Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '13

 
Kategori
Kültürler
 

Tarafsızlığın taraftarı

Tarafsızlığın taraftarı
 

Hangisinden yanasınız


Taraf tutmak insanın en temel ihtiyaçlarından birine hizmet ediyor. “Ait olma duygusu” Ben bu taraftanım demek, yanında bir grup insanla birlikte olmak kendini güçlü hissetmek. Yalnızlık duygusunu, sosyalleşme ihtiyacını doyurmak. Fakat giderek artan oranda bir şeylere taraf olmaya bir şeylere de karşı olmaya teşvik mi ediliyoruz? Bu hükümet politikaları, dünya güçlerinin, silah tüccarlarının savaş isteyen ve bu savaşlardan nemalananların esiri olarak gittikçe birbirimizden uzaklaşıyor muyuz?

Kişiliğimizi bir grupla bütünleştirdiğimizde sadece birbirimizden uzaklaşmakla kalmıyoruz tabi daha bir sürü zararları da var. Öncelikle kişinin egosunu güçlendirmesi, kendini özünü hissetmesi, kendi yeteneklerini ilgilerini, kendi farkındalığını kazanması mümkün olmuyor. Kendi egosunu güçlendiremeyen birey zayıflığından korkup, kendini koruma amaçlı olarak daha fazla fanatik taraftar olmaya meylediyor.  Bütün dünyayı saran bu “Taraf olma kültürü” Ortalığı kasıp kavuruyor.

Çok küçük yaşlarda babam siyasi partilerin konuşmalarını TV den izlerken bir şey fark etmiştim. Bu insanların neden hepsi aynı şeyleri söylüyorlar, aynı şeyleri söyleyen adamlar arasında babam neden bir tanesini beğeniyor da diğerine kızıyor anlamam mümkün olmuyordu. Taraf tutmayı bilmediğimden ve çocuksu bir gözle objektif olduğumdan olsa gerek,  madalyonun iki yüzü olduklarını çok rahat görebiliyordum. Her iki taraf ta aynı şeyleri söylemeye devam ettiklerini hala görebiliyorum. Birbirlerini aynı şeylerle suçluyorlar. Sen benim elimden özgürlüğümü alacaksın ve beni mahkum edeceksin. Taraf tutmak böyle bir şey korku ve panikle karşı tarafı dinlemiyorsun ve dinlemeyince de anlamıyorsun. Oysa bir dinlesek aynı şeylerden korktuğumuzu ve aynı şeylerden muzdarip olduğumuzu göreceğiz üstelik hayatla ilgili amaçlarımız, insanca yaşama isteklerimiz, devletimizi sevme ve vatanseverliklerimiz hep aynı.

Geçen gün bir arkadaşıma telefonumdaki fotoğraflarımı gösteriyordum. Türbanlı gelinlikli yeğenimin resmini gördü. Şaşkınlık içinde bana yakınlığını sordu, öğrenince onun benden bir an soğuduğunu fark ettim aramızda buz gibi rüzgarlar esti. Sesi coşkusunu yitirdi, silik ve neşesiz oldu. Hani sen türbanlı taraftansın demek, o zaman karşı tarafız. Arkadaşıma bir şey demesem de buna hem üzüldüm hem de kızdım. Sevdiğim bir arkadaşım benden böyle bir şey için uzaklaşırsa eyvallah olsun. Yine türbanlı bayanların çoğunlukta olduğu bir toplulukta boynumda ki şık fularıma bakan türbanlı genç bir kız “Neden o türbanı başına bağlamıyorsun” Dedi. Gözlerinden alev alev ne kadar büyük bir hata yapıyorsun, ne ayıp, günah bu halinle nasıl burada olursun der gibiydi. Ben de ona “Ben böyle kendimi iyi ve rahat hissediyorum tıpkı senin türbanınla hissettiğin gibi” Dedim. Sesimdeki kararlığı görünce daha fazla bana vaaz vermeye niyetlense de kısa kesti. Vermek istediğim mesaj çok açıktı sanırım. Ben seni kabul ediyorum, sende beni kabul etmek zorundasın.

Bize uymasa da neden o düşünceye karşıyız neden o insanı tu kakalaştırıyoruz.  Nasıl ki onların düşünceleri bizim için kötüyse, bizim düşüncelerimiz de başkası için kötü olabiliri kabullenemiyoruz.

Fenerbahçelisi, Beşiktaşlıyı sevmiyor, AKP’ lisi CHP’ liyle arkadaşlık etmiyor. Başını kapatan başını kapatmayana “Ben doğruyum, sen Allah yolunda değilsin, günahkarsın” Diyor. Başını kapatmayan başını kapatana “Sen gericisin, çağdaş değilsin, ikinci sınıfsın” Diyor. Devlet dairelerinde herkes gruplaşmış parti taraftarları ayrılmış, birbirleriyle konuşmuyorlar. Alevi ve Sünni sevgililer ayrılıyor.

Kişiliklerimizi davranışlarımızı partiler mi belirleyecek, siyaset mi kişiliğimize, biz mi siyasete şekil vereceğiz? Biz o kadar aciz miyiz? Kimlerle arkadaşlık edeceğime, kime nasıl davranacağıma, ne hissedeceğime partiler mi karar verecek? Partilerin işi bu mudur? Partilerin veya herhangi bir grubun biçtiği kişilik kıyafetini giymek zorunda mıyız? Fabrikasyon işi tabi; yöneten güçler bunu ister, çünkü o şekilde insanı idare etmek kolay, hepsi koyun olursa başlarına bir çoban yeter.  Hiçbirimizin görüşü hiçbirine benzemesin zaten, böyle bir mecburiyet neden? Herkes özgün herkes farklı, herkes kendine ait engin düşünce ve fikre sahip olsun, yüce insanlar gibi. Birinin fikrini beğenip ama onun cümleleriyle değil de fikrine fikir katarak, eksiklerini tamamlayarak, kayıtsız şartsız birine bir düşünceye tabi olmadan ve diğerlerini itelemeden yaşabilmek nasıl olurdu acaba? Merak ediyorum. Ama diğer türlüsünü çok iyi biliyorum, bir fikre olduğu gibi tabi olmak ne büyük bir esarettir.  

Birbirimizi olduğu gibi kabullenmek zorundayız; başını kapatana saygı duymak ve kabullenmek, başını açanı sevmek, takdir etmek zorundayız. Kim nasıl isterse giyinir, düşünür. Bunu hukuk değil, en fazla toplumsal kurallar, gelenekler,  moda ve sonucunda kişi kendisi karar verir, belirler. Bunlar dayatmayla asla olmaz. Kimse kimseye karışamaz.

Birbirimizi insan olarak sevebilir, çeşitlilik içinde bir uyum ahenk ve bir melodi yakalayabiliriz. Hep aynı notayla beste yapılmaz.  İnsan olarak yapamıyorsak, eşekler gibi kabul etmek ve bir arada yaşamak zorundayız. Eğer çocuklarımızın ölmesini, evlerimizin yıkılmasını ve üstelik bunlarında birilerinin ekmeğine yağ sürmesini istemiyorsak.

Eğer taraf olacaksak hepimiz bizden yana, biz bütünden, bütün insanlıktan yana…

 

 
Toplam blog
: 21
: 1610
Kayıt tarihi
: 21.02.13
 
 

Ankara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik alanında lisans ve yüksek lisanımı yaptım..