Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Tombala torbası...

Tombala torbası...
 

SEKİZ
Biri bana en sevdiğin rakam ne diye sormuştu. Bu hayatımda duyduğum en aptalca soruydu ama kırmamak için yine de bir yanıt verdim. Sekiz dedim. Daha beteri oldu ve "neden?" diye sordu bu seferde. Ben de "bilmem" dedim. Hala bunun aptalca bir soru olduğunu düşünüyordum çünkü. "Bir nedeni olmalı" dedi. Derin bir iç çekip düşünüyor numarası yaptım. (Tabi yine onu kırmamak için) "Iıııı şey" dedim "Sanırım yan çevirince sonsuzluk işareti olduğu için." (Yalandı tabii. Çünkü ben sayıları şunu severim bunu sevmem ya da şu sayıyı şunun için severim bu sayıyı bunun için sevmem şeklinde düşünmem. Sayı sayıdır. Onları gerektiği zaman toplar çıkarırım çok gerekirse çarpar ve bölerim.Hepsi bu.) Yüzüme anlamlı anlamlı baktı ve şöyle dedi: "Sende ölümsüz olma yani sonsuza kadar yaşama arzusu baskın." Şaşkın şaşkın yüzüne baktım ve kendimi toparlayıp "hımmm..." dedim onu onaylar biçimde. Hayran olunmayı bekliyordu ama bunu yapamadım. (Üzgünüm ama onu kırmamak için yapabileceklerim bunlarla sınırlıydı.)

DÖRT
Hayatın içinde Ayhan Işık'lar, Türkan Şoray'lar olduğu gibi Suzan Avcı'lar ve Önder Somer'ler de vardır. İşin tuhafı Türkan Şoray'ların yolları Önder Somer'lerle, Ayhan Işık'ların yolları da Suzan Avcı'larla kesişir. Ve hayat film gibi değildir. Daha acımasızdır ve mutlu sonları daha azdır. Bu nedenle Türkan Şoray'ların ve Ayhan Işık'ların yanak yanağa gülümseyerek kameraya baktıkları son sahneler çok azdır.(Üzgünüm ama gerçek bu. İyi haberler vermek isterdim.) Genel olarak şöyle biter: Önder Somer tarafından okkalı bir kazık yemiş Türkan Şoray'lar yeni bir hayat kurmaya çalışırlar ve Suzan Avcı'ların şımarıklıklarına tahammül edemeyen ama onurundan ya da belki aşkın körlüğünden olsa gerek ondan vazgeçemeyen Ayhan Işık'lar bir kenarda efkarlı efkarlı sigara içerler. İşin tuhafı Ayhan Işık'lar ve Türkan Şoray'lar hep çok iyi dost olurlar. Önder Somer'lerle Suzan Avcı'lar da öyle. Hain planlarda havada uçuşur elbet.(Eh zıt kutuplar birbirini çeker teorisi mi demeli buna? Aslında bu Ayhan'lara ve Türkan'lara biraz negatif ama zararsız programlar yüklemeli sanırım. Belki o zaman yolları kesişir.) Aşkın bel kemiğini bu dört kişi mi oluşturuyor yoksa? Lütfen bu sorunun yanıtı hayır olsun...

SEKSEN DÖRT
Babam 84 yaşında öleceğine inanıyor. Ve bunu o kadar kendinden emin söylüyor ki artık hepimiz bunun böyle olacağına inanmaya başladık. Sanırım tüm planlarını da buna göre yapıyor. Ne çılgınlık... Şu an 62 yaşında ve 22 yıl daha yeryüzünde dolaşacağını varsayıyor. Aslında bazen şöyle diyorum kendi kendime, madem insan çok güçlü bir varlık, madem beyin gücü ile herşeyi yapabiliriz o halde babamın bu 84 yaş inancı belki de vücudunu buna göre planlıyordur. Yani vücudu şöyle diyor olamaz mı: "Hey karaciğer daha 22 yıl çalışmak zorundasın. Sen, kalp bu süre içinde herhangi bir olumsuzluk istemiyorum. Diğer organlar söylediklerim anlaşıldı mı? Güzeeel... Evet şimdi herkes işinin başına. Aferin..." Eh hayatta hiç birşey imkansız olmadığına göre buna evet ya da hayır imkansız demek mümkün değil. Sağlıklı, mutlu ve uzun bir ömrün olsun babacığım...

ÜÇ
Bu gerçekten tuhaftı. Her gece saat 3'te uyanıyordum. Sanki saat kurmuş gibi. Bir belki de iki ay bu böyle gitti. Gece uyanıyor ve sıkıntıyla yatağımda bir süre oturuyor bunda mistik birşeyler arıyordum. Neden uyanıyorum? Neden hep saat 3'te? Acaba uyanmam bana verilen bir işaret mi? Ve işin tuhafı kaçta yatarsam yatayım farketmiyordu saat 3 olunca gözlerim şak diye açılıyordu. Dedim ya; gözlerimi açıp bir süre yatakta oturuyordum. Sonra da doğru mutfağa. Saçma sapan şeyler yiyordum. Bir keresinde ekmek arası lahana turşusu yediğimi bile hatırlarım ki buna kısaca "uyku sersemi ne yaptığını bilmez" mantığıyla yaklaşmayı seçiyorum. Daha sonra anladım ki bu uyanmanın hiç bir mistik yanı yok. Sadece içimdeki obur saat 3 denince uyanıyor ve beni de uyandırıyor. Şükürler olsun ki o obura çenesini kapamasını, beni bir daha uyandırmamasını söyledim ve beni dinledi. Şimdi bebek gibi uyanmadan uyuyorum hatta sabah uyanamıyorum. O obur sabah 7'de çalar saat görevi yapsa ne iyi olurdu.

OTUZ İKİ
Otuz iki diş sırıtmak derler ya ben hiç otuz iki diş sırıtanı görmedim. Otuz iki diş sırıtmak mümkün değil gibi gelir hep bana çünkü tam otuz iki dişin olsa bile hepsini göstererek gülmek için ağzın kenarlarından hafifçe kesmek gerekir ki bu da hiç estetik olmaz. Ama yine de sempatik bir yanı var bu "otuz iki diş sırıttı" lafının. Bir köye gitmiştik. Elimizde fotoğraf makineleri köyün fotoğraflarını çekiyorduk. Bir çocuk gün boyu peşimizi bırakmadı. Yüzünde o otuz iki diş gülümsemeyle nereye gidersek peşimizden geldi. O an, o otuz iki diş gülümsemenin anlamını kavrayamamıştık. Daha sonra anladık ki fotoğrafını çekmemizi istiyor. Bir kaç poz o nefis gülümsemeyi çektik. Çocuk sonra dönüp bize sordu. "Abla bu hangi kanalda çıkacak?" Sorudan sonra hemen o otuz iki diş gülümseme yerleşti yüzüne. Ve elbette bizimkine de. Daha sonra o çocuğa fotoğraflarını yolladık. Ve ben onu o zarfı açıp fotoğrafları eline aldığında yüzünde o otuz iki diş gülümsemeyle hayal ettim. Şimdi bunları yazarken ve o çocuğu düşünürken aynı gülümsemenin yüzüme yerleştiğini hissediyorum. Keşke o gülümsemeyi taşıyan çok insan olsa...

8-4-84-3-32....

Ve.... Birinci çinko...

Fotoğraf: http://winterland.deviantart.com/art/Bag-me-20306975
 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..