Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Şubat '09

 
Kategori
Güncel
 

Tıkanan damar geviş getirmekle açılmaz

Tıkanan damar geviş getirmekle açılmaz
 

HAYATTA EN ÇOK BABASINI SEVDİ


Can damarının tıkanması acil bir durumdur. Geviş getirmekle açılmaz.
"Günümüzde, ademoğlu tıkanan damarın çaresini bulmuştur!"
Darwin'in 200. yılında Türk bilim yöneticilerine duyurulur.

BİRİNCİ ÖYKÜ

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Liseyi bitiren 2 genç, yurt dışında okumak için gençlerden birinin babası olan Milli Eğitim Bakanına giderler. Çocukları dinleyen bakan kendi oğlunu dışarı çıkartıp, diğerine "Ben Milli Eğitim Bakanıyım, eğer oğlumu yollarsam bu yakışık almaz, ama seni yollayacağım." der.

Bakanın oğlu arkadaşını okumak için uçacağı Almanya’ya uğurlarken, arkadaşı bütün lise hayatı boyunca yurt dışında okumak hayaliyle biriktirdiği harçlığını çıkarıp ona verir: “Buna benim artık ihtiyacım olmayacak, sen kullan" der.

İKİNCİ ÖYKÜ

Yıllar geçer, yeni milenyuma girilir. Bir başka bakanımız hastalanır. Ülkenin en gelişmiş, en donanımlı hastanesine kaldırılır. Sağlık durumu hakkında bilgi almak isteyen basın mensuplarına bakanın eşi bir güzel haddini bildirir: “Sizin göreviniz bakanımıza acil şifalar dilemektir” der. Haklıdır; basının, ülkenin başbakanı tarafından belirlenen haddi’ni hatırlatmak bir bakan eşi olarak görevidir. Bir de ”burası çadır devlet mi?” diye çok yerinde bir saptama yapar.

Ülkenin en gelişmiş üniversitesinin yöneticisi açıklama yapar: “Türkiye’de çaresi yoktur. Tıkanan damarın çaresi Amerika’dır” der. Bir başka ‘hakem hastane’ durumu onaylar. Ülkesinin en büyük sağlık reformunu yapan Sağlık Bakanı son imzayı koyar.

Belki damarı tıkalı bakan, fukara halkın parası harcanmasın, Türk doktoruna, Türk tıbbına ayıp olmasın diye içerlenip masrafları kendi karşılayacaktır. Bakan aylığı yetmese de hamdolsun zor günler için büyüttüğü kapı gibi oğulları vardır. Ama mevzuat açıkça olmaz demektedir: “madem burada yapılamıyor, git nerede yapılıyorsa orada tedavi ol. Yolculuğun, doktorun, ilacın, ameliyatın parasını, eşlik edecek refikanın, korumanın masrafını düşünme, ben sosyal devletim. Yolun açık olsun” der.

TARİFLER

Birinci öyküdeki bakan: Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’dir. Köy Enstitülerinin kurucusu.

Bakanın oğlu: “hayatta ben en çok babamı sevdim” diyen Can Yücel’dir. Galiba bir şey daha söylemiştir.

Kuzu gibi olun diyorlar
Büyüyüp ortaya çıkınca
Koyun gibi gütmek için sizi

Bakanın oğlunun arkadaşı: Dünyaca ünlü beyin cerrahı Gazi Yaşagil’dir.

İkinci öyküde ki bakan: Ülkenin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’dır. Ülkesinin varlıklarını kendisinin ve oğullarının varlıklarında ayrı görmeyen, düşünen ve değerlendiren sempatik insan. Daha iyi değerlensin diye tedavi için gittiği ülke de dahil, dost ve müttefik ülkelere “babalar gibi satarım” diyen müşfik baba. Allah acil şifalar versin.

Çare ülke Amerika’dır. Göz koyduğu ülkelerin can damarlarını tıkamakta ve vakti zamanı gelince oradaki dostlarının tıkanan damarlarını açmakta evrimleşmiş fırsatlar ve özgürlükler ülkesi.

Hakem Hastane: Kendi internet sitesinde, bakanlığa bağlı hastaneler arasında bilimsel makale şampiyonu olduğu yazılıdır. Hakemliği boşuna değildir.

Sağlık Bakanı: Prof. Dr. Recep Akdağ’dır. “How many centimeters and how much time do we need for ing and holding the rectal thermometer? / Termometre rektuma kaç santimetre sokulmalı ve orada ne kadar tutulmalı?” ve benzer bilimsel araştırmaları olan, ülkenin sağlık ocaklarını kapatarak en büyük reformunu yapmakla övünen, halkını “hastanın kılına zarar gelirse hesap sorarım” diyecek kadar koruyan ve kollayan bilim ve siyaset şahsiyeti.

Kapı gibi oğullar: Girişimcilikte ve gelişmişlikte nerelere geldiğimizin mümtaz örnekleridir. Küçük yaşlarına rağmen mısırı, buğdayı, yumurtayı mor dolarlara çevirme konusunda ağabeyleri, enişteleri, kayınpederleri ve bakan babalarını aşmış vaziyettedirler. Gemi, pırlanta, patlamış mısır gibi pek çeşitli alanlarda da çalışan başka örnekleri de vardır.

Tıpkı Can Yücel gibi ülkelerinin ve bakan, başbakan babalarının onurlarına halel getirmemek için devlete girip ihale bile almamışlardır. Unakıtan, çekemeyenlere sitem etmekte, mahdumları ile övünmekte “Ne yiyecek bu çocuklar. Devlete girip de ihale mi almışlar?” demekte sapına kadar haklıdır. O’na bu hakkı oyları ile milleti vermiştir!

Türk doktoru: Atatürk’ün kendini emanet ettiği doktorlardır. Günümüzde “iğne yapmasını bile bilmediği” bizzat Başbakan tarafından tescil edilmiş olmakla birlikte yine Başbakanın “kokuyor” dediği devlet hastanelerinde, örneğin Afyon’da, Samsun’da, Antalya’da, Rize’de.. her nasılsa açık kalp ve tıkanan kalp damarlarını değiştirme ameliyatlarını başarı ile yapan acayip insanlar. (Clevland’lı damar cerrahı gelip, ameliyatlarını buralarda yapmaya kalksa bu acayiplik daha iyi anlaşılır)

Üniversite yöneticisi: Rektör de denir. Çoğunluğu ülkemize has yönetici tipinin patognomonik özelliklerini taşır. Hatta bu özelliklerinin bilimsel niteliklerini bile gölgede bıraktığı rahatlıkla söylenebilir.

Hepsi Amerika görmüş, oralarda konferans bile vermiştir, bilimsel gelişmişliklerine toz kondurulamaz. Esasen Afyon’da ki, Rize’de ki meslektaşları düzeyinde tıkalı damarı değiştirebilme, ek olarak da bunları Amerikan Jurnallerinde yayınlayabilme hünerine sahibidirler. Ama “Türkiye’de çaresi yoktur. Tıkanan damarın çaresi Amerika’dır” diyecek kadar üniversitelerinin ve Türk doktorlarının aşağılanması pahasına özveri, esneklik ve siyasal vizyon sahibidirler. Allah zeval vermesin.

Fukara halk: Sağlık reformu adı altında, tıpkı prostat muayenesinde yapıldığı gibi Trendelenburg pozisyonuna getirilip, daha kolay boşaltılsın diye pantolonunun cepleri ters çevrilmiş; midesi de tıpkı kafası gibi otla doldurularak geviş getirmesi ve bir an önce amerikan mandası olması hususunda işbirlikçiler ve sömürgeciler arasında, üzerinde mutabakat sağlanmış mazlum insan topluluğunun bu coğrafyadaki adı.

Küçük olanları ‘tüyü bitmemiş yetim’ olarak adlandırılır. Devlet büyüklerinin her daim şefkatlerine mazhar olurlar. Büyükleri ise ‘tüyü yolunmuş yetim’ olarak kalır. Babaları sağ olsa bile.

Tıkanan damar: Can damarı tıkamışsa durum acilliyet arz eder. Tıkanan damar ademoğlununsa damarın kendisi, tıkanan damar ülkenin can damarıysa ‘damarı tıkayanlar’ değiştirilir. Başka hal çaresi yoktur.

KISSADAN HİSSE

Aslına bakarsanız bu coğrafyada öykü çoktur. Her olay, her karakter bize özgün tariflerle doludur. Uzar gider. Ama arif olana daha çok tarif gerekmez.

Yinede dostlar, her öykü gibi buna da bir “son” gerekir. Öykünün nasıl sonlanacağının ipucu yakın tarihimizde gizlidir.

Bu iki öyküde ki garip zıtlık, bu gidişattaki acayiplik, bu fukara toplumun duruşunda ki kuzulara özgün mahzunluk hala bazılarımızı dumura uğratmamışsa..

Denizaşırı dost ve müttefiklere, müstemleke komiserlerine, sömürge muhtarlarına, dantelli entellere, salya sümük mürtecilere, liboş özgürlükçülere, sözde sosyalistlere, dalkavuk yöneticilere, amerikanperver milliyetçilere, çarşaf sever solculara, elit halkçılara, V.İ.P. aydınlara, siyasetçi mahdumlarına ve o mahdumların babalarına, onların refikalarına, damatlara, dünürlere, eniştelere, kayınbiraderlere ve bilumum cümle aleme, ama en önemlisi de kendimize..

Bu mazlum toplumun, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşında nasıl aslan kesildiğini ve bu öykü için henüz ‘son sözünü’ söylemediğini hatırlatmakta yarar var.

Cezmi Saday

 
Toplam blog
: 12
: 1336
Kayıt tarihi
: 14.11.08
 
 

İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ni bitirdim. Halen Çocuk Cerrahisi Uzmanı olarak çalışıyorum. Evliy..