Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Haziran '07

 
Kategori
Müzik
 

Türk müziği

Türk müziği
 

Yazımın başlığını belki de yanlış attım. Kulak ucuyla dinlemekten başka benim, müzikle uzaktan yakından bir ilgim, ilişiğim yok. Müzik, benim kültürüm. Müzik, benim milletimin, Türk milletinin uzak yakın hatıralarının, özlemlerinin, beklentilerinin, sevdalarının özeti. Müzik, ruhun gıdası.

Şarkı şu, türkü budur. Normları şöyle şöyledir, böyle olursa şöyle adlandırılır, bozlaktır, ağıttır, segahtır, nihavendtir konuları üzerinde durmayacağım. Zaten dursam da, hemen hiçbirini doğru dürüst bir ifadeyle size anlatamam. Hoş, bu bilgileri istediğiniz herhangi bir kaynakta bulmanız da mümkündür. Bir yerde bunlar "elaltı bilgileri" olarak, onlarca kitapta yerlerini çoktan almışlardır.
Benim asıl anlatmak istediğim şey, müziğimizin "havası"dır. Nedense bu müzikte, insanı kendine çeken, doğrudan insanın can evine seslenen bir hava var. "Arda boyları"ndaki İsmail ve Recep'i hiç tanımam. Bu türküde bir anne, evladını yakmış, genç yaşında denizlere atmıştır. Türküde geçen "yakma" sözüne takılmayın. Bu, manevî bir yakmadır. Ağıdını yüreğinden geldiği gibi yakan, daha doğru bir deyimle "bu türküyü yakan" acılı genç kız (Helime), "kendisinin olamadığı Recep"ine yanmakta, anacığına sitemler etmektedir. Recep, Arda sularında kaybolmuştur. Sizi bilmem ama bu türkü beni, yüreğimden sarsıyor. Bu türküde, yazarının eline düşse, ulusal sınırlarımızı çoktan zorlayacak, dünya edebiyatının gündemine girecek bir romanın hikâyesi var. Sanki "Hancı", "Kışlada Bahar" ve "Senede Birgün" farklı mı? "Mühür Gözlüm"ü unutmak mümkün mü? Ya "Sessiz Gemi"yi, "Uzun İnce Bir Yol"u, "Kara Koyun"u?..

Türk Müziği, Türk hançeresinin ses bayrağı. Türkçe'nin kadife sesi. Bu sesin mucizeler yaratmasında, filancaların ya da falancaların yardımı olmuştur elbet. Ama bu, Türk müziğinin başkalarına bağımlılığı anlamına gelmez. Türk müziği, dünyanın en has, en olgun müziğidir. Bu müzikte, milletimizin insan yanı, duygu tarafı, hayatı kavrayış ve sezişi vardır. Hayatımızın kare kare resimleri vardır.
Bu karelere sinen küçücük resimlerde; sarı yıldızlar, çiğdemler, uykusuz geçen geceler, denizlerin dalgaları, ağlayan bebekler, dağların karları, mor koyunlar, yeniden sevmeler, bülbüller, Mecnun'un Leyla'sı ya da Leyla'nın Mecnun'u, kardelenler, bitmeyen çileler, Gülpembe'ler, gözyaşları, ayın şahit tutulduğu sevdalar, son mektuplar, ham meyveler, aynalı çarşılar, Yemen elleri, sonbaharlar, biraz kül-biraz dumanlar, yeşil gözlerden muhabbet kapmalar, akılda kalan gözler, bekleyişler, terk etmeler, terk edilmeler, cüceler, senede bir günler, elbet bir gün buluşulacağına inanmalar, ayrılıklar, yalanlar, hancılar, kışlada baharlar, kara bulutlar, unutmuş gibi yapmalar, karaları bağlamalar, açık olmalar, dile düşmeler, kara trenler, köprüden geçen gelinler, mühür gözlüler, karanfiller, akşam güneşleri, kavak yelleri, felek vurmaları, kaderin oyunları, sevda yolları, sevgiliye elvedalar, ela gözlü dilberler, yüce dağdan esen yeller, geceler, pişmanlıklar, yiğitlikler, sessiz gemiler, sil baştanlar, gamlı gönüller, allı turnalar, bahaneler, kırmızı güller, boynu eğri laleler, biricikler, dağları delmeler, Kiziroğlu'lar ve Yanık Ömer'ler sır perdelerinden soyunmuş olarak karşımıza çıkmıyorlar mı?
Bu çıkışlarda, küçücük resim karelerine dönüşlerde; aydın tavrımızdan ve Türk milletinin yaşayışından izler var. Bu karelerle aramızda öylesine bağlar kurmuşuz ki allı turnalar; gelen ya da gönderilen bir haberi, tuz; kara koyun ile çobanı, Yemen elleri; uzak gurbetlerimizi, dağları delmeler; Ferhat ile Şirin'i, aynalı çarşılar; Çanakkale savaşlarını, biricikler; sevgililerimizi aklımıza düşürmez mi? Bir türkü ya da şarkıya bağlı kaldığımız zaman; dalıp gittiğimizi, gözlerimizin buğulandığını, kalbimizin sevinçten yerinde duramaz olduğunu bilmez miyiz?
Hele sözün değerini bilirsek, coşup kanatlanmaz mıyız? Aşağıda örneklediğimiz dörtlükte geçen "hakikatli yâr", geceyi bölüp geliyorsa, en büyük fedakârlığın temsilcisi değil midir?
Mor koyun meler gelir,
Dağları deler gelir.
Hakikatli yâr olsa;
Geceyi böler gelir.

Söyler misiniz, şapka çıkarmaz da ne yaparsınız?

Türk Müziği, sevdiğimizin hikâyesi.
Yalan mı?
Yoksa yanlış mı?

Oyhan Hasan BILDIRKİ

 
Toplam blog
: 51
: 1343
Kayıt tarihi
: 31.08.06
 
 

1947 Haziranı'nda Bağarası'nda doğdu. İlkokulu doğduğu yerde, ortaokul ve liseyi Aydın'da okudu. ..