Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '07

 
Kategori
Dilbilim
 

Türkçe bil-mi-yo-ruz

Türkçe bil-mi-yo-ruz
 

Eee, bu konu da kabak tadı verdi artık der gibi bakmayın öyle. Hem ben kabağın tatlısını da, yemeğini de, dolmasını da, hatta salatasını da, çorbasını da, turşusunu da, reçelini de (tamam abarttım, farkındayım) çok severim.

Evet dostlar, biz Türkler (ya da Türkiyeliler) Türkçe olarak kendimizi ifade edemiyoruz; ne yazı dilini, ne de konuşma dilini gerektiği gibi kullanabiliyoruz (mesela bu parantezden önce "ne... ne..." bağlacı var; ve bilinenin aksine, bu bağlaçla kurulan cümlenin yüklemi olumsuzluk eki ALMAZ! Örnekte olduğu gibi).

TDK'nın resmi internet sitesi bile "cinnet geçirmek" mi yoksa "cinnet getirmek" mi karar veremezken, hatta "görmezlikten gelmek" midir doğru olan yoksa "görmemezlikten gelmek" midir bizi ikilemde bırakırken (aslında sözcüğü kök ve eklerine, diğer bir deyişle öncül ve ardıllarına ayırdığımızda birinci seçenek daha mantıklı geliyor ama bilemiyorum tabiki); bize sadece bu tarz ucu açık yorumlar yapmak düşüyor malesef. Ve sesimizi duyurabiliyor muyuz, kaç kişiye duyuruyoruz, duyursak ne olacak ki, orası tartışılır.

Peki neden bir avuç milli değerimizden biri olan dilimizi doğru kullanamıyoruz? İşte sebeplerden yalnızca birkaçı:

    Öğretmenler bile bilgi aktarırken yazım kuralları konusunda hata yapabiliyor (öğretmenin ille Türkçe öğretmeni olması gerekmez; matematik ya da felsefe öğretmeni olması, "de" bağlacını sözcüğe bitişik olarak yazmasını gerektirmez). Her gün gözümüzün önünde olan ve günümüzün bilmem kaç saatini gözümüzü kırpmadan ayırdığımız televizyon bile, bize anadilimizi yanlış şekilde sunuyor (özellikle de şu magazin programlarındaki renkli, cezbedici altyazılar yok mu!) Yazılı basın, özellikle yerel gazetelerde her cümlede en az bir yazım yanlışına veya anlatım bozukluğuna rastlamak mümkün. Yabancı dillerden çevrilmiş romanlar bile yazım yanlışlarından nasibini almış durumda (Oysa birden fazla dil bilenlerin anadillerine çok daha iyi hakim oldukları bilinir). Batı hayranlığı ve taklitçiliği de sebepler arasında. Ne yazık ki kademe kademe etkiliyor dilimizi. Mesela ilk başta "Hey dostum senin derdin ne?"den yola çıktık ve durum "Hav ar yu ne var yu?"ya kadar ilerledi (yaratıcı milletiz vesselam; "How are you"dan esinlenip neler yaratmışız). Teknoloji düşmanı değilim ama şu internet denilen sanal dünya da dilimizi kirleten unsurlar arasında. "5 dk sonra geliom"lar, "c u"lar (see you yani görüşürüz anlamında) vs. kullanınca pek hoş, pek sevimli olduklarını zannediyorlar sanırım. Televizyon kanallarına ne demeli? En çok dikkatimi çeken de CNBC-e. Okunuşa bakar mısınız? İlk dört harf İngilizce, son harf Türkçe okunuyor. Şuna ya "si en bi si - i" diyelim ya da "ce ne be ce - e". Değil mi ya? Peki şu tabelalar da neyin nesi? Sokağa çıktığımda Allah korusun başıma bir iş gelse de hafızamı kaybetsem, kendimi Los Angeles'te falan zannedeceğim. Türkçe'nin suyu mu çıktı ki, yabancı mağaza/dükkan isimleriyle dolu her yer!

İşte bu yanlış kullanımlar karşımıza çıktıkça, gözümüze ve kulağımıza bu sıklıkta sokuldukça, biz de bunlara aşina oluyoruz ve yavaş yavaş alışıp benimsiyoruz. Dolayısıyla, biz de aynı yanlışları yapmaya başlıyoruz. Ve dilimiz her geçen gün hızla eriyip tükeniyor...

Yani diyeceksiniz ki, "sen çok mu kusursuz kullanıyorsun anadilini?" Asla böyle bir şey iddia etmiyorum. Ama yanlış yaptıysam / yapıyorsam, bilin ki bu saydığım sebeplerin etkisi büyüktür.

Bilemiyorum tehlikenin farkında mısınız ama, diline kültürüne sahip çıkamayan bir millet hiçbir şeyine sahip çıkamaz diye düşünüyorum. (Bkz Şekil-A dememe gerek var mı!?)

 
Toplam blog
: 152
: 1957
Kayıt tarihi
: 19.08.06
 
 

Ortada bir problem görüyorsak bu bizim de problemimizdir. Ve eğer 'birisi'nin bu konuda bir şeyle..