Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ağustos '08

 
Kategori
Dünya
 

Tercihler ikilemi ve gerçek cesaret.

Tercihler ikilemi ve gerçek cesaret.
 

Kimi zaman, akıntıya karşı kürek çektiğimizi düşünerek karamsarlığa kapılıyor hatta kendime kendime; "bu son olsun bir daha yazmayacağım" dediğim zamanlar da oluyor. Ama dozu her gün artan çirkin propagandanın ve ülkemin "Fiili İşgali" karşısında duyduğum kaygı yüzünden bu kararımdan kısa sürede cayıyor, suskunluğumu bozarak karanlığa atılmış bir çığlık misali kafamda biriken düşünceleri kağıda döküyorum.

Yazılarımda, vatan, millet, bayrak, Atatürk, Allah, İslam ve ezan yada piyasa gibi beylik ve basmakalıp hamasi sözlere yer vermediğim için; şu sıralar, her nedense sesleri ve solukları pek çıkmayan değerli dostlarımın takdirlerine de (!) maruz kalıyorum zaman zaman...

Son bir kaç yıldır; okur yazar pek çok insan gibi ben de, "Türkiye'nin yeri Avrupa'dır" derken; hem yaşanılacak uzun üyelik sürecinin olası sancılarını; hem de bu sürecin, gündelik hayatımıza olumlu - parasal anlamda- bir katkı sağlamayacağını pekala biliyordum.

Genişleme sürecindeki AB'nin; amentüleşmiş barışçı rotası, ortaya koyduğu yeni ve evrensel değerler sistemi, devletin fonksiyonlarının yeniden tarifi, insana verdiği önem bugünden çok yarının dünyasını hedef aldığı için; ister istemez bizlere, çocuklarımızın geleceği için "taraf olmayı" dayatmıştı.

Yeryüzünde, "anne" veya "baba" ya da akıl ve vicdan sahibi olan hiç kimse, "benden sonra tufan" diyemez. Koşullar her ne olursa olsun; bize gençliğimizi zehir etmiş olsalar bile; bizler, bizden sonra yaşayacak olan insanlara mutlu olabilecekleri ve insanca yaşayabilecekleri bir dünya bırakmak zorundayız.

Yukarıdaki gerçeklikle uyuşmayan tek tük istisnalar çıksa da; bedenimizdeki genetik kodlama, sadece insanlarda değil, hemen bütün canlılarda bunun aksine davranmaya izin vermez.

Tıpkı bugün; " savaşa hayır" derken bunun ne anlama geldiğini bildiğimiz gibi...

En çok da; duygusal ve romantik olmakla suçlanıyoruz. Eğer insan türü yaşadığı evrim sürecinde bu duyguları geliştiremeseydi; belki hala, ağaçlarda maymun akrabalarımızla birlikte meyve topluyor olacaktık. Duygusallığı inkar etmek, insan olmayı inkar etmektir. Bu karşı propagandaya da kanmayın...

Tarihte örneğine sık sık rastlandığı gibi; bazen, tek tek insanlar gibi toplumlar da; gün gelir, değerli olanla önemli olan arasında bir tercih yapmak yada hayat-memat meselesi denilen kararlar almak zorunda kalabilirler. Ortadan çekilmiş kalın bir çizginin sol tarafına değerli olanları, sağ tarafına da önemli olanları yazarlar.

İşte böyle anlarda; bu sanal muhasebenin değerli olan kısmına, önemsiz zannedilen ısrarla unutturulan, yeni kuşakların varlığından kuşku duyduğu yüz bin yıllık insanlık tarihinden süzülerek günümüze kadar ulaşmış, bizlerin de geleceğe taşımak zorunda olduğumuz soyut kavramları; yani, insanca yaşama hakkını, haysiyeti, hakkı, hukuku, şerefi, vicdanı, barışı ve adaleti yazarlar. Önemli olanlar hanesine ise; para, servet, borsa, toprak, emlak, hisse senedi, döviz kısaca yeryüzünde parayla ölçülebilen her ne varsa yazılabilir. Bu karşılaştırma, bir anlamda; elle tutulur sabit kıymetlerle, insanlık mirası olan gayri maddi hakların bir karşılaştırmasıdır. Bulunduğumuz noktada bizden istenilen; bunların birisinden diğeri lehine vazgeçmemizdir.

Aslında verilecek olan yahut da vermek zorunda olduğunuz karar; kötüyle en kötü arasında değil; değerli olan ile önemli olan arasında yapılması istenilen bir tercihtir.

Geçtiğimiz gün televizyonda izlediğim bir tartışma programında; Duygu Asena, "aç kalmaya razıyım yeter ki çocuklar ölmesin" derken açlığın korkutucu yüzü ile ölümün soğuk yüzü arasında yani değerli ile önemli arasında bir tercih yapıyordu.

Olası ahlaksız ve haksız savaşın çirkin yüzüne dair; son bir yıldır, yüzlerce sayfa yazı yazıldı...Bütün bunları tekrar edecek değilim.

Ama, girilen süreçte: Silah ve petrol şirketleri denetimine girmiş olduğu apaçık belli olan Amerikan yönetiminin kirli emellerine, ülkemizde yalnızca bir kaç yüz bin kişilik bir azınlığın ( belki bunların içinde ben de varım) çıkarlarına hizmet eden, yıllardır liberalizm diye yutturulan vahşi kapitalizme ve onun uyduruk uzantılarına, şer odaklarıyla kader birliği yapmış olan medya kurumlarına, bazı devlet destekli yada büyük sermayenin örgütlediği cemiyetlerin başına çöreklenmiş olan neo-emperyalizmin yerli işbirlikçilerine karşı durmak; içine girmiş olduğumuz bu kritik dönemeçte bir mecburiyet olarak omuzlarımıza yüklenmiş bulunmaktadır.

Bizim açımızdan bu mecburiyet; hem iç ve dış medyanın , işgale karşı muhtemel direnci kırmak için körüklediği ve temelinde "çaresizlik" yatan psikolojik savaş propagandasına karşı tezler üretmek hem de 68 kuşağından devir aldığımız mücadele ruhunu, ruhları dolarla kirletilmiş olan 80 kuşağındaki genç arkadaşlarımıza devir-teslimini gerektirmektedir.

Küreselleşmenin tek yolu savaş ve kan değildir. Küreselleşme, barış içinde ve hümanist bir perspektifle de gerçekleşebilir. Dünya halkları, ABD'nin bu aç gözlü ve vahşi saldırganlığına - tarih bilgim beni yanıltmıyorsa- er veya geç karşı çıkacaktır.

ABD'nin güç kullanarak, yeni dünya düzeni yaratma doktrini diyalektik materyalizm açısından da geri tepmeye mahkumdur. En azından tek başına ben; ABD halkının refah ve mutluluğu için Irak halkının yok edilmesi mantığına isyan ediyorsam; yer yüzünde benim ve sizin gibi yüz milyonlarca insan yüreklerinde aynı isyanın ateşini yakacaklardır. Bu küresel ateş karşısında hiç bir güç ( tabi yerli işbirlikçilerde) uzun dönemde ayakta kalamaz. Artık geçmişi tartışmayı bırakarak geleceğe bakmak durumundayız. Yıllarca karşı çıktığımız ve muhalefet ettiğimiz hatalar, bizleri bu üzücü noktaya getirmiştir. Ne yazık ki geldiğimiz nokta ve içinde yaşadığımız süreç sonunda; pek çoğumuz için bir çelişki gibi gözükse de; modern insan yaşamında önemli bir yer tutan maddi değerleri ve kavramları, geleceği kurtarmak için şimdilik ikinci plana atmamızı gerektirmektedir..

Türkiye'de , Irak'ta ve Amerika'da en değerli varlıklarımızı yani gençlerinizi yani çocuklarımızı; silah ve petrol tanrılarına bir hiç uğruna kurban verdikten sonra Türkiye bütçesi % 6.5 faiz dışı fazlayı tuttursa ne olur tutturmasa ne olur. Hükümet moratoryuma gitse ne olur gitmese ne olur...Ölüm ve sefalet karşısında kim takar IMF'i, Dünya Bankasını... Bulunduğumuz coğrafyada neredeyse 10 bin yıldır örgütlü bir hayat sürdüren Türkiye insanları bundan sonra da , bir şekilde hayatlarını idame ettirirler. Sağda solda savaş çığırtkanlığı yaparak, " ikinci tezkere çıkmazsa batarız, ölürüz, mahvoluruz" diyen tatlı su kerkenezlerine lütfen kanmayın. İyi tahlil edilirse; geçmişte ülkeyi talan ederek bu hale getirenler, şimdi "Amerikan yardakçılığına " soyunanlarla aynı türden kişiler olduğu kolaylıkla görülebilir.

Hayatlarında hiç belediye otobüsüne binmemiş, aç kalmamış, üşümemiş, ölümle yüz yüze gelmemiş, bedenlerine tek bir mermi değmemiş, en sevdikleri arkadaşlarının kanlar içindeki soğuk bedenleri ve zamansız ölüme inat açık kalmış gözleriyle karşılaşmamış insanlar için savaş ve ölüm, eğlenceli bir oyun yada daha fazla para kazanabilecekleri bir fırsat gibi gelebilir. Bilin ki aramızda en çığırtkan olanlar en korkak olanlardır. Gerçek bir ölüm pazarında, korkak tavuklar gibi fare delikleri arayacak olanlar da , kadınların eteklerinin altına ilk saklanacak olanlar da onlardır.

Ne yazık ki geldiğimiz noktada; önemli ile değerli arasında bir tercih yapmak zorundayız. Üstelik bu tercihi; aç kalma, susuz kalma hatta benzinsiz kalmayı göze alarak yapmalıyız.

İşte bu yüzden; her birimiz , gelecek kuşaklar için, onlara miras bırakabileceğimiz yegane varlık olan insani değerlere sahip çıkmalıyız. Açlığı, yokluğu ve yoksulluğu göze alarak bu kirli savaşa bin kere hayır demeliyiz ...

Her koşulda ayakta kalabilir ve başarabiliriz.

Gerçek cesaret, savaşa karşı çıkmaktır.!!!

A. Mesut Tatlıpınar

16/03/2003

 
Toplam blog
: 47
: 3759
Kayıt tarihi
: 17.02.08
 
 

İstanbul'da doğdum. Şişli Lisesi'ni ve MÜ Siyasal Bilimler Fakültesi'ni bitirdim. Daha sonra, İ.Ü..