarıyla doğanın masum fidanlarının üzerine ölümü gönderen bir Taipidos asla bağışlanamazdı.

Evrensel büyük ses şöyle dedi:

"Çağlar boyunca insanların küçük akıllarındaki yansımam çok değişti, ama onlarda aradığım güzellik hep aynı kaldı. İçten ve dürüst bir sevgiyle birbirlerini anlamalarını, yaşama can katmalarını, doğayı eşit haklarla tüm canlılarla paylaşıp tadını çıkarmalarını istedim. Onlarsa söylediklerime kendi kafalarında besleyip büyüttükleri öfkeyi ve nefreti kattılar, kendi çizdikleri sınırlarla yalan dünyalarına farklı adlar verdiler."

....

Ozan ağladı, "Biliyorum" dedi, "girilemez aynı ırmağa bir daha, yakılamaz tarihin ağıtları yeniden yirmi birinci yüzyılda, ama aynı topraklara aynı duvarlar örülüyorsa yeniden ve aynı kanla dolduruluyorsa bu çukurlar, nasıl bulurum kuruyan boğazımdan çıkacak yeni sözleri, ne yapabilirim Homeros'un çağlar öncesinden gelen kanatlı dizelerine sığınmaktan başka?"

Geçmişin sanat yapıtları yeniden yaratılamaz. Ama geçmişin ilkelliği ve vahşeti sürüyorsa, belki önceki anlatım biçimleri yine en iyisidir, tarih günceli yazabilir.

Ozan biliyordu aynı ırmağa ikinci kez girilmeyeceğini, binlerce yıl önce yazılanların yeniden yazılamayacağını, zamanın sürekli aktığını, insanın, yaşamın, yerlerin ve göklerin değiştiğini biliyordu.

Yine de gençlerin üzerine üşüşen canavarları, acımasızca savurdukları ahtapot kollarını, can vererek birer melek gibi göğe yükselen çocukları görünce tanıklığını anlatmanın başka yolunu bulamadı. Dört bir yanda sokaklara dağılıp ağlamaya başladı, ağladı, ağladı, ağladı, sisin ve dumanın içinde gözlerini yitirene dek ağladı, çektiği acıyı tüm dünyanın çektiğini biliyordu, sonra köşesine çekildi.

Kırk gün kırk gece sessizce tanıklığını sözlere döktü, bir ışık demetinin üzerine binerek "Smailos'lar bir daha bunu yaşamasın" diye Taipidos'un öfkesini anlatmak için dünyanın güzel insanlarının güzel kentlerini dolaşmaya koyuldu.

....

BİR SAVAŞ YOKTU. Bir savaş yoktu ama Taipidos'un erleri inanılmaz öfkelerinin beslediği bir ölüm kalım savaşı varmış gibi saldırıyorlardı yeşil barış bölgesinin çocuklarına.

Bir savaş yoktu ama ya olursa? O an yeşil barış ülkesinin çocukları hiçbir zaman duymadıkları bir korkuyla sarsıldılar. Yalnız Kıyıkara ve İçkara insanları, Dostcanlar ve Akkaralar için değil, Anadolu'nun ve yakın çevresinin, tüm dünyanın geleceği için kaygı duydular.

BİR SAVAŞ YOKTU VE OLMAMALIYDI.

....

Yakın mı, uzak mı olduğu bilinmeyen bir gelecekte çocukların dinleyeceği bir masal şöyle bitecekti:

"Taipidos'un ordularının sert adımlarıyla ve sesindeki yeri göğü titreten inanılmaz öfkeyle bu topraklar, içlerine yüzyıllar boyu kök salmış yemyeşil otlar, renk renk çiçekler, ince fidanlar, irili ufaklı ağaçlar göklerden bir fırtına gelmiş gibi sarsıldı. Bir an karşı konmaz bir korkuya kapıldılar. Sonra sessizce yere oturup gökyüzünün maviliğine baktılar. Taipidos'un öfkesinden yayılan dalgalar onlara ulaşamaz oldu. Öfke dalgaları Taipidos'la birlikte uzak karanlıklara çekilerek yitip gitti."

 

 

İlyada Esintileri:

 

Mehmet Arat, Kitap Arkası: İlyada, http://www.facebook.com/mehmetarat2000x

 

Mehmet Arat, Kitap Arkası: İlyada, http://kitapdili.blogspot.com.tr/2014/03/homerossozlu-edebiyat-gelenegini.html

 
Toplam blog
: 72
: 274
Kayıt tarihi
: 08.01.12
 
 

1958 doğumlu. Mühendislik eğitimi aldı. Teknik alanda çalışırken kültürel konulara ilgisini sürdü..