Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '08

 
Kategori
Siyaset
 

Tapınmaktan vazgeçen sola açılan yol; Liberal Demokrasi

Tapınmaktan vazgeçen sola açılan yol; Liberal Demokrasi
 

Kim II Sung Heykeli


Liberalizmin, en temel felsefesi bireyin devlet karşısında temel hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınmasıdır. Elbette bu bakış açısı toplumun devlet karşısında geniş bir hareket alanı elde etmesine yarar. Ancak toplumun çarpık, düzensiz ve irrasyonel yapısına yönelik müdahalelere de engel olur.

Bu nedenle sol ile liberalizm arasında uzun dönemler geniş bir mesafe olduğunu kabul edebiliriz. Çünkü sol zihniyet, devlet eli ile toplumun dizayn edilmesine inanan fikri bir altyapıya sahiptir. Sol zihniyet uzun bir zaman diliminde, aklı devreye sokan bir yönetim tarzı ile devletin topluma adalet, eşitlik ve refah sağlayacağını öngördü. Ancak bu durum, bireylerin ve toplumun genelinin, devletin bu hizmetleri adına kendine ait bazı hak ve özgürlüklerden gönüllü olarak feragat etmelerini gerektiriyordu.

Hele ki, modernizmin aklının tek doğruyu bulma konusundaki yeteneğine dair ön kabul, devletin bireylerin tercihte bulunma hakkına bile gerek bırakmadan devreye girmesini meşru kılıyordu. Örneğin ön eki sosyal olan her fikir, tasarım, ürün, çözüm devletin sorumluluğunda uygulamaya geçiyor ve toplumsal sorunlara yönelik tip reçete olarak her derde deva oluyordu.

Bu noktada, fikren iyi gözüken bu bakış açısının, reel sosyalizmde olduğu gibi, batı demokrasilerinde de çok fazla verimli olmaması, solun devlete dair bakış açılarını da yenilemesine neden oldu. Devlet, basit anlamıyla bir sınıfın, diğer sınıflar üzerinde tahakküm kurmasına yarayan basit bir araç değildi. Diğer bir ifade ile, hangi sınıfa ait akıl ona hâkim olursa, o aklın hizmetine giren bir robot değildi. Neredeyse kendi başına bir organizmaydı ve kendisine ait bir aklı vardı. Giderek genişleyen ve karmaşıklaşan devlet organizması, bambaşka bir güç odağına dönüşüyordu ve her güç odağı gibi kendisine ait bir sınıf (bürokrasi) ve o sınıfa ait ideolojiler geliştiriyordu. Yani her devlet yapısı toplum tarafından dengelenmedikçe otoriterleşme eğilimi üretiyordu. (örneğin bizde de Tüsiad'ın politikaları ile devletin politkalarının oldukça fazla noktada ayrışması, devletle burjuva arasında direkt bir bağlantı olmadığının en güzel göstergelerinden birisidir)

İşte bu noktada solla, liberalizmin bazı kesişme noktaları ortaya çıkmaya başladı. Solun devleti algılayışındaki değişim, onu liberalizmin devleti küçültme, toplumu genişletme idealini incelemeye itti. Ve sol, devletin daralması ile oluşacak boşluğu, yani toplumdaki adaletsizlikleri, eşitliksizleri ve yoksulluğu ortadan kaldırma sorumluluğunu kimin üstleneceğini düşünmeye başladı. Ancak solun liberalizmin kayıtsızlığına, sorumsuzluğuna, kaderciliğine, doğanın sırlı yasalarına inanma eğilimine kayması mümkün değildi.

Sivil toplumculuk bu aşamada solun derdine deva olarak devreye girdi. Devlet vardı ve elbette olmalıydı. Ancak koca bir ülkeyi ve geniş bir toplumu idare edecek bu yapı, birkaç değişken (seçilmiş) ve çoğunluğu kalıcı (atanmış) kişiye terk edilemezdi.

Sivil toplumculuk, devleti toplumun dışında ve onu yönlendiren bir mekanizma olmaktan çıkaran bir söylem olarak doğdu. Toplumun devletle düzenli bir denetleyebilirlik, hesap verebilirlik ilişkisi kurarak, toplumun güç odaklarından bağımsız kendi adına bir güç odağı olan devletin, kamuoyu baskısı altında toplumun çıkarlarından sapmasına engel olması hedefi, sivil toplumculuğun bir yönüydü. Ama bence daha önemli bir görevi, klasik edilgen vatandaş-devlet ilişkisini, etken vatandaş-devlet ilişkisine çevirmesi ve katılımcılığın geliştirmesiydi.

Sol bu şekliyle, toplumun değişmesi, iyiye, doğruya ve güzele doğru gelişmesi için, iradi bir müdahaleye ihtiyaç duyulması tezinden vazgeçmemiş ama bu görevi, devletten alıp, toplumun dinamik odaklarına yüklemiş oldu. İşte bu nokta, sol ile siyasal liberalizmin temas noktası oldu. Ama bu temas halinde olmak, ne birbirlerinin içinde erimek anlamına gelir, ne de bir düşünce tarzının diğerinin etki alanına girdiğinin. Bu yalnızca dönemsel olarak ortak güzergâhta gidilebileceği anlamına gelir. Çünkü solun, toplumun kendi dinamikleri ile, eşitliği, özgürlüğü, barışı hayata geçirebileceğine dair ütopyaları vardır. Sol, nihayetinde liberalizm gibi determinist bir açıdan bakamaz yani tüm olay ve oluşları kesin ve değişmez kabul edemez. Her sorunu haklı kılan gerekçeler üretip, onu doğal olarak kabul edemez. Aynen, yoksulluğu, işsizliği, eşitsizliği, ayrımcılığı normal kabul edemeyeceği gibi. Sol insan iradesinin, sorunlara akılcı çözümler üretebileceğine inanır.

Solun, siyasal liberalizmle ilk temas noktası özgürlük olurken, ikinci temas noktası ise, yine 1950’lerden (ikinci dünya savaşından) sonra demokrasi anlayışı üzerinden gelişti. Klasik sol algılayışta, sınıf farklılıklarının ve eşitsizliğin olduğu bir ortamda demokrasinin de gerçek bir demokrasi olmayacağı düşünülür. Elbette doğru bakış açısıdır. Ancak bu doğruluk, laboratuar ortamında yerçekimsiz ortamda, ya da sürtünmesiz koşullarda deney yapmak kadar doğrudur. Sosyalizm fikri, zihin laboratuarından çıkıp, hayatın engebeli, dolambaçlı ve sarp yollarına girdiği anda, kağıt üzerinde inşa edilmeye çalışılan eşitliğinde steril bir demokrasiyi var etmediği ortaya çıktı. Zaten aslında demokrasi ulaşılması gereken nokta değil, ulaşılması istenen noktaya giden ve oldukça özrü, hatası, eksiği olan bir araçtı. (Yani aslında Tayyip Erdoğan haklıydı) Ve daha önemlisi yol aldıkça, hedefe yaklaşıldıkça, ideale yaklaşılan, kendisine çeki düzen veren bir araçtı.

Mevcut geliştirilmiş demokrasi düzeyini küçümseyip, onun hata ve eksikleri üzerinde eleştiri geliştirerek baskıcı, otoriter düzenlere yelken açmanın garabetini sol zihniyet ancak 20. yüzyılın yarısında fark etti. O andan itibaren de, liberal demokrasiyi, siyasal yaşamın işletim sistemi olarak kabul etti. Demokrasiyi zihinlerde idealleştirmenin, kusursuz insan imal etmek kadar faşizan bir tavır olduğu anladı. Ağır aksak ilerleyen ve gelişmeye açık her demokrasinin, otoriter ve faşizan sistemlerden daha tercih edilir olduğu fikri, sol fikriyata sahip insanların temel argümanı oldu. Bu noktada sol, şiddete, güce ve otoriter sistemlere kayan kanattan tam bir kopuş yaşadı.

Son olarak, solun iki nokta üzerinden liberalizm ile temas kurduğunu söylememiz mümkün; Özgürlük ve demokrasi. Elbette, bu her iki kavramın varlığı konusunda uzlaşılsa da, aynı zemin üzerinden gidilmek istenen yollar farklıydı. Bu da, saiyasal yaşamın, ikna etme, düşünceyi ifade etme ve yayma hakları çerçevesinde toplumun tercihleri ile belirlenecek bir şeydi. Şu an Türkiye'de de sorunumuz solu, bu zemin üzerinde durmaya ve bu zemine uygun mücadele şartlarına uyum sağlamaya ikna etmektir.

Liberalizmi üzerinde bir yazı daha yazmayı hak ediyor.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..