Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '14

 
Kategori
Öykü
 

Senden korkmuyorum Erdoğan

Senden korkmuyorum Erdoğan
 

Demeter - Gwendolyn Malfoy.


Öfke ve nefretle savurduğun tokat ve tekmelerden sonra kapının kenarında serildiğim yerde ne kadar kaldığımı bilmiyorum. Uyandığımda yanımda değildin. Öylece bırakarak gidip yatmıştın. Banyoya gidip kendime çeki düzen vermeye çalıştım. Yanına gelemezdim. Bir daha dönmemek üzere evden çıktım. Yalnız Demeter'i henüz tanımıyordum.

Varsıllar ve yoksullar arasındaki uçurum ne kadar büyükse, sokaklar da o kadar güvensizdir. Gecenin karanlığı üzerime bir korku bulutu gibi çöktü. Yakındaki pastaneye zor gidebildim. Şaşırdılar. Akıllarından "Erdoğan Bey'in güzel karısının bu saatte burada ne işi var?" diye geçmiş olmalı. Sıcak süt istedim. Belki çocukluğumdaki sevgi ve güveni yeniden bulmayı ummuştum. Geçip oturmak için bakındım. İçerisi kalabalık değildi ama sayısı fazla olmayan masaların her birinde birisi vardı. Temiz yüzlü bir gencin yanına gittim. 

"Kusura bakmayın" dedim. "Umarım oturmamın sakıncası yoktur." 

Delikanlının yüreğinin büyük bir heyecanla çarptığını hissettim. Biraz şaşırdım, genç değildim, benden böyle etkilenmesi için bir neden yoktu. Yine de kaçırdığı gözlerinde bir hayranlık sezdim. Başını eğdi. 

"Buyrun" dedi. "Adım Ozan." 

Kendimi tanıtmamı bekledi. Suskunluğum üzerine uzun süredir hiç duymadığım güzellikte sözler söyledi. 

"Siz de Yalnız Demeter olmalısınız. Geçmişte dağıttığı bereketi artık veremediği için hep ağlayan, yalnızlığını dizelere döken, eskiden yazdığı mutluluk ve eşitlik şarkıları yerine acılara umut katacak dizeler bulmaya çalışan." 

Evden çıkmadan önce yaşadıklarımı yüzümdeki izlerden okumuş olmalıydı. Yardım etmeye çalışıyordu. İlk tanıdığımda Erdoğan'ın içinde de bir ozan olduğunu sanmıştım. Belki o zamanlar gerçekten öyleydi. Yıllar geride yalnızca büyük bir öfke ve nefret bırakmıştı. 

"Doğanın ölmesi ve yeniden tomurcuklanması sizin elinizde, biliyorsunuz, değil mi? Geçmişin en güzel türkülerini söylemiştiniz. Ne yazık ki yazamadığınız için unutuldu. Belki bir gün yeniden yazılır yarattığınız tüm güzellikler. Bir daha geri dönmemek üzere." 

Güldüm, nasılsa bir ferahlık vermişti içime. Mitolojiyle pek ilgim olmamıştı, hele yaşamıma Erdoğan girdikten sonra. Ozan, geçmişin tanrılarını ve insanlarını iyi tanıyor gibiydi. Sütü içince biraz yatışmış ve durumu kabullenmeye başlamıştım. Kalkmak üzereyken yüzüne baktığımda birden tanıdık geldi. Erdoğan'ın hep övündüğü dünyalarına pek gitmezdim. Ama zorunlu ziyaretlerimden birinde Ozan'ı görmüş olmalıydım. Kaç yıldır orada çalıştığını sordum. Şaşırmadı. Beni tanımış olmalıydı. Söylediği süre yeterince uzundu. Benim bildiklerimi o da biliyordu. Anlatmaya koyuldu. 

"Erdoğan Bey önceleri böyle değildi. Küçük bir apartman dairesinde üç beş kişi çalışıyorduk. Bize iyi davranırdı. Aylıkları düzenli veremiyordu ama elinden geleni yapıyordu. Çoğu kez bize öncelik tanıyor, zor durumda bırakmamaya çalışıyordu. Birlikte çalıştığım için mutluydum." 

Erdoğan'ı tanıdığım ilk zamanlara gittim. Gerçekten farklı mıydı, yoksa geçeceği yolları önceden planlamış, atacağı tüm adımların hazırlıklarını mı yapıyordu? Ona inanıyor, güveniyordum. Bilerek kimseye, hele bana hiç kötülük etmeyeceğini düşünüyordum. Şimdiki gibi olsa yine onunla birlikte olmak ister miydim? Bilmiyorum. Bir yola girdikten sonra ayrılmak kolay olmuyor. Yaşam aktıkça yıllar geride kalıyor, ilişkiler alışkanlığa dönüşüyor, sorular azalıyor. Davranışlarındaki değişim böyle hızlanmasa bu noktaya gelmezdim. Önce küçük belirtilerle başlayan öfke nöbetlerinin kanser gibi tüm hücrelerini, bedenini, aklını, insanlığını sardığını gözlemeye başlamıştım. Bana karşı hep iyiydi. Şirketi büyüdükçe çalışanlarıyla arasındaki uçurum da açıldı. Kimse titremeden onunla konuşamaz oldu. Parası arttıkça güçlendi. Güçlendikçe kendisine daha çok güvendi. Güveni sonsuzlaştıkça anlayışı ve sabrı yok oldu. Amacına ulaşmak için yakın ve uzak çevresinde ne varsa yakıp yıkmayı göze almaya başladı. Beni işlerinin hep dışında tutmuştu. Kadınların evde kalmasının, topluma katkılarını çocuklarını iyi yetiştirerek yapmasının daha doğru olduğunu söylüyordu. 

İkimizin de bir Erdoğan Çıkmazı'na girmiş olduğumuzu anlamam yıllar aldı. Başlangıçta bana karşı çok iyiydin Erdoğan. İşlerin bu kadar büyümese belki bu sorunlarla hiç karşılaşmazdık. Oğlumuz ve kızımızın tatlı çocukluklarında yaşadığımız mutluluk hep sürerdi. Ne yazık ki gereğinden fazla başarılı oldun. İlişkilerin kirlendi. Dünyaya bakışın değişti. Şirketinin geleceği çocuklarınınkinin bile önüne geçti. Seninle açıkça konuşamaz olmuştum. Aklına koyduğunu yapmadan duramadığını anlamaya başlamıştım. Önünde engel görmek istemiyor, görmeye katlanamıyordun. Sana karşı çıkanın çevresinden dolaşmak yeterli gelmiyordu, onu ezmek, güçsüzleştirmek, kontrol etmek, her dediğini yapacak bir zavallılığa getirmek istiyordun. Elemanlarına söylediğin sözleri duydukça, onları karşında titrerken gördükçe ben utanıyor, yerin dibine geçiyordum. Üzüntüm onların çaresizliği için değildi, senin bunları yapabilmen, bir zamanlar yiğit gördüğüm insanın şimdi öfkeli bir çıkar makinesi gib davranmasını kabullenemiyordum. Sessizleşip içime kapanmak, işlerinden ve yaşamının diğer yanlarından uzak durmak dışında bir çözüm bulamadım. Hiç değilse bana karşı iyi, dürüst ve sadık olduğunu düşünüp kendimi avutuyordum. Çocuklarımı düşündükçe başka seçenekleri aklıma getirmek istemiyordum. 

"Şirket büyüdükçe işlerin yapısı değişti. Erdoğan Bey daha çok dışarılarda görüşmeler yapıyordu. Ürettiklerimiz, başlangıçta çok övündüğü yatırımlarımız önemini yitirmişti. Döndüğünde bir zamanlar inanmakta güçlük çekeceğimiz anlaşmalar getiriyordu. Her gelişinde yeni bir şirket kuruluyor, pek az bir sermayeyle olağanüstü büyük gelir getirmeye başlıyordu. Yine de kimse mutlu değildi. Freni tutmayan bir kamyonla nereye gittiğini görmediğimiz bir yokuşta hızlanarak iniyor gibiydik. İşler artıp gelir katlandıkça Erdoğan Bey rahatlayacağına daha büyük bir öfkeyle hepimize saldırıyordu. Bunun nedenlerini bilemiyorduk. Bazı sözler verdiğini, üzerine düşenleri yapabilmek için büyük riskler aldığını, ne yapıp edip yükümlülükleri tamamlaması gerektiğini, bunun onun için bir ölüm kalım sorunu olduğunu düşünüyorduk." 

Ozan'ın anlattığı Erdoğan'daki bu değişim, benim yıllar süren gözlemlerime de uyuyordu. Çok zorlanıyordum. Sıkıntılarını seziyor, görüyor, yumuşatmaya çalışıyor, ama bunu yapmam her geçen gün biraz daha güçleşiyordu. O tokadın yılların birikimiyle atıldığını biliyordum. Arkasından gelen dayağı düşünmek bile istemiyordum. 

"Kamyonların sayısı arttıkça işleri dengede tutmak zorlaşmaya başladı. Sonunda büyük kaza oldu. Belki duymuşsunuzdur, müthiş bir olay. İnanılmaz bir acı. Şirkettekiler ikiye bölündü. Kimi artık böyle gidilemeyeceğini söyledi. İnsanların canıyla yapılan üretimin bedelinin çok ağır olduğunu, yaşadığımız çağda bunun insanlık dışı olduğunu söylediler. Diğerleri sessiz kaldı. Şirkette kalmak için patronu hep haklı bulmaları gerektiğini biliyorlardı. Beni şaşırtan Erdoğan Bey'in yanında kalanların fazlalığı oldu. Çoğu, belki de hepsi kamyonun nereye gittiğini görüyordu çünkü. Önüne kim çıkarsa altına aldıktan sonra yuvarlanacağı bir uçurumdan başka bir yer görünmüyordu karşıda." 

Söyledikleri beni şaşırtmadı. Olsa olsa bir iki küçük boşluğu doldurdu. Olup bitenleri açıkça kabul etmesem de biliyordum zaten. Nedenleri farklı olsa da hepimiz bir yerlerde susuyorduk. Patronun atmasından, kocamızın öfkesinden, çocuklarımızın geleceğinden, önemi ve büyüklüğü ne olursa olsun elimizdekini de yitirmekten korkuyorduk. Ozan, Erdoğan'ın öfkesinin yüzümde bıraktığı izleri görmemeye çalışıyordu. Bana niçin "Yalnız Demeter" demişti? 

Erdoğan'la yaşamanın beni ne çok geriletmiş olduğunu ilk kez düşündüm. Pişman değildim. İlk gördüğüm andaki Erdoğan'ın peşinden yine gidebilirdim. Ama inanılmaz bir inatla hep kendi aklının yoksulluğu içinde yaşamıştı. Doğanın, tarihin ve insanın zenginliklerine kapılarını açmamış, beni de hep uzak tutmaya çalışmıştı. 

"Bana niçin 'Yalnız Demeter' dediniz?" diye sordum. 

Bir süre sustu. Beni iyileştirmek için ne söylemesi gerektiğini düşünür gibiydi. Sonra aramaktan vazgeçti. İçinden geçenleri sıralamaya başladı. Ya da ben öyle olduğuna inandım. Erdoğan'ın öfkesini yalnız benim durdurabileceğimi söyledi. Aklındaki 'Yalnız Demeter' öyküsünü anlattı. 

"Demeter hasat tanrıçasıydı. Kadın ve erkek birlikte, yoksul ama eşit yaşıyor, doğada ayakta kalmaya çalışıyordu. Yalnız Demeter, gökten bolluk yağdıran tanrıçanın adını alıp bir köşeye çekildi. Gördüğü güzellikleri duvarlara çiçeklerle yapraklarla kazımaya, düşlerini yaşama katmaya başladı. Bunları yüzyıllarca kimse okuyamadı. O anlamın yeniden bulunabilmesi için başka bir dünyada, yenilenen gözlerle bakmak gerekiyordu. İşte sizi görünce aradığım kadın olduğunuzu düşündüm. Demeter'den kalan renkleri okuyup o günlerin yazılamamış tarihini şiirlerinizle anlatabileceğinizi, tarihin anlatılmış savaşlarının yanına geçmişte gizlenen bir barış şiirini ekleyebileceğinizi söylemek istedim." 

Erdoğan'dan öncesine gidince yazdığım ilk şiirleri hatırladım. Çocuktum, gençtim. Şiir umuttu. Okuduklarım yaşamın gücü, yazdıklarım hüzündü. Ozan'ın gözlerine içten bir teşekkürle bakıp kalktım. 

Döndüm Erdoğan. 

Bir daha dönmemek üzere evden çıkmıştım. İki saat bile geçmeden döndüm Erdoğan. Beni fark etmedin. Yaşamımız kaldığı yerden sürdü. Yaptıklarını, şirketindeki ilişkilerini, güce verdiğin değeri görmemeye çalıştım. Çocuklara karşı sesin yükseldiğinde hiç değilse çok acımasız olmamanı diledim. Gizli ilişkilerinden, yarattığın acıların ağır yükünden, yaşamımıza soktuğun haksız zenginlikten kurtulmak istedim. 

Tokadının izi geçmedi. Dönmemeliydim, ama döndüm. Gidişimin zamanı henüz gelmemişti. Ama unutma, hakkımı helal etmiyorum Erdoğan. Ne bana, ne çocuklarımıza, ne de başkalarına verdiğin zararlar artık giderilemez. Demeter'i bilmiyorsun, Yalnız Demeter'in şiirlerini anlayamazsın. Boğazımdaki bir elsin. Sürekli oradasın, hissediyorum, her an boğazımı sıkabilirsin, hissediyorum. Şimdiye dek yapmadıysan öfken o eşiği geçmediği içindir. 

Ama biliyor musun, döndüğümden beri büyüyorum. İçimde sessiz bir direnç, dışımda gizli bir güç büyüyor. Bana yaklaşamıyorsun. Demeter'in ekinleri yeşerten gücü bana geçmiş. Demeter'in direnciyle korunuyorum, güçleniyorum. 

Senden korkmuyorum Erdoğan.

Önceki Öykü:
1. Mehmet Arat, Seni Seviyorum Erdoğan, http://blog.milliyet.com.tr/seni-seviyorum-erdogan/Blog/?BlogNo=448965&ref=fblike
 
İş ve İşsizlik Esintileri:
Mehmet Arat, Sevgili işsizlik arkadaşım, http://blog.milliyet.com.tr/sevgili-issizlik-arkadasim/Blog/?BlogNo=347303&ref=fblike
 
İlyada Esintileri:
Mehmet Arat, Kitap Arkası: İlyada, http://www.facebook.com/mehmetarat2000x&ref=fblike

 
Toplam blog
: 72
: 274
Kayıt tarihi
: 08.01.12
 
 

1958 doğumlu. Mühendislik eğitimi aldı. Teknik alanda çalışırken kültürel konulara ilgisini sürdü..