Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '10

 
Kategori
Siyaset
 

TCF ve TKP'nin Başına Gelenler

TCF ve TKP'nin Başına Gelenler
 

Türkiye’deki en renkli tartışmalardan birisinin yakın tarih tartışmaları olduğu malumunuzdur.

Bir kesim varki, “illede o tarihi ben daha iyi bilirim” diye feryadı figan eyler ve o çok bildikleri tarih, kendi önlerine ilkokul sıralarına oturulduğu andan itibaren sunulan tarihtir ve o tarih bilgilerinden hareketle, sanki çok özel şeyleri ileri sürüyormuşçasına, gümbür gümbür bir şeyleri anlatma telaşına kalkışır bu kesim ve ortaya pek tabiki öyle aman aman bir şeylerde çıkmaz.

Bir kesimde varki, o tarihin her türlü verisyonunu, zihninin süzgecinden geçirir ve resmi tarihin dışındada bir tarihin var olduğunu öğrenir ve o tarihi okumaya yönelir ve ortaya son derece ilginç bir durum çıkar. Bu ilginçlik ise, resmi tarih yazımı ile resmi tarihte asla ras gelmeyeceğiniz bir takım gerçekliklerin varlığıdır.

Bu girişin ardından kısa hatırlatmalara girmeyi uygun görüyorum.

Malumunuz olmak üzeremidir bilemiyorum ama, vaktiyle bu topraklarda, yani Milli Mücadele döneminde, sahte bir Türkiye Komünist Partisi kurulmuştur.

Bilindiği gibi Türkiyeli Komünistler, Bakü’de bir kongre toplamışlar ve kongrenin ardından Türkiye Komünist Partisini kurmuşlardı. TKP kısa süre içerisinden ülkede hızla örgütlenmeye başlamış ve halkın bir haylide sempatisine mazhar olmuştu. Hatta TKP 1. Mecliste kimi milletvekillerinin sempatisini bile kazanmıştı. Komünist hareketin güçlendiğini gören Mustafa Kemal ve ekibi, Bakü’de kuruluşu gerçekleştirilen asıl TKP’yi tasfiye etmek amacı ile 18 Ekim 1920 tarihinde sahte bir Türkiye Komünist Partisi kurar. (Dileyen bu gerçeği Kılıç Ali’nin Anıları isimli kitapta daha detaylı bir şekilde öğrenebilir.)

Mustafa Kemal’in sahte Türkiye Komünist Partisi kurdurmasındaki amacı, gelişmeleri kendi kontrolü altında tutmak isteyişinden kaynaklanıyordu pek tabiki. Zaten kısa süre içerisinde kontrolü kendi eline geçiriyordu Mustafa Kemal ve Milli Mücadele döneminde Bolşeviklere karşı şirin görünmek adına, TKP’ye sempatiyle baktığı sanısını yaratıyordu. Lakin kısa bir süre sonra gerçek Türkiye Komünist Partisi’nin yöneticileri olan Mustafa Suphi ve arkadaşları Karadeniz’de boğdurulmuştu.

Mustafa Suphi ve arkadaşlarının başına gelenler bir muammamıdır acaba?

Yeşil Ordu Cemiyetinin kapatılmasıda bu döneme denk gelmektedir. Ayrıca 1 Mecliste birde halk zümresi denen bir grup vardır, bu grupta tasfiye edilmiştir. Halk zümresinin tasfiyesi, Yeşil Ordu Cemiyetinin kapatılması ve Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesi sonrasında, Mustafa Kemal ve ekibi tarafından kurulmuş olan sahte TKP’de kendi kendisini feshetmiştir.

Pek tabiki her şey cumhuriyetin ilanı ile birlikte bitmemiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra esas renk cümbüşü başlamış ve mecliste bir anlamda “post kapma kavgasıda” diyebileceğimiz türden bir dizi düşünce ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Daha cumhuriyet ilan edilir edilmez ortaya çıkan bu çatışmanın hemen ardından, hepi topu yedi ay varlığını sürdürecek olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası yukarıdada ifade ettiğim şekli ile post kavgasının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Yani doğrudan mülk sahibi liberal burjuvazi tarafından örgütlenmiş bir parti değildir. Bu partininde kurucuları Milli Mücadele’nin yedi kişilik çekirdek kadrosunu oluşturan isimlerden dört tanesidir. Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Kâzım Karabekir ve Refet Bele’dir.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, siyasal ve ekonomik liberalizmi savunmakla birlikte, Mustafa Kemal’in tek adamlık anlayışına muhalefet etmektedir. Bu sebepten dolayı kısa zamanda büyük kent sermayesinin önemli bir kesiminin desteğini almıştır TCF. TCF yayınladığı kuruluş bildirgesinde diktatörlüğe karşı olduğunu ifade ediyor ve hükümetin sıkı bir şekilde denetlenmesi gerektiğini kaleme alıyor. TCF’nin bu dönemde ilginç fikirleri ilede karşılaşıyoruz. Örneğin, tek dereceli seçim sistemini savunması, Cumhurbaşkanının fesih ve veto yetkisinin sınırlandırılması, kuvvetler ayrılığı ilkesi ve idari yapıda özerkliği savunması başlı başına önemli tercihlerdir diye düşünüyorum. Ayrıca TCF liberal ve demokrat bir çizgi izleyeceğinide alenen ilan ediyor ve temel hak ve özgürlükler hususunda gerekli adımların atılması gerektiğini söylüyordu. (TCF ile ilgili olarak, İsmail Cem’in, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye isimli kitabından daha ayrıntılı bilgilere ulaşmak mümkündür)

Daha yalın bir şekilde TCF ile ilgili olarak şunu söyleyebiliriz. CHP’nin otoriter kimliğinin yanında TCF, daha demokrat ve daha özgürlükçü bir yapıya sahip bir görünüm sergiliyordu.

TCF’nin mecliste muhalefete soyunması ile birlikte, Osmanlı’nın o kendisine has olan bürokratik despotik yapısının bir devamı olan ve iktidarı tekelinde bulunduran CHF’nin kumpaslarıda baş göstermeye başlıyordu. Ve bu dönemde, CHF’nin nasılda muhalefete tahammülsüz olduğunun türlü versiyonlarıda ortaya bir bir çıkıyordu. Kaldıki CHF ve TCF arasındaki bu post kavgası süreci, tıpkı Osmanlı bürokrat elitinin post kavgasına benzeyen cinstendi. Zira Osmanlı’nın bu yöndeki tüm alışkanlıklarıda Cumhuriyet dönemine taşınmıştı. Ne varki kısa zamanda iktidar tekelini elinde bulunduran CHF’nin içerisinde daha örgütlü olan bürokratik elit, TCF’yi ortadan kaldıracaktı.

TCF’nin muhalefet hareketinin kısa zamanda toplumda taban bulması, şüphesizki Kemalist bürokrasiyi fazlasıyla endişelendirmeye başlamıştı. İşte tamda bu sırada, Şeyh Said Ayaklanması başlıyordu ve bu ayaklanmayı bastırabilmek adına Başbakanlık koltuğundan oturan İsmet Paşa, bizatihi Mustafa Kemal’in direktifiyle Takrir-i Sükûn Kanununu meclise getiriyordu. Takrir-i Sükûn Kanunu 4 Mart 1925 tarihinde mecliste kabul ediliyordu ama burada enteresan bir durum vardı. Takrir- Sükûn Kanununun 2 yıl süre ile uygulanacağı söz konusuyken bu kanun tam 5 yıl yürürlükte kalıyordu.

Takrir-i Sükûn Kanunuda bu günkü Anayasanın İç Hizmet Kanunun 35. maddesi ile aşağı yukarı aynı şeyleri ifade etmektedir. Tanımı olmayan bir “Gericilik” ifadesi, tanımı olmayan “İsyancılık” ifadesi ve yine tanımı olmayan “Sosyal düzen ile huzur ve sükûneti, asayiş ve güvenliği bozan yada bozmaya yeltenen” gibi içeriksiz ifadelerle şekilleniyor ve dönemin yönetici elitine durumdan vazife çıkarma imkânı sağlayarak, memleket topraklarında dilediği gibi at koşturma imtiyazı veriyordu. Nitekim Takrir-i Sükûn Kanununa muhalefet ettiği sanısı ile tutuklananlar, İstiklâl Mahkemelerinde yargılanacaktı. Şeyh Said İsyanına katılan 49 isyancı bu gerekçeler ile tutuklanmış ve İstiklâl Mahkemelerinde yargılanarak idam edilmişlerdi. Ama daha ilginç olanı ise iktidarı elinde bulunduran yönetici elit, kısa süre içerisinde Şey Said Ayaklanmasına destek olduğu zannı ile TCF’yi Cumhuriyet tarihinin ilk kapatılan siyasal partisi konumuna sokuyordu. Bu dönemde TCF’ye destek veren ne kadar kurum ve kuruluş, dergi, gazete ve yayın organı varsa, hepsi tek tek kapatılmıştı. Tabi bu dönemde ülkenin önde gelen komünistleride nasiplenmişlerdi. Bu tasfiye operasyonları TKP’ye karşıda son derece şiddetli bir şekilde yürütülmüş ve bu dönemde TKP’liler tek tek tutuklanmış ve İstiklâl Mahkemelerinde yargılanmışlardır. Sanırım bu TKP’lilerin kimler olduğunu merak ediyorsunuzdur. Hemen bir kaçının adını buraya konduralım. Şefik Hüsnü, Nazım Hikmet, Doktor Hikmet Kıvılcımlı, Şevket Süreyya Aydemir.

Bu olanlardanda anlaşılacağı üzere CHF, Kürt İsyanınıda bahane ederek, toplum üzerindeki baskıcı ve otoriter tutumunu dahada şiddetlendirmiş ve kendisine muhalefet etme potansiyeli olan tüm çevreleri kısa sürede dağıtmıştır. Bu yaşananların ardından şunu rahatlıkla söyleyebilirizki, kurucu bürokratik elit, halka hiçbir zaman güvenmemiştir.

Not: Şüphesizki yazmış olduğum yazının içeriğinde ileri sürülen iddialar, çeşitli kaynaklardan yararlanılarak buraya aktarılmıştır. Bu kaynaklardan bir kaçının isimlerini buraya yazmayı uygun görüyorum.

İsmail Cem, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, Altemur Kılıç, Kılıç Ali’nin Anıları, Özgür Üniversite Yayınlarından, Resmi Tarih Tartışmaları dizi seti, Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, Fikret Başkaya, Reel Atatürkçülük, Gün Zileli, Ulusalcılık, Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..