Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Eylül '07

 
Kategori
Siyaset
 

Türk demokrasisinin kronik hastalığı; liderler diktatörlüğü

Türk demokrasisinin kronik hastalığı; liderler diktatörlüğü
 

Almanya'nın efsanevi başbakanı Helmut Kohl, Gerhard Schröder, son seçimlerinde %40'ın üzerinde oy almaları ve kıl payı iktidarı kaybetmeleri üzerine hemen istifa ettiler. İngiltere'nin Demir Leydy'si Margaret Thatcher başbakanken parti liderliği için yapılan seçimde rakibinin ikinci tur hakkını kazanması üzerine hiç düşünmeden parti liderliğinden ve başbakanlıktan istifa etti. İstifasından sonra yapılan kamu oyu araştırmasında İngiliz halkının %52'sinin hala Thatcher'i başarılı bulduğu gözükmekteydi. Ve son İngiltere Başbakanı Tony Blair, seçime daha çok zaman varken, kamuoyunda güven kaybettiği ortaya çıkınca kendiliğinden istifa etti. Ve daha nice benzer örnekler.

Demokrasinin yerleştiği ve geliştiği Avrupa'da bu olağan, sıradan bir olay. Demokrasi kültürünün bir sonucu. Yani yıpranan ve yenilen lider özveri göstererek istifa etmiyor, istifa etmek zorunda. İstifa etmezse zorla indirtilecek ve fazladan onuru ve gururu kırılan kendisi olacak. Toplumdaki itibarı sıfırlanacak. Kendiliğinden istifa eden bu liderler toplum tarafından saygın bir kişi olarak daha da onurlu görevlerle taltif ediliyorlar, ölümsüzleştiriliyorlar.

Bizim bu kültürü yakalamamız için daha çok fırın ekmeği yemek zorundayız galiba. Biz demokrasiyle yönetildiğimizi iddia ediyoruz ama imparatorluk rejimini hala devam ettiriyoruz aslında, bazı farklarla...

Saltanatı kaldıralı 85 yıl oldu. Çok partili demokrasi rejimine geçişimiz 61 yıl oldu. Biz bir saltanattan öbür saltanata geçtik. Birden çok parti kurduk ama, değişen ne oldu? Sadece, aynı anda ölene kadar değişmemek üzere çok sayıda padişahımız oldu. Daha doğru bir deyimle padişah adayları. Belki biraz abartı olacak ama sadece otorite Osmanlı'dan alındı partilere verildi gibi...

Oysa, demokrasiyi önce demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan partilerde getirmemiz ve uygulamamız gerekirdi.

Partileri ellerine geçiren liderler kapıkulu askerlerini yetiştiriyorlar, teşkilatlanıyorlar ve propagandalarını yaparak fanatiklerini oluşturuyorlar. Bu düzenin özelliklerini ve sonuçlarını kısaca özetleyelim;

1- Partiyi ele geçiren lider ilahlaştırılır ve ölene kadar koltukta oturmak zorundadır. Liderin ve parti mensuplarının karşılıklı menfaatleri ve ilişkiler ağı bunu gerektirir.

2- İktidara geldiği zaman, önce kendini bu makama getiren ve tutan çevreye, parti örgütlerine, mensuplarına hizmet etmek zorundadır. Bir iktidar değiştiğinde, odacısına kadar bürokrasinin yerle bir edilmesinin sebebi budur. Yani partizanlık hat safhadadır ve esas politikadır. Bunun da doğal sonucu; dürüstlük ve liyakatın aranmaması, rüşvet, iltimas, yolsuzluklar ve yağmanın yaygınlaşması ve olağan hale gelmesidir.

3- Sadece görünüşte, şeklen bir demokrasi vardır. Gerçekte diktatörlük söz konusudur. Halkın yapacağı bir şey yoktur. Bir partiyi dener, olmazsa gelecek seçimlerde diğer partiyi dener ama değişen bir şey olmaz. Yani seçim,
vatandaşa yalandan eziyet ve heyecandan başka bir şey ifade etmiyor.

4- Tabii ki bu düzenin ilahiyane sürmesi mümkün olmadığından yaklaşık 10 yılda bir duvara toslama olayı gerçekleşiyor. Sözde demokrasi sil baştan ve kaldığı yerden devam.

Bu şekilde 20. yy.'ın sonuna kadar sözde demokrat diktatörlerle yönetildik. 2001 yılında, bu defa ekonomik olarak yine duvara tosladık. Bu sisteme bir tepki olarak AKP kuruldu ve iktidara getirildi. AKP tüzüğüne koyduğu hükümlerle görev sürelerine kısıtlama getiriyor, kısmen de olsa demokrasiye uygun bir görüntü veriyor. Uygulamasını zamanla göreceğiz.

Ana muhalefet partisi CHP maalesef eski sistemi devam ettirmekte ısrarlı. Baykal seçim üstüne seçim kaybediyor, ülkede yarattığı kutuplaşma ve gerginliğe ve de parti birleşmelerine rağmen, son seçimlerde %20 oy zor alabildi. İktidar olabilme şansı yok gibi görünüyor. Bir sonraki seçimlerde ana muhalefet olması bile şüpheli. Birkaç ilin dışında hiç bir yerde yok. Önümüzde yerel seçimler yapılacak. Birinci partiler belediye başkanlığını kazanacağına göre açık bir hezimetin yaşanacağı açık. Tüm bunlara rağmen Baykal: "Az olsun, benim olsun" diyor, tıpkı daha önce barajda boğularak, yaşlanarak, yasaklanarak, ya da ölerek zorunlu olarak bırakan diğer liderler gibi.

Baykal sadece Türkiye'deki sosyal demokratların ve demokrasi yanlılarının sabrını zorlamakla kalmıyor, Avrupa'daki sosyal demokratların da sabrını zorluyor. Avrupa'da da itirazlar yükselmeye başladı. CHP Sosyalist Enternasyonal'dan çıkartılırsa sürpriz olmayacak.

Baykal 9 Eylül'de teşkilat mensuplarıyla, fanatikleriyle Ankara'da gövde gösterisi yaptı. Bu neyi ifade eder ki! Seçimden daha yeni çıktık. Eğer Sarıgül'e mesaj veriyorsa, CHP'deki sorunun adı Sarıgül sorunu değil ki! Sorunun adı Baykal sorunu. Yoksa, Sarıgül olmaz Kırmızıgül olur...

Burada haklı gibi görünen, sorulabilecek iki soru vardır;

1- Kardeşim, CHP bu. Beğenmiyorsanız başka kurulmuş sosyal demokrat partiler var onlarla ilgilenin veya yenisini kurun. Neden CHP'yle uğraşıyorsunuz? Bu sorunun da iki cevabı bulunmaktadır;

a) CHP'nin kemikleşmiş bir tabanı var. Yeni parti oyların bölünmesine sebep olacaktır.

b) CHP'nin Atatürk'ün vasiyetiyle sahip olduğu, bugün holdingleşerek bir dev haline gelmiş, ekonominin en büyük aktörlerinden İş Bankası'nın %27 hissesi, CHP'deki bitmek tükenmek bilmeyen koltuk kavgalarının, hizipleşmenin ve sık sık yapılan kurultaylarla kurultay partisi haline gelmesinin önemli nedenlerinden biri galiba. CHP bu sorunu da bir şekilde çözmelidir. Bu, partinin hem faaliyet konusuna aykırı, hem de diğer partiler açısından haksız rekabeti doğurmaktadır. Atatürk tek parti zamanında parti faaliyetlerini yürütebilmesi için bu vasiyeti yapmıştı. Bugün artık çok parti vardır ve her partiye aldığı oy oranına göre hazineden yardım yapılmaktadır.

2- İkinci soru vatandaş olarak bana sorulabilir. Kardeşim senin başka derdin yok mu? CHP'yi beğenmiyorsan başka partiye oy ver. Bu da iki nedenle yanlış sorudur;

a) Türkiye'deki bütün partiler benim partimdir. Benden toplanan vergilerle hazineden para yardımı alıyorlar. Bu nedenle tüm vatandaşlara karşı görevleri ve sorumlulukları olmalı.

b) Önceki bir yazımda da değindiğim gibi; benim adıma iktidarı gereği gibi denetleyecek güçlü ve güvenilir bir muhalefet partisi olmalı ve yine ben iktidarı beğenmediğim veya iktidardan bıktığım zaman gönül rahatlığıyla oy vereceğim bir alternatifim bulunmalı.

Peki, çözüm ne olmalı? CHP'deki tıkanmayı, iç ve dış baskıya rağmen, Baykal'ın ve çevresinin direnişi yüzünden bugün için çözemiyoruz. Aslında, köklü bir çözüm gerekir. Sadece Baykal'ı değiştirmek sorunu ertelemekten başka bir şey değildir. Baykal'ın yerine gelecek kişinin bir 2. Baykal olmayacağını kim garanti edebilir?

Çözüm; partilerdeki dikta sistemini engelleyecek yeni bir sistem mutlaka getirilmelidir. Bunun için Siyasi Partiler Kanunu bu doğrultuda değiştirilerek parti içi demokrasi sağlanmalı, vatandaş olarak bizler de partilerimize ve demokrasiye sahip çıkmalıyız.

Demokrasi kültürünü geliştirmeliyiz. Parti ve lider fanatizminden bir an önce kurtulmalıyız. Yani, sisteme önem vermeliyiz.

Siyasi partiler demokrasi uygulamasının bir aracı olarak görülmeli ve uygulanmalı, ticaretin bir aracı olarak düşünülmemeli ve buna fırsat verilmemelidir.

Siyaset hiçbir zaman meslek olarak görülmemeli, nöbetini tamamlayan görevi devretmelidir.

Avrupa'da liderler gidiyor, parti daha da güçlü bir şekilde ayakta,
Bizde parti gidiyor, liderler hala ayakta!!!

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..