Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '12

 
Kategori
Öykü
 

Tarif etti mutluluğu, çizdi Râb kaderini - I

Tarif etti mutluluğu, çizdi Râb kaderini - I
 

“Beni bak, geberdirin çocuk seni. Nezmandır söleboturum. Neree gidik gidesiiiniz o gızla?”

“Öff be anne! Dolaşıyoruz işte. Sonra da bir yerde oturup çay içiyoruz.”

“Huncacık ömügüm vaa, bek ezziyet ediyon bene Üzde.”

“Hiç Üzde'n sana kıyar mı, anaların sultanı.”

“Git önkü elini yüzünü yuuka datlı dilli. Zıbınını da cikarivee. Koş baken.”

Babası şehirliydi de annesini köyden aliveemişti. Bazen konuştuklarından hiçbir şey anlamazdı. Güldüğünü görürse de kızardı. O’nu kim doğurmuştu, unutmasındı. En küçük abisiyle arasında on iki yaş vardı. Hiç de anlaşamazdı. Babasının yokluğunda -evin reisi kesilir- nefes aldırmazdı. Aslında annesinin sorgulaması biraz da oğlundan çekinmesindendi. Çünkü Gözde -iki erkek çocuktan yıllar sonra gelen- kıymetli prensesleriydi; lâf işitmesindi, kalbi kırılmasındı. Kız evlat gibisi var mıydı. Upuzun saçları, kapkara gözleriyle pek de güzeldi. Babası yılın altı ayı Bodrum’da aşçılık yapıyordu. Kızına çok düşkündü. Ve Gözde’nin yanına gelmesini, o dejenere dünyayı tanımasını istemiyordu! 19 yaşına gelmişti ve daha Bodrum’u görmemişti. Babasının orada çalıştığını bilen arkadaşları Gözde’nin de bütün yazı orada geçirdiğini sanıyor, yaşadıklarını anlatmasını istiyorlardı. O da gazetelerde, mecmualarda okuduklarını; magazin programlarında izlediklerini sanki kendi yaşamış gibi anlatıyordu. Büyük abisini ve yengesini çok severdi. Muğla’da yaşıyorlardı ve beş yaşındaki yeğeni de dünyalar tatlısıydı, gördüğünde abaamm diye boynuna atlardı. Hayatındaki tek renk ara sıra onlara gitmek değildi elbette. Bir de Demir’i vardı. Yakışıklısı. Annesinin bir türlü sevemediği Melike de kankasıydı. Birbirlerinin her şeyini bilirlerdi. Abisinin takip etme ihtimaline karşı; Denizli Bulvarı’ndaki kafeye önce ikisi gider, bir süre sonra da Demir gelirdi. Zaman zaman Melike’nin Demir’e anlamlı bakışlarını yakalasa da onun arkadaşlığına ihtiyacı vardı ve Demir’e de güveni tamdı. Üniversiteyi kazanamamışlardı. Demir bir kargo şirketinde çalışıyordu. Anne-babası o küçükken ayrılmışlardı ve Demir de annesiyle yaşıyordu. Maaşı güyâ iyiydi ve üniversiteyi kazanamamak da dünyanın sonu değildi. Gözde’si he desindi, hemen evlenirlerdi; annesiyle otururlar, kira da ödemezlerdi.

“Kocaman bir evim olsun istiyorum! Şu bahçeli olanlardan. Ama havuzu da olsun. Üst kattan aşağıya salına salına ineyim. Kocam da -kollarını açmış- merdivenin başında beni beklesin!”

“Tamam, Demir şimdi gelir; söylersin. Nereden istiyorsan, oradan alır hemen evinizi.”

“Amann Melikoş! Ne bozuyorsun hayallerimi. Bin lira maaşla nasıl alsın Demir?”

“Kızım sen kafayı mı yedin. Sen bu çocuğu sevmiyor musun? Boy bos, yakışıklılık onda. Damızlık gibi geziyor ortalarda! Hayatını da sana adamış, varsa yoksa sen!”

“Seviyorum tabii de bayılıyorum magazin programlarındaki evlere.”

“Düşünme öyle şeyler. Kocan zengin olur; ama kumalar da sıralanır! Demir harika bir çocuk ve insanlar sizden gözlerini alamıyor! Nazar değecek valla. Kurşun döktür sık sık Ayşe Teyze'ye!”

“Abim bizi bir görürse, bakalım o da mı gözlerini alamaz yoksa kurşunla canımızı mı alır!”

“Şşşttt, Demir geldi.”

Buluşacakları günlerde kamyoneti kafenin önüne çeker Demir. Biraz sohbet edip, çay içtikten sonra da Gözde’sini alır Melike’nin elinden. Hem kargo dağıtırlar hem de sohbet ederler saatler boyu. Annesi ararsa da Melike vardır yanında; ama o an lavaboya gitmiştir! Araca oturur oturmaz soran gözlerle bakar Demir’e Gözde. Karaköy’e kargo var mıdır? Varsa, sona bırakırlar ve Paşa Yaylası’na çıkmak demektir bu. Çimenlere uzanır, kana kana öpüşürler. Sonra da şehri seyrederler yükseklerden. Hiç susmaz telefonu Demir’in. Açmaz, kovacaklar sonunda beni der!

“Ceylan gözlüm, neyi bekliyoruz? N’olur evlenelim aşkım! Daha ne kadar gizli gizli buluşacağız? Bak, bizim evimiz kocaman. Anamın da etliye-sütlüye karıştığı yok! Üniversiteyi kazanırsak da okuruz, evli olmamız mani değil ki.”

Çoğunlukla sessiz kalır Gözde. Gülümser ve öper Demir’i. Ama daha ne kadar öteleyebilecektir o da bilmez! Aslında bunu neden yaptığının, Demir gibi -kızların gözlerini alamadığı- yakışıklı bir erkeğin evlenme teklifiyle havalara neden uçmadığının cevabını kendisi de bilmemektedir! Belki de yaşadıklarının adı aşk değil, tutkudur!

Dönüş yolunda daha bir sessiz olurlar! Pişmanlıklar, sorular, acabalar vardır zihinlerinde! Nereye yol alıyorlardır! Yolun aynı ucuna mı yoksa farklı uçlarına mı gidiyorlardır!

Annesiyle çok yakındır; ama yine de Demir’i anlatamamıştır! Neden diye kendine defalarca sormuş, cevabını bir türlü bulamamıştır. Demek ki içinde bir Gözde daha vardır ve onun hayalleri başkadır!

Büyük abisinin ve yengesinin de desteğiyle, üniversiteyi okumasına babası ve annesi bir şey dememektedir; ama eve de görücüler gelmekte, acaba yoklamaları yapılmaktadır! Daha çok gencim, evlilik neyime defansları da gittikçe zayıflamaktadır.

“Hoş geldin Gözde’cim. Dur, şöyle köpüklü bir kahve yapayım da içelim. Patron öğlene kadar yok, rahat ol. Sonra da yemeğe gideriz.”

Melike bir Beyaz Eşya mağazasında çalışmaktadır. Güzel Türkçesi ve biçimli vücuduyla satışlara kattığı performans patronu tarafından çok takdir edilmektedir. Bu başarıyı görmezden gelen tek kişi patronun karısıdır!

“Neyin var Gözde, neden durgunsun?”

“İçimde fırtınalar kopuyor Melike. Hayatımın her sahnesi yarım! Abim işe girmemi istemiyor, sözde ders çalışıyorum! Üniversiteyi kazanamadım, kazanacağım meçhul. Tamam, Demir’i çok seviyorum; ama aşık mısın dersen, cevabım yok! O çok iyi bir insan ve biliyorum, bana deli gibi aşık. Kahroluyorum. Oysa benim ideallerimden öyle uzak ki! O, evlensin, sabah işine gidip akşam gelsin, pijamalarını giysin ve kestane kızartalım, mısır patlatalım, TV izleyelim istiyor! Böylesi küçük hedeflerin düşüncesiyle dahi mutlu olabiliyor! Benim gelecekten beklentilerim bunlar değil ki. Her gün evlenme teklif ediyor bana. Ama biliyorum ki ben onu çok mutsuz ederim. Ve o bunu hiç hak etmiyor!”

“Canıımmm!! Neden daha önce açılmadın bana. Ben de sizi çok mutlu sanıyordum!”

“O’nun yanındayken öyleyim. Bana sarıldığında ayaklarım yerden kesiliyor, bulutların üzerine çıkıyorum; ama evlilik bambaşka bir şey Melike. Ömrümü yutkunarak geçirmek istemiyorum ben.”

“Gözde ben sana bir şey söyleyeceğim; ama... Aslında biraz da şu anlattıklarından cesaret alıyorum!”

“Aa! Neymiş kız? Hadi anlatsana!”

“Hani, bayramdan önce gelmiştin ya yine. Mahir Bey de buradaydı ve yanında bir bey daha vardı.”

“Ee, ne anlatmaya çalışıyorsun?”

“O, misafir beyi hatırlıyor musun? Orta yaşlı, şakakları hafif aklaşmış; bize bakıyordu hani ara sıra.”

“Hatırlayamadım valla Melike’cim.”

“Neyse, Semih Bey o. Mahir Bey’in üniversiteden arkadaşı. Forum’da iki mağazası var. Organize Sanayi’de de depo ve dükkanları varmış. Kardeşköy’deki villasını da Mahir Bey anlata anlata bitiremiyor!”

“E bana ne bunlardan!”

“Semih Bey seni çok beğenmiş ve Mahir Bey de bana söyledi. Seninle tanışmak istiyormuş. O zaman, ben senin nişanlı olduğunu söylemiştim. Çok üzülmüş. Yani, böyle işte. Ohh, söyledim rahatladım.”

“Ne mağazasıymış Forum’dakiler?”

“Ne cadısın seenn!”

Haklıydı Melike. İçinde bir de Cadı Gözde vardı. Madem ki Semih Bey uzun zamandır bekliyordu, gidip görülmesi kibar bir hareket olurdu. İki kanka yemeklerini Forum’da yemeye karar verdiler. Ama önce Semih Bey’in mağazalarına uğrayacaklardı. Orada olmasını dilediler; ama dileklerini birbirlerine söylemediler!

Kırklı yaşlarının ortasında olmalıydı Semih. Mavi gözleri ve kırlaşmış saçlarıyla inanılmaz çekici görünüyordu. Onları kapıda görünce kısa bir şaşkınlık geçirmiş, sonra da hızla yanlarına gelmişti. Yemeği de birlikte yediler. Gönül Kahvesi’nde ikinci kahvelerini içiyor olmaları da umurlarında değildi. Gözde’nin zarif elini dudaklarına götürürken Semih, mavi gözler çoktan kömür karası gözlerle anlaşmıştı !

Dönüşte hiç konuşmadı iki arkadaş!

İyi mi yaptım diye düşünüyordu Melike. Demir onun da arkadaşıydı. Gözde’ye Semih’ten hiç bahsetmeyebilirdi ve konu zaten kapanmıştı. Oysa şimdi küller üflenmiş, hisler alevlenmişti. Gerçi hemen olmasa da Gözde Demir’den mutlaka ayrılacaktı. Olamayacağını imâ etmişti.

Şaşkındı; ama yüzünde farklı bir gülümseme vardı Gözde’nin. İdeallerini gerçekleştirebileceği bir erkekti Semih. Hem varlıklı hem de çok yakışıklıydı. Aralarındaki büyük yaş farkı geldi aklına, derin bir off çekti. Semih istese bile ne anne-babası ne de abileri böyle bir izdivaca olur demezdi. Hayal kurmanın alemi yoktu! Hem Demir’e ne olacaktı. Okumaktan da mı vazgeçecekti. Bugün şunu anlamıştı. Demir’e aşık değildi !

Semih sık sık Mahir’i ziyarete geliyor, Melike’den de Gözde hakkında bilgi almaya çalışıyordu! Sonunda Melike kendi telefon numarasını verdi de Semih’in mağazadan ayağı kesildi. Kankalar on gün kadar sonra Forum’a tekrar gittiler ve bu sefer yemekte Melike -lavaboya gitme bahanesiyle- onları yalnız bıraktı. Ama uzaktan da izledi. O varken soğuk duran Gözde cıvıltılar saçıyordu ve Semih’le el eleydiler! Demek ki -Demir'le bitmemiş ilişkisi nedeniyle- Melike’nin yanında utanıyordu !

Semih Gözde’yi hediyelere boğuyordu ve giydiklerini, taktıklarını annesine anlatmak imkansız hale gelmişti. Yani bu Melike de ne iyi arkadaştı, devamlı hediyeler alıyordu! Demir’le buluşmaları haftada bire kadar düşmüştü ve öp-koklaş da bitmişti. Dokunmasını istemiyordu.

Bir gün gözyaşları içinde, “neler oluyor bize aşkım?” dedi Demir. Diyebildi.

“Ben artık devam edemeyeceğim Demir! Yaşamdan beklentilerimiz farklı. İleride ben seni çok üzerim. Ne sen tam anlamıyla benim arzuladığım erkek olabilirsin ne de ben kestane yeyip, dizi izleyebileceğin kadın! Medeni iki insan gibi ayrılalım ve istersen arkadaş kalabiliriz.” dedi. Demesi hiç de zor olmadı.

Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi Demir. Ayağa kalktı. Gözlerini kırpmadan bakıyordu Gözde’ye. “Yazıklar olsun sana. Seni tanıdığım güne lanet olsun. Sana inanıp güvendiğim için de tanrı beni affetmesin! Bir daha ne dirini ne de ölünü görmek istemiyorum! Yaşadığım sürece seni affetmeyeceğim.” dedi ve uzaklaştı. Çok zorlandığı belliydi.

Hiçbir şey hissetmedi Gözde. Utanmam gerekmiyor muydu dedi içindeki cadıya! Duyduğu kıkırtı allegroydu! Demir’i değil, Semih’i düşünüyordu artık. Nasıl yaşayacağına kendisinin karar vermesi bencillik miydi? Neden Demir’in hayatını yaşamalıydı ki !

Şehir içinde Semih’le buluşması çok tehlikeliydi. Abisinin dışında artık Demir de takip edebilirdi. Çözüm bulmakta zorlanmadılar. Minibüsle şehir çıkışına gidiyordu Gözde ve Semih de onu oradan alıyordu. Kuşadası’na, Selçuk'a, Şirince’ye gidiyorlardı. Birkaç kere de Semih'in evine gittiler. Üst kattan aşağıya salına salına indi. Çok kibar ve anlayışlı bir erkekti Semih. Gözde’yi mutlu etmek için ne yapacağını şaşırıyordu. İlk öpüşmelerinde ne hissettiğini tanımlayamadı; ama farklıydı. O olgun bir erkekti. Dudaklarının bıraktığı nem asla gitmiyordu! Ve gözlerini açtığı anda -sere serpe uzandığı bulutların- bir rüya olmadığını görmek ise en güzeliydi.

Annesine Melike’de kalacağını söylediği bir akşam, güneşi -Kuşadası'nda- Güvercinada’da batırdılar! Pırlanta yüzüğü usulca Gözde’nin parmağına geçirirken, “zoru başarmaya, bir ömrü benimle paylaşmaya var mısın?” dedi Semih.

Ne kadar zor olacağı umrunda bile değildi Gözde’nin. Çok mutluydu. Aradığı her şeye sahipti Semih ve emindi, Demir’in sevgisinden büyüktü sevgisi !

“Evet, evet, binlerce kez evet” derken boynuna sarıldı Semih'in.

Ne kadar mutlu olduğunu düşündü, binlerce kez teşekkür etti tanrıya o gece. Melike’yi aradı, müjdeyi verdi. Çığlıklar attılar. Sakın Demir’e söyleyeyim deme diye uyarmayı da ihmal etmedi. Sabah uyandığında gerçekler onu düşündürmeye başlamıştı bile. Semih ve ailesi istemeye gelmeden önce hazırlamalıydı anne-babasını, abilerini. Bir an evvel Muğla’ya gidip, büyük abisiyle yengesine açılması iyi olacaktı.

Ertesi hafta Semih Muğla’ya götürdü Gözde’yi. O da otelde kaldı. Gözde’yi dinleyince, önce çok sevindi abisiyle yengesi. Konu Semih'in yaşına gelince duraksadılar. Bu nasıl olacaktı. Ama Gözde’yi çok seviyorlardı. O mutlu olsundu da. Hafta sonu eve gelmeye karar verdiler. Aile Meclisi’nde hep beraber konuşulmalıydı bu önemli konu ve Gözde’ye destek olacaklardı.

Dönüş yolu umut doluydu. Abisine ve yengesine güveniyordu Gözde. Hafta sonunu zor ettiler. Ayşe Hanım oğlu, gelini ve torunu geleceği için mutluluktan uçuyordu. Acılı güveç, zeytinyağlı börülce, patlıcan kavurma, yaprak sarma, paşa böreği, zerde yaptı.

Bütün aile neşe içinde yemeklerini yedikten sonra salona geçtiler. Gözde kahveleri yaptı. Heyecandan kalbi duracak gibiydi. Semih’i aradı. O da çok heyecanlıydı.

Kahvesinden son yudumu aldıktan sonra İhsan Abi’si anne babasına döndü;

“Anne, baba! Biliyorsunuz, Gözde küçüklüğünden beri bana çok yakındır. Salı günü Muğla’ya geldiğinde bize bir şeyler anlattı ve size açılmadan önce fikrimizi almak istedi.”

Odada bir sessizlik oldu. Önce birbirlerine, sonra Gözde'ye baktılar olanları anlamak istercesine! Baba ve küçük abi merakla İhsan’ın diyeceklerini bekliyordu.

“Kardeşimle evlenmek isteyen biri var. Şehrin saygın ve varlıklı ailelerinden birinin oğlu. Ticaretle uğraşıyor. Eğer izniniz olursa Gözde’yi istemeye gelecekler.”

Başı önünde bir süre sessiz kaldı baba. Kıymetlisinin de bir gün evden uçacağı gerçeğine hazırlıksız yakalanmıştı. “Üniversite tahsilin ne olacak kızım, okumayacak mısın?” dedi, umut dolu firari bir bakışla!

“Evlendikten sonra da okuyabilirim baba. Zaten Semih de tahsilime devam etmemi istiyor.”

“Demek Semih, delikanlının adı. Ne aceleniz var kızım! Okulun bittikten sonra evlenirsiniz.”

Liseyi bitirdin yeter, ne gerek var üniversiteye diyen babasının söylediklerine inanamıyordu! İhsan Abi’sine baktı yardım istercesine!

“Yalnız, ufak bir sorun var baba! Önce bana da zor geldi anlaması; ama kardeşimin çok sevdiğini ve istekli olduğunu görünce kabullendim.” dedi İhsan.

“Meraklandırmayın beni, deyin hele.”

“Semih 47 yaşında.”

O an ölmek, yerin metrelerce altına gömülmek istedi Gözde. Sesler kesildi. Başını kaldıramıyordu. Belki de babası bağırıp çağırıyordu, koltuklar havada uçuyordu; ama o hiçbir şey duymuyordu. Babasının yanından geçişini hissetti. Ardından da küçük abisi kapıyı olanca hızıyla çarparak çıktı. O an başını kaldırdı. Annesi ve yengesi ağlıyordu. Abisi de ona bakıyordu çaresiz gözlerle. Sarıldılar. Zamana ihtiyaç vardı.

O zaman gelmiyordu! İki ay sonra İhsan Abi’si Bodrum’a giderek babasıyla konuşmayı tekrar denedi. Baba-oğul birbirlerine girdiler! Gözde'nin evden çıkmasına da çok zor izin veriyorlardı artık. Küçük abisi saat başı arıyor, kontrol ediyordu! Melike geliyordu sık sık, ağlaşıyorlardı. Bir çıkış yolu olmalıydı mutlaka.

O yolu Semih buldu. Gözde güçlü bir erişkindi !

İzmir’in cayır cayır yandığı bir temmuz gününde Gözde ve Semih Karşıyaka Nikah Sarayı'nda buruk bir mutluluğa imza attılar! Semih’in anne-babası, kardeşleri; Gözde’nin İhsan Abisi ve yengesi, yeğeni; Mahir Bey ve Melike anlamsız tepkiyi kabullenmeyen ve onların yanında olan gerçek sevenleriydi. Kayınvalidesi Gözde’yi öpüp tebrik ederken, “merak etme kızım, ailen de bir süre sonra yumuşayacak, seni ve oğlumu bağırlarına basacaklardır. Semih mutlu olmayı çok hak eden bir çocuktur. Senin de oğlumu çok mutlu edeceğine inanıyorum evladım.” demişti.

Ailesinin dışlamasına rağmen çok mutluydu Gözde. O'nu böyle davranmaya mecbur etmişlerdi. Semih'in varlığı her şeye değerdi. Mağazalardan birinin başında da o duruyordu artık; ama akşam yemeğini hazırlamak için erkenden çıkıyordu. Evde televizyon hemen hiç açılmıyordu. Konuşacakları bir konu mutlaka vardı. Büyük bir giyim firmasının franchise’ını almayı ve Gözde’nin yönetiminde çalışmasını planlıyorlardı.

Aylar hızla geçiyordu. Bir cumartesi günü İhsan Abisi, yengesi ve yeğeni ziyaretlerine geldiler; ama her şeyden daha güzeli ve sürpriz olan: Ayşe Hanım’ın da onlarla gelmesiydi. Aylardır birbirlerini görmeyen ana-kız dakikalarca sarılı kaldılar, ağlaştılar. Semih’in de gözlerinin dolduğunu gören Ayşe Hanım elini damadına uzattı, “damat, öpüveecen mi Aşa Ana'nın elini?” dedi.

İşte, yumuşuyordu ana-baba yüreği. Babası da sormuştu kıymetlisini; “haber alıyor musun hanım? Babasını yok saydı kızım; ama nasıl, mutlu mu bari?” demişti. Küçük abisi de, “sordum soruşturdum; delikanlı adammış enişte.” demişti.

“Haftaya gelivee de öpüvee bubanın elini gızım.” dedi Ayşe Hanım !

Kalbi yerinden çıkacakmışçasına atıyordu Gözde’nin. Semih tutuyordu elinden. Abisi gülümsüyordu. Yengesinin gözleri de dolu doluydu. Ana-kız tekrar sarıldılar, doyasıya ağladılar. Semih’e baktı Gözde, kömür karasıyla deniz mavisi bir kez daha anlaştılar! Ailelerinin yeni ferdini müjdelemeyi bir hafta erteleyebilirlerdi.

Hüseyin Bey sımsıkı sarıldı güzel kızına. Damadına da. Saklamadı gözlerindeki kızartıyı. Hele dede olacağını öğrendiğinde hemen su yetiştirdiler! “Damat, anne babana söyle de gelip yarım kalan işi tamamlasınlar, kızımı benden istesinler. Yoksa geri alırım!” dedi. Öyle mutluydular ki. Allah evlerinden gülmeyi eksik etmesindi.

Hayatları normale dönmüştü. Dünürler de birbirlerine gidip gelmeye başlamışlardı. Ama Semih'te bir durgunluk seziyordu Gözde. Acaba işlerinde mi ters giden bir şey vardı. Gerçi olsa bile söylemezdi ki. Mağaza müdürleri ve muhasebe ile görüştü gizlice. Satışlar iyiydi. Şirketin finansman açığı da yoktu. Galiba anlamıştı. Hamileliği ilerlemişti ve libidoları düşmüştü, birlikte olmuyorlardı. Akşam Semih’le konuşmaya karar verdi.

“Hayır aşkım, düşündüğün gibi değil. Kızımızı rahatsız etmek istemiyorum!”

“Kızımız rahatsız olmaz ki babası. Doktorumuzun dediklerini unuttun mu? Peki, o zaman neden mutsuz görünüyorsun hayatım? Çok durgun ve düşüncelisin son günlerde.”

“Uzun süredir seninle konuşmak istediğim; ama yaşadığımız olaylar nedeniyle hep ertelemek zorunda kaldığım bir konu var Gözde'cim.”

“Aa, çok merak ettim şimdi.”

“Sanırım evlenmeden önce anlatmam gerekirdi; ama bir türlü anlatamadım işte! Aslında benim için unutulmuş bir konuydu ve seni tanıyıncaya kadar da bir daha evleneceğimi düşünmemiştim!”

Bir daha mı? Ne demek bu Semih, ne demek bir daha? Anlayamıyorum ne demek istediğini.”

“Senden önce bir evliliğim daha oldu ve 16 sene önce boşandım ben Gözde. Bir daha da evlenmemeye kararlıydım. Demek ki büyük konuşmamak gerekiyormuş. Çok içiyordu. Hem içki hem de sigara. Her gün kavga patırtı. O’nunla yaşam bir çileydi.”

“Lütfen bana bir bardak su verir misin? Sen, sen böyle bir şeyi benden nasıl gizlersin Semih, nasıl?”

“Haklısın; ama çok eskide kalmıştı ve seni kaybetmekten korktum.”

“Demek korktun! Peki, neden şimdi itiraf ettin? Beni kaybetme tehlikesi kalmadı mı artık?”

“Yapma aşkım!! Çünkü ailelerimiz arasındaki sorunlar halloldu. Kızımız mutluluğumuzu daha da pekiştirecek. Ve ben bir kişinin daha bu mutluluğa dahil olmasını istiyorum.”

“Nasıl yani, inşallah eski karınla dost olmamı beklemiyorsundur!”

“Tabii ki hayır! Oğlumun da aramızda olmasını istiyorum!”

“Nee!! Oğlun mu, senin bir oğlun mu var Semih? Bu kadarı da fazla! Seni dinlemek istemiyorum artık.”

“Tepkini anlıyorum; ama lütfen dinle aşkım. Annesi -yalan yanlış iftiralarla- yıllarca bana karşı doldurdu çocuğu. Daha yeni yeni konuşabilmeye başladık oğlumla ve artık beni anlıyor, hak veriyor! Cumartesi akşamı onu buraya getireceğim. Evlendiğimi söylemedim ama. Seni görmeden bir yargıya varmasını, bana da yine tavır almasını istemiyorum çünkü. Beraber söyleriz. Gencecik bir eşim olduğunu görünce çok şaşıracaktır!”

“Hırsımdan delirmek üzereyim Semih! Bunca zaman sonra ikinci evliliğin olduğumu öğreniyorum. Bu yetmezmiş gibi bir de oğlun çıkıyor ortaya! Ve sen, böylesine ağır gerçeklerin oldubittiye getirilmesini kabullenip hayatıma hiçbir şey olmamış gibi devam edebileceğimi mi düşünüyorsun?”

“Tabii ki oldubittiye getirmek istemedim canım; ama bu durum başka nasıl anlatılabilirdi. Hem ben eminim, Demir’le çok iyi anlaşacaksınız!”

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..