Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Haziran '12

 
Kategori
Dil Eğitimi
 

Türkçe Düşünmek, Türkçe Anlatmak*

Türkçe Düşünmek, Türkçe Anlatmak*
 

1.İTürkay KORKMAZ, imza-söyleş, iEğitim İş'in açılışı Trabzon,30 Mayıs 1992; 2.Okuma konulu panel,TrabzonLisesi,31 Mart 1993


Türkçe günümüzden bin üç yüzyıl gerilere dek uzanan  bir yazın dilidir. Bunun kanıtı Orhun Yazıtları’dır. Bu belgeler 8 . yüzyılda Türkçenin gelişmiş bir anlatımı olduğunu bizlere sunmaktadır. Bu kanıt Türkçenin  tarihsel bir dil olduğunu da gösteriyor. 

“Türk Oğuz begleri / budun eşidin / üze tengri basmasar / asra yir telinmeser / Türk budun ilinin törünün kim artadı...” 

Yazılı belgenin bu örneğinden önce sözlü yazın ürünlerine de baktığımızda Türkçenin aynı anlatım yetkinliğini taşıdığını görüyoruz. Örneğin,

Tümen çiçek tizildi

Bükünden ol yazıldı

Öküş yatıp üzüldi

Yirde kopa adrışur

Doğayı böylesine güzel betimleyen dizeler Türkçenin yüzyıllar önce anlatımda ne denli gelişmiş olduğunu gösteriyor. Bu koşukta kimi ses değişmeleri,  “tizildi / dizildi , ol / o , yazıldı / yayıldı , yirde /yerde , adrışur / ayrışır” sözcüklerinde görülmektedir. Ayrıca koşukta görüldüğü gibi unutulan sözcükler de var: Öküş (çok), bükün (toprak). 

Halklar acılarını en iyi dizelerle anlatır. Dizeler  örülerek ağıtları (sagu) oluşturur. Türkçe bunu da anlatırken yüzyıllar ötesinden  bakın nasıl derinlikle anlatıyor.

                                        Alper Tunga öldü mü

                                        Issız acun kaldı mı

                                        Ödlek öcün aldı mı

                                         Emdi yürek yırtılır

 

Bu örnekte de, “ emdi / imdi /  şimdi ( şu imdi) ”   olarak ses değişikliğine uğramış. Yazılı, sözlü dönem ürünleri Türkçeyle övünmemizi  haklı  kılıyor. 

Türkçe, toplumsal gelişmeye koşut olarak gelişmiş ve değişmiştir. Türkçenin On birinci yüzyıldan başlayarak Arapça ve Farsçanın etkisine girdiğini metin taramalarında görüyoruz.  Yazınımızda dinsel etkinin ilk yansıdığı Kutadgu Bilig buna başlangıç oluşturmaktadır.   Kitap içerik ve dil olarak topluma yeni ve yabancı öğelerle seslenir. Toplumdaki dinsel değişim, bu değişimin dayattığı dil  Kutadgu Bilig’le somutlaşmıştır. Kısaca, Türklerin Ortaasya’daki inançları değişmiş, değişen inançların yerini alan dinin getirdiği dil yazın dünyamıza girmiş 11. -  20. yüzyıllar arasında etkili olmuştur.

Bu açıklamalar Türkçeye dönüşümüzün çok eskiye dayanmadığını gösteriyor. Ulusal bir kimliği olmayan Osmanlı Devletinin Türkçe sorunu olmamıştır. Bu dönemde yazınımız iki başlı olarak  sürmüştür. Altı yüz yıllık sürede  ortaya konan yazın ürünleri anlaşılmaz bir dille yazılır olmuştur. Bu  dönemin seçkin ozanlarından Fuzuli, Türkçeyle şiir yazmanın zorluğunu dile getirmiş; bu nedenle şiirlerini Arapça ve Farsçanın karışımı olan Osmanlıcayla  vermiştir.

Osmanlı döneminin açmazlarına bu dönemde karşı çıkanlar olmamış değil. Örneğin, 15. yüzyılda Ali Şir Nevai Muhakemetül Lugateyn adlı sözlüğüyle Türkçeyi savunmuş, bu yapıtıyla Türkçenin Farsçadan üstün bir dil olduğunu göstermiştir. Yine  15. yüzyılda yaşamış olan Divan ozanlarından Ahmet Paşa :                           

                                   Demişsin ki yolumda ölmez Ahmed

                                   Bir öldüm bir de sen öldürürsün  

dizeleriyle Türkçeden yana olduğunu göstermektedir.  Gerilere gittiğimizde Kaşgarlı Mahmut adlı bir  Türkçe sevdalısı aynı zamanda bir dilci olarak 11. yüzyılda Türkçeyi büyük bir coğrafyada varsıl bir dil olarak bulmuş,  Türkçenin Arapça ve Farsçadan üstün olduğunu Divan –ü Lügat’it Türk  adlı yapıtıyla Türkçe karşıtlarına kanıtlamıştır.  13 .yüzyılda yaşamış olan  Halk Yazını’nın seçkin bilge kişisi  Yunus Emre  Türkçe  dizeler  bırakarak Türkçeyi unutulur olmaktan kurtarmıştır.

Ben yürürüm ilden ile                                                              Bir garip ölmüş diyeler

Şeyh anarım dilden dile                                                          Üç günden sonra duyalar

Gurbette halim kim bile                                                            Soğuk su ile yuyalar

Gel gör beni aşk neyledi                                                           Şöyle garip bencileyin                          

Yunus’tan bize kalan bu dizeler Türkçe ağırlıklı ancak; gurbet, aşk , şeyh  , garip sözcüklerinin de dilimize girdiğini gözlüyoruz. Bunu   inanç değişmesinin dile yansıması olarak değerlendirebiliriz.

Kişinin tek başına dilini savunması kuşkusuz çözüm değildi. Bu bir toplum, devlet sorunuydu. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti kurulana dek devletin bir Türkçe sorunu olmamıştır. Ancak ulusal kimliğine kavuşan toplumumuz gündemine dil sorununu taşımış, Atatürk’ün “Ulus demek , dil demektir. ”   özdeyişiyle onun toplumsal yaşamımızdaki önemini kavramıştır.

 Atatürk, bu anlayışını  12  Temmuz 1932’de kurduğu Türk Dil Kurumu’yla yaşama geçirir. Bu kurum, bir zamanlar aşağılanan Türkçenin varsıl bir dil olduğunu  Tarama, Derleme, Sözlük çalışmalarıyla gün yüzüne çıkarır. Türk Dil Kurumu  bu verimli çalışmalarını 19 Ekim  1983’e değin sürdürür. Ancak Türk Dil Kurumu l983’te kimlik değiştirince çalışmalar kesintiye uğrar. Görünürde açık olan Türk Dil Kurumu böylece kapanmış olur.

1932 – 1983 arası Türkçenin gelişme düzeyi ulus olarak bizi kıvançlandırdı. Artık Türkçeyle yazınsal ve bilimsel alanlarda yapıtlar verilmeye başlandı. Şu anda dilimizdeki sözlük birimi ( sözcük, deyim, terim , atasözü, sözcük öbeği ) 150 bin dolayında bulunmaktadır. Bugün büyük oranda Türkçe sözcüklerle kendimizi, sorunlarımızı, bizi kuşatan evreni anlatabiliyoruz. Ancak günümüzdeki duyarsız yöneticiler nedeniyle Türkçe Batı dillerinin saldırısı altında bulunmaktadır. Oysa, bu ülkenin dilseveri kadar yöneticisi de duyarlı olursa, toplumumuz kentleşme sürecini dilimizi kaybetmeden, Batı dillerinin etkisinde kalmadan başarabilir.

Bu konuda  yerel ve genel yöneticilere büyük görevler düşmektedir. Örneğin, bir kentin yerel yönetimi işyerlerinin adlarını zorunlu olarak Türkçe yapabilir . Yurttaşlar alanlarda, caddelerde, sokaklarda plaza, market, patissier  , show room  vb. sözcükleri  okumak zorunda kalmayabilir. “ Türkçe Katında Yaşamak ”  yaşamımızı kuşatabilir.

 

                Seslenir seni bana “ova”m , “dağ”ım ,

                Nere gitsem bulur beni arınmış .

                Bir çağ ki akar ötelere ,

                Bir ak ... ki yüce atalar , bir al ... ki ulu oğullar ,

                Türkçem  , benim ses bayrağım.

 

Türkçenin usta ozanı Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın sesinde yüreğimiz. Türkçeye gönül vermenin ötesinde emek vermiş olan bu yurtseverlerimizle ulus olarak övünüyoruz, onlarla onurlanıyoruz.  "Türkçem, benim ses bayrağım ” dizesini yaşamımızın her alanında yaşanır kılmak görev olarak önümüzde durmaktadır.

Yazın kitaplarıyla okullarımızda Türkçenin savaşımını veren yazın ve Türk dili öğretmenimiz değerli yazarımız Mahir Ünlü  “Türkçemizde Arınma”  sevdasını bir yazısında sürdürüyor:

“ İşledikçe ışıldayan; lekelerini, kirlerini sildikçe parıldayan çelik gibi, altın gibidir güzel Türkçemiz ... Arındıkça ışıldayacak  ... anadilimiz ...” **

 Bizler de sevgili öğretmenimiz gibi düşünüyoruz  Atatürk’ün deyişiyle, “ Türkçe varsıl bir dildir yeter ki bilinçle işlensin ”

Sayın Mahir Ünlü adı geçen yazısında, “ acımak, görmek “ eylem köklerinden türetilmiş örnek sözcükleri göstererek Türkçenin kendi kök ve ekleriyle dilimize girmiş bulunan yabancı sözcüklerden kurtulabilineceğini  kanıtlamaktadır. Örneğin, “ acı, acılı, acıklı, acıklılık, acıma, acımasız, acımayan, acınacak, acınan, acıyan; göz, gözcü, gözde, göze, gözgü, gözlem, gözlemci, gözenek, gözetim, gözetleme, gözükme ”  Bu sözcüklerin sözcük öbeği oluşturarak  “ acı çeken (mustarip), acı veren (feci), acıklı olay (facia); gözü doymaz, gözüpek , göz yummak”            

Türkçe sözcükler dururken yabancı kökenli sözcükleri niçin kullanıyoruz diye kendimize sormamız gerekir. Örneğin, ilgi (alaka), yozlaşmış (dejenere), erdem (fazilet), işlev (fonksiyon), olay (hadise), bunalım (kriz), sorun (mesele), gerçeklik (realite), söyleşi (sohbet), yedek oyuncu (dublör), işyeri (dükkan), izlence (program), izlek (plan), ölüm (vefat), us (akıl), eşit, denk, eş, eş değer, yaşıt (müsavi, muadil, emsal)... Yabancı kökenli sözcükler hangi dilden olursa olsun kullanılmamalı. Bunu özellikle okullarımızda uygulamalıyız.

 Dil uğraşımızda yazarlarımızı, ozanlarımızı önemli görevler beklemektedir. Oysa, roman, öykü, deneme, makale, şiir vb. türleri taradığımızda sanat adamlarımızın dile özen göstermediklerini, yapıtlarının dil yanlışları içerdiğini üzülerek görüyoruz. Dil adına yola çıkan bu kişilerin böyle bir yanlış yapmaya hakları yoktur sanıyorum. Örneğin, Kültür Bakanlığı yayınları arasında çıkmış bulunan Ayhan Doğan ‘ın  Cumhuriyet Dönemi  Türk Şiirinde Yeni Oluşumlar adlı yapıtında otuz yedi dil yanlışı saptadık. ( Çağdaş Türk Dili  Nisan 2002 )

“ Şiir meselelerimizi görür, ele alırken gene onun sanatındaki bu yönü biraz düşünmemiz gerekmektedir.” (s.31)

           Cümlede “görür”çekimli eylemini “görüp”bağlama ulacı biçimine sokarsak temel cümledeki eylemden önce gerçekleştiğini, temel cümlenin bildirdiği yargının da “...gerekmektedir ” buna bağlı olarak sonuçlandığını anlarız. Ayrıca, cümlede “ şiir meselelerimiz ” söz öbeğinde “ meselelerimiz ” sözcüğü tekil olmalı “ şiir meselemiz ”   

 “ Gerçi onun,vezin deneyişindeki kırışı, az bir iş de değildir. ” (s.35)

        Yan cümlenin yüklemi “ kırışı ”nesne istemektedir. Bu nedenle anlatım bozukluğuna yol açmaktadır. “ Neyi” sorusunu “ kırışı ” eylemsisine sorduğumuzda yanıt istemektedir. Bu da "geleneği, alışkanlığı, eskiyi ”  sözcüklerinden birisiyle giderilebilir .

   “ Gerçi onun vezin deneyişindeki  geleneği kırışı az bir iş de değildir.”

   “ Hepsi eğitiminde yetişmiş dil ustalarıdır. ”  (s.38)

        Cümlede anlam kargaşası var. Söz konusu olan “ dil ustaları ”,  yan cümlenin yüklemi olan “ yetişmiş ” “ nasıl yetişmiş? ” sorusuna “ eğitiminde ” yanıtını vermemektedir. Bu nedenle yanlışı  yan cümleye uygun olan dolaylı tümleç ya da belirteç tümleci getirerek giderebiliriz.                             

 “ Hepsi alanında y etişmiş dil ustalarıdır. ”

“ Hepsi eğitim sonucu yetişmiş dil ustalarıdır. ”

Türkçede Anlatım”  başlıklı yazıda, “Hülya Tozlu, Ve Suskun Gri Kadın, e Yayınları, 1994; Nevra Bucak, Aşkın Kutupları, Nurdan yayınları, 1989;  Mehmet Özgönül, Korkunç Bir Gece, Çehov, çeviri, Cumhuriyet yayınları, 2000;  Mehmet Özgönül, Beyaz Geceler, Uysal Kız, Dostoyevski, çeviri, Cumhuriyet yayınları, 1999  “ adı geçen kitaplarda  Türkçe yanlışları  da görmezden gelemedik. ( Mavi Yeşil,  Eylül  Ekim  2001 )

Günümüzde çok ünlü, kitabının çok satmasıyla ünlenen yazarlarımızda da dil yanlışlarını gördüğümüzde Türkçenin işinin güç olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Örneğin, Ahmet Altan, İsyan Günlerinde Aşk, Can yayınları, Mayıs 2001

  “...ne düşüncelerinin insanlara ne de insanların duygularına ulaşmasına geçit vermemişti. ” 

s . 202 / 3

“ ... ama o, ne kızı gibi ne de Hikmet Bey gibi hayattan çabucak  kopup kendi duygularının içine kapanacak, onlarla memnun ya da karamsar olacak biri değildi. s .313

“Ne “ bağlacıyla kurulan tümcelerin yüklemlerinin olumlu olması gerektiğini yazarımız bilmemektedir;  yüklem  “biriydi” olacaktı.

 “... arabalar bahçe yolundan hızla geçip konağın önünde durdular.”  s. 233 / 2

Türkçede özne cansız varlıksa yüklem tekil olur. Bu tümcede bu kurala uyulmadığı görülmektedir. 

“... gene de ölümün acısını ve manasını hissediyordu;  acı, muğlaklaşan kelimeler ve anlamlar arasından yolunu buluyordu.”  s. 431 / 4                                                        

Türkçede eşanlamlı sözcükler bir metinde yer alamaz. Buradaysa aynı tümcede, “mana –anlam” eşanlamlı olduğu bilinmeden mi, yoksa bilinerek mi kullanılmış diye insanın kendine sorası geliyor. Ayrıca yazar,  “muğlaklaşan kelimeler ”  önad tamlamasıyla Türkçe düşünüp Türkçe anlatmadığını da ortaya koymaktadır.

 “Ne Fransızların düzenli bahçelerine ne İngilizlerin disiplinli çimlerine benzemeyen...” (Kılıç Yarası Gibi s.190 Can Yayınları)

 Yine“ne” bağlacının yükleminin olumlu olacağı unutulmuş benzeyen /  benzemeyen olarak yazılmış.

Yazarlığa soyunan kişilerin Türkçenin anlatım özelliklerini bilmesi gerekir. Eğer böyle bir bilgisi yoksa kurduğu tümcelerde anlatım bozukluklarına düşer.

Kar romanının  satışta yüz bini bulduğu TV ’ lerde, basında sık sık  yinelendi. Orhan  Pamuk‘un, Yeni Hayat romanı için de baskı sayılarından söz edildi. Bizim üzerinde duracağımız konuysa, böylesine tanınmış bir yazarımızın Türkçeyi kullanırken düştüğü dil yanlışlarını bir okur duyarlığıyla göstermektir. Kar romanını okuduğumda neden bu yanlışlar diye kendime sormadan edemedim.

“ Üzerine isabet eden iki  kurşuna rağmen müdürün hayatını kurtaramayan cihazdan zarar görmeden çıkarılan banttaki konuşmaların dökümünü rahmetli müdürün  gözleri yıllar sonra hâlâ yaşlı dul eşiyle ünlü bir manken olan kızından aldım.”  ( s. 43 )

Müdürün yaşamının korunma görevinin ses alma aracına  verilmesi de anlaşılır gibi değil.

... rahmetli müdürün gözleri yıllar sonra hâlâ yaşlı dul eşi....” anlam belirsizliği var. Birden çok önad, ad tamlamasında tamlayanla tamlanan arasına girerek anlamayı güçleştiriyor.Yazarın bunu bilinçle yaptığı bilinmektedir. Okurların yorulması, tümcelere yanlış anlamlar vermesi mi amaçlanmaktadır? Oysa kısa tümceler  kurularak da yoğun anlatım sağlanabilir.   

"Parrti il merkezi uzun uzun arandıktan ve dolapları ve dosyaları altüst edilip bir kısmı iplerle bağlanıp torbalara doldurulduktan ve bir de arama tutanağı tutulduktan sonra bindirildikleri polis aracının arkasında yanyana suçlu çocuklar gibi sessizce otururlarken Ka aynı ezikliği Muhtar’ın dizlerinin üzerinde şişman ve ihtiyar köpekler gibi uslu uslu duran iri ve beyaz ellerinde gördü.”  ( s . 66 )

“  .... otururlarken  Ka duyduğu aynı ezikliği ....... gördü . “  biçiminde düzeltilmeli. Çünkü, “Ka” duyuyor, yaşıyor sonra bunu ellerde görüyor. Bu tümcede ellerin  “ ihtiyar köpeklere” benzetilmesini de pek kavramış değiliz. Bu iki nesne arasında nasıl bir ilgi düşünülmüş ki böyle bir benzetmeye gidilmiş. Ayrıca tümcenin uzun olması bir yana, bir tümcede bu kadar “ve” bağlacı niçin kullanılmış.

Tümceyi uzun kurarak anlamı anlaşılmaz kılmak, anlatımı güçleştirmek için mi?

“ Lacivert’in peşinden siyah beyaz televizyonu açık, yoksul bir odaya girdi.”  ( s . 75 )

Bu tümcede “siyah beyaz” olan televizyonun rengi mi, yayını mı?Yine bir başka yanlış, nesneleri  kişileştirmede görülmekte:   “ ...yoksul bir oda ...” Oysa bu tümce,

“... siyah beyaz görüntülü televizyon.....  bakımsız, içinde eşyası bulunmayan oda .....”  diye kurulabilirdi.

“ Odanın yalınlığı ve fakirliği ... huzursuz ediyordu.”     ( s . 76 )

Yazar, bir önceki tümcede “yoksul “ sözcüğünü kullanırken bu tümcede “fakir “ sözcüğünü yeğliyor. Bu, eşanlamlı iki sözcüğü kullanma yanlışına  götürüyor yazarı.

“ Kendisine ziyarete gelen yabancılara ilk şöyle demiş : ”  ( s . 77 ) "

Kendisine” sözcüğü  yan tümce ve temel tümcede etkilenme durumunda. Bu nedenle “kendisini” biçiminde yazılmalıydı.

“ Ka daha okudu.” tümcesinde “ daha “ belirteci   yanlış olarak kullanılmış. Çünkü “daha “ önadlara, belirteçlere  üstünlük, eylemlere de henüz, başka, gibi anlamları katar. Bu örnekteyse böyle bir görevi yok.

Bu tümcenin tümüne bakalım:

“Ka sehpanın başına oturup yeni yazdığı şiirini heyecanla ve güvenle okumaya başladı  ve hemen durdu.

 Göz ucuyla İpek ‘e bakarak yeniden okumaya başladı.” “Güzel mi? “ diye sordu az sonra Ka. “Evet güzel!” dedi İpek. Ka daha okudu, gene  “ Güzel mi? ” diye sordu. ( s . 93 )

Yazarın  tümcelerde sözcüklere yeni görevler yüklemesi düşünülebilir. Ancak Türkçede sözcüklerin  nasıl, nerede, niçin kullanılması gerektiğini açıklayan dilbilgisi kurallarının olduğunu unutmamak, bunlara uymak koşuluyla. Örneğin,“Ka daha okumadı.”  anlatımında bir sorun yok. Yazarın  “ ... daha okudu.” anlatımını şiirde “daha okudu daha yazdı” olarak düşünebiliriz. Bunu ozanın özgünlüğüne veririz. Daha önce belirttiğimiz gibi düz yazı  dilbilgisel kurallarını  zorunlu kılar.

“Belki de devlete ezeli muhalif ateist babamın kızı olduğumu hatırladığım  için. “ ( s . 115 ) 

“ ... babamın / babanın “ olarak yazılmalıydı. Baba sözcüğünde “m” iyelik eki gereksiz. Çünkü   ortaç olan “olduğum” sözcüğünde aynı görevi gören ek bulunmaktadır.

Tümceyi düzelterek şöyle  yazabiliriz:  “ Belki de devlete ezeli muhalif ateist babanın kızı olduğumu hatırladığım için." Tümcede, “ .... ateist baba : önad tamlaması ,  ateist babanın kızı : belirtili ad tamlaması” Bu her iki tamlama iç içe yer alarak karma tamlama oluşturmuştur .

“Mor ve uzun yağmurluğunun üzerinde biriken karları sildi.”  ( s . 118 )

Tümcede, “sildi” sözcüğü yanlış kullanılmış. Bunun yerine “silkti “ sözcüğü olabilirdi. Sözcüklerin gerçek anlamları her tümcede kullanılabilir mi ? “ Masayı sildi.” tümcesindeki anlamıyla alıntı yapılan “sildi” sözcüğünü kullanmanın yanlışlığı görülmektedir .

“Ötekiler kadar güzel ve hüzünlü bir başka eski Ermeni binasının önünden biraz aşağı inmişti.”  

Tümcede, “ ... hüzünlü bir başka eski Ermeni binası ...” tamlamasında önadların sıralanışında yanlışlıklar bulunmaktadır. Türkçede niteleme önadları ada en yakın olanıdır. Çünkü vurgulanmak istenen niteliktir. Belirtme önadları ada uzaktır. Ancak kimi önad tamlamalarında kimi kez belirtme önadları vurgulanmak için ada yaklaştırılır. Örneğin, “ bir güzel ev “ ya da “güzel bir ev”    

Orhan Pamuk’tan yaptığımız alıntıda “ hüzünlü bir başka eski Ermeni binası “ tamlamasında niteleme, belirtme sonra yine niteleme önadları “Ermeni  binası” ad tamlamasını anlatırken karmaşa görülmektedir. Örneğin, bu tamlama şöyle kurulsaydı böyle bir sorun yaşanmazdı. “ ... hüzünlü, eski, bir başka Ermeni binası ...” Düzeltide belirtme önadı önemsenerek ada yaklaştırıldı. Niteleme, belirtme önadlarını sıraya koyduğumuzda kulağımızı tırmalayan anlatım düzeltilmiş oldu. Yazara dilbilgisel anlatım dışında sorulacak olan bir başka soru:  Ermeni binası neden üzgün? Bu sorunun  yanıtı  acaba ne olabilir diye  kaygılandım.

“ .... ablasının bu kadar güzel, bu kadar ince, bu kadar duyarlı ve dürüst olmasına rağmen ve belki de bu yüzden mutsuz olması (burada sesi kırıldı) olduğunu, çocukluklarında ve gençliğinde   ablasının iyiliği ve güzelliğinin kendisine  hep örnek olduğunu  ( sesi bir daha kırıldı )  , bu iyilik ve güzellik  yanında kendini hep kötü ve çirkin hissettiğini , ablasının o öyle hissetmesin diye kendi güzelliğini  sakladığını söyledi . “  ( s . 222 )

Bu tümcenin yarısını yazdık. Bir tümce bir bölümce boyutunda. Uzun tümcelerin anlatım bozukluklarına  yol açması doğaldır. Bir de dilbilgisel bilgi eksikliğinden kaynaklanan “ olması, olduğunu,  yeniden bir kez daha olduğunu “ sıralamasında ad eylem, ortaç birbirine karıştırılmış. Ne demek “ablasının mutsuz olması olduğunu” bu anlatımın bir açıklaması olamaz. Bir yazara böyle çalakalem  yazma hakkını Türkçe vermiyor.

“Ama bir daha beni geri hiç aramadı.”  ( s . 231 )

İşte bir çalakalem örneği daha. Bu kez tümce kısa  ama anlamca bozuk. Ne demek, “ beni geri hiç aramadı”   Bu tümcede “ geri ” sözcüğü gereksiz olarak kullanılmıştır .

Kadife’nin yarı hıçın sesle Lacivert’e diklenirken, aslında Lacivert’le olan mahremiyetini ortaya döktüğünün, böylece onu zayıf yerinden yaralarken  Ka’yı da tanıklığından dolayı suçlu durumuna düşürdüğünü hissetti Ka.”  ( s . 234  )

Aynı kişi olan Ka  cümlenin hangi öğesi özne mi, sözcük öbeğinde nesne mi? Bu uzun tümcenin öznesi “ Kadife” olduğuna göre tümce sonunda yer alan “Ka” anlatım bozukluğuna yol açmakta. Çünkü gereksiz sözcük. Bu sözcüğü çıkarak tümceyi bir kez daha okuyalım. Ayrıca “döktüğünün” değil “döktüğünü”, “Kadife’nin” değil “Kadife” olacak.

“Turgut Bey ‘in gözleri bir anda yaşlandı.”  ( s . 368 )      

Tümcede yer alan yüklem görevli “ yaşlandı / yaşardı ”  biçiminde yazılmalıydı. Sözcüğünün kökü “yaş “ ad türünde bir sözcüktür. Bu sözcüğe getirilen  “len / - lan” eki sözcüğü eylem yapmaktadır. Türemiş yapıda olan “ yaşlandı” sözcüğünün    “- len ( - le – n “ ekiyle edilgenleşmesi burada  gerekmiyor. Bu tümcede dilimizde az kullanımı olan “ -er “  eki getirilmeliydi. Bu  yapım eki  ada edilgenlik anlamı kattığı için başka ek gerekmemektedir. Örneğin, “ baş - ar - ,  sar(ı) –ar -  ,  yeş (il) –er -  vb.” ad türünde olan “baş”sözcüğüne  geçişlilik, önad göreviyle kullanılan “sarı, yeşil” sözcüklerine de geçişsizlik kazandırmıştır. Hangi eki nerede kullanmamız gerektiğini bir yazar olarak bilmek zorundayız. Yazarlığa soyunanların Türkçeyi bilmeden kalıcı olmaları olanaksızdır.

Bu küfürleri Ka’nın yabancısı olmadığı siyasi çözümlemelerin, ülkenin yüksek çıkarlarının ve tehditlerin arasına, tıpkı çocukların  tatlı tuzlu aldırmadan her lokmanın üzerine  düşüncesizce döktükleri ketçap gibi bol bol döküyordu.”  ( s . 354 )

Tümceyi kısaltırsak“Bu küfürleri ..... döküyordu.” Özne “o”, yüklem “döküyordu”,belirtili nesne “bu küfürleri” öğeleri üzerine kurulan tümcede “küfürün dökülmesi”anlatımının Türkçeye uymadığı görülmektedir. Çünkü Türkçede böyle bir deyim yoktur.

  Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanında da gördüğümüz Türkçe yanlışlarını şöyle sıralayabiliriz:

  “Çocukluğunda ve ilk gençliğinde bütün çıraklarım gibi kalem saplarıyla, cetvellerle, hatta odunla çok dövdüm onu, ama bu yüzden saygı duyamıyor değilim. Çünkü Leylek’i de cetvellerle çok dövdüm, ama ona saygı duyuyorum.” (s.297-298/1)

Bu alıntıda iki tümceden hangisi doğru.Birinci tümcede saygı duyduğu anlamı var. Bunu “.... saygı duyamıyor değilim” anlatmaktadır. İkinci tümceden birinci tümcenin bu anlamı içermediğini çıkarıyoruz.İkinci tümcede “..saygı duyuyorum” diyerek birinci tümcede saygı duymadığını anlatmak istiyor. Böyle olunca birinci tümceyi “saygı duyuyor değilim” olarak düzeltmeliyiz. “Ama” bağlacı da çıkarılmalı, çünkü burada karşıtlık yok.

 “... bir iki şakasını edip görmemezlikten gelirler.” (s.404/1)

Tümcede  “görmemezlik” yanlış kullanım, “gör-me-mez-lik” , “-me,-mez” iki olumsuzluk eki birlikte kullanılamaz.. Sözcüğün doğru yazımı “görmezlik”, çünkü, “görür” olumlusunun olumsuzu “görmez”.

  “Hani Bakara suresinin sonunda şu anlama gelir ayetler vardır.” (s.434/2)

  Tümcede “gelir” çekimli eylemi yerine eylemsi “gelen” ortacı kullanılmalıydı.

       “..gözlerimin aslında çekik olmadığımı anlasalar..” (s.469/3)

Tümcede iyelik eki yanlış kullanılmış, olmadığımı” sözcüğü “olmadığını” olarak yazılmalıydı.Tümcede anlama işini “ben” değil “onlar”anlıyor. Bu nedenle “-m” eki yerine “-n” iyelik eki getirilmeliydi.

Orhan Pamuk’un Kar ve Benim Adım Kırmızı adlı romanlarından (Kar romanından on dört, Benim Adım Kırmızı romanından dört  tümce) aldığımız tümcelerde anlatım yanlışlarını göstermeye çalıştık. Sayın yazar, TV 8’de Haluk Şahin’le  yaptığı tanıtım amaçlı izlencede, “ Romanlarımı konuşacağına başka konuları gündeme getiriyorlar.” diye yakınmıştı. Umarım bu yakınmasını bir ölçüde gidermişizdir.

Bir başka yazar , Cemalettin AYKIN , ilk romanı Zor Zamanlar’la yazın dünyasına katılırken dil yanlışlarından kurtulamıyor. ( Belge yayınları, Ekim  2001 )

 “ Günler böyle güz vakitlerine doğru giderken, Kadir’in vurulması haberi artık  serinlemeye dönen nemli gece havasında, bahçenin karanlığındaki ağaç görüntülerine üzücü bir yabancılık veriyor; toprak, çimen ve ağaçların gece kokularındaki güz değişikliğini koyulaştırıp acılaştırıyordu . ” ( s . 746) 

 Türkçe kısa anlatımlı bir dildir. Kısa tümceler kurulduğunda anlatım yanlışı azalır. Ancak kimi tümcelerde betimleler yapılarak uzun tümceler de kurulabilir.Yukarıdaki örnekte, “....vurulması ...” adeylemi yanlış kullanılmış. Bu sözcük öbeği bir karma tamlama niteliği taşıdığından “Kadir ‘in vurulduğu haberi “olarak düzenlenmeliydi. Bu tümcede başka anlatım yanlışları da görülmektedir. Örneğin,“gece havası” belirtisiz ad tamlaması neyi anlatmaktadır; demek ki bir de “gündüz havası” var. Usumuza vurduğumuzda bunun dil mantığına uymadığı görülmektedir.

Bir başka yanlış, “ güz vakitleri ” olarak kurulan belirtisiz ad tamlamasında tamlanan yanlış çoğullanmış, “güz vakti” olmalıydı. Belirtisiz ad tamlamasında yer alan bu kullanımı şiir türünde görseydik ozanın özgünlüğüne bağlayabilirdik, ancak düzyazılarda Türkçenin kuralları geçerli olmaktadır.

Örneğin, Yahya Kemal Beyatlı’nın, Sessiz Gemi adlı şiirindeki  bir dizesi şöyle:         

            Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol

Bu dizeyi düzyazı kurallarına göre söylersek: " O kalkışta ne mendil ne de  bir kol sallanır." Ancak ozanın bir özgünlüğü olarak değerlendiriyoruz dizeyi.  Bu dizede “kolun sallanması “ da şiir de olsa Türkçede yer almaması gereken bir anlatım. Çünkü, kol değil el sallanır uğurlamalarda.

“Açlığı, korkularıyla şaşkın ve uyuşuk, yeniden bakındı çevresine.”  (s . 9) 

Tümcede anlatılmak istenen ne? Tümce, kişinin açlığından, korkularından, şaşkın ve uyuşukluğundan mı söz ediyor? Kişi bedensel ve ruhsal olarak böyle olarak mı çevresini izliyor. Yoksa bunları yapan “açlığı” mı, çevresini izleyen o mu?

“Dipdiri, gergin göğüsleri, sırcı bakışlarıyla başka bir evin kadını gibi.” ( s.120 )

Anlamca çağrıştırdığı olumsuzluk nelere bağlanmış  “dipdiri, gergin göğüsler ” , “sırcı bakışlar ”

“Türkçede birkaç paragrafı aşan bir yazı yazıp da  hiç sorunsuz bir metin elde edebilecek yazar sayısı sanıldığından çok daha az .” ( Dil  Meseleleri  , Necmiye Alpay , Radikal Kitap Eki , 29 Mart 2002 )

Bu görüşe katıldığımızı okuduğumuz yapıtlar ne yazık ki doğrulamaktadır. Saptama yerinde. Ancak görüşüne katıldığımız bu tümcede de dil yanlışı bulunmaktadır. Örneğin, “ hiç sorunsuz ... metin ”  önad tamlamasında “hiç” sözcüğüne gerek yoktur. Tümcede anlatılmak isteneni “sorunsuz” sözcüğü anlatmaktadır .

Dil çıkmazımız, kirlilik, yozlaşma, yabancılaşma, kuşatılmışlıkla sürmektedir. Bunları aşmak durumundayız. “Bir ulusun dili bayrağı gibidir , düşürmeye gelmez.” gerçeğini Atatürk yıllar önce bizlere duyurmuştu.

İşte bu aşamada Tükçe ve yazın öğretimi önem kazanmaktadır.Türkçeyi kullanma etkinlikleri iki başlık altında toplanmaktadır. Bunlar, konuşma, yazma. Bu becerileri kazanmak için , dilbilimci Sayın Doğan Aksan’ın söyleyişiyle “ Anadili dersleri bilim değil, sanat gibi öğrenilmelidir. “  Ünlü dilbilimci Ferdinand De Saussure dil düşünce bağlantısını tanımlarken “Kâğıdın bir yüzü dil, diğer yüzü düşüncedir.” diyor. Tüm bilimsel gerçekler doğrultusunda Türkçe ve yazın öğretimi  ya da eğitimi sürdürülmelidir. (Türkay KORKMAZ, Türkçe ve Yazın Öğretimi, İstanbul Ekspres, Şubat Mart 2002, s . 2; Türkçede Anlama, Anlatma , Çağdaş Türk Dili , Ekim 2001 )

Sayın O . Nuri Poyrazoğlu, Çağdaş Türk Dili Nisan 2002  sayısında yayımlanan “Türkçemizin Kirlenmesi Üzerine Yinelemeler” başlıklı yazısıyla  dilimizdeki kirlenmeye örnekler verirken  değerli ozan Özdemir Asaf’ın kirlilik konusunda “Kirlilikte birinciliği beyaza verdiler” dizesine gönderme yaparak diyor ki :

                                    Her şeyimiz hızla kirleniyordu

                                    Birinciliği Türkçemize verdiler  

 “ Kreş, morg, bankamatik, ilk müdahale (ilk yardım), klinik, poliklinik, endikasyon, kontrendikasyon (kullanım yerleri), diyetisyen (besibilimci), ağrıyı milimalize etmek (ağrıyı azaltmak), inhibe etmek (etkisizleştirmek, engellemek)  ... bayanlara ayıttir,  ... öğlen artı akşam karışımı vaktimizde beraber bulunmaktayız. , Dokuz yıllık eşiyle evliydi. , seçkin’s , çiçek’s ...”  “ CD (SİDİ / CEDE ), DVD (DİVİDİ / DEVEDE ), PVC (PİVİSİ / PEVECE), VCD (VİSİDİ / VECEDE), CAPİTOL (KAPİTOL), NTV (ENTİVİ / NETEVE), HBB (EYÇBİBİ / HEBEBE), H (AŞ / HAŞ / HE) ”  Bu mantıkla  TC ‘yi nasıl söyleyeceğiz  TECE mi , TİSİ mi?   

 “ İzinsiz inşaata girilmez. /  İnşaata izinsiz girilmez”,

 "Ağrısız kulak delinir.  /   Kulak ağrısız delinir.”

 “Kediye bak köpek kovalıyor.”  Kim kimi kovalıyor ?

  “Kendine çay ısmarladı.”

 “Seninle yemeğe çıkmak istediğimi  sanmıyorum.”

 Bu son iki tümcede “ısmarlama, yemeğe çıkma” Türkçe anlatıma uymamaktadır.

Bu örnekler Türkçenin kirlilik , yabancılaşma , yozlaşma, kuşatılmışlıkla çıkmazlara sürüklendiğini göstermez.

Tüm olumsuzluklara karşın Türkçenin kabuğunu kıracağına inanıyoruz. Bu bilinçle bir şiirimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

                       Türkçe

 

                        Tutuşur

                        Karamanoğlu Mehmet Bey

                        Sokak meydan kent

 

                        Yol alır düşler

                        Durulur gün

                        Sözcük tümce

 

                        Ulusdilim Atatürkçe

 

Yapıtlarıyla yol gösteren önemli bir dilbilimcimiz Doğan Aksan, “Yeryüzünde insanoğlu konuşmaya, sözle anlaşmaya başladığından beri sürekli olarak yeni sözcüklere gereksinme duymuştur. Uygarlık gelişip kültür alışverişleri arttıkça yeni ve yabancı kavramlara karşılık bulmak gerekmiş, yeni dinler, yeni kültürler de yeni terimler, yeni kavramlar getirmiştir. Bugün şöyle diyebiliriz: Her dil sürekli olarak yeni sözcükler yapmak zorundadır. Bu yola gitmezse, başka dillerden alacaktır. Bilimde, teknikte ve öteki alanlardaki gelişmeler her gün yeni kavramları doğurduğu için her dilde bunlarla ilgili yeni terimler belirmektedir.” ***

 Bu alanda sorumluluk duyan dilbilimcileri, yazar ve ozanlar, 1983’te kimliği değiştirilen Türk Dil Kurumundan ayrılan Türkçe sevdalıları Çağdaş Türk Dili çevresinde, Sayın Ahmet Miskioğlu’nun çıkardığı Türk Dili Dergisi‘nde yazan yazar ve ozanlar Türkçenin kendi sözcükleriyle yaşamın her alanında var olduğunu gösteriyorlar.                        

Ancak dün olduğu gibi bugün de Türkçenin gelişmesine karşı duranlar bulunmaktadır. Türkçe kök ve eklerle sözcük türetmeyi “uydurmacılık” sayanlar  “sözcük, sözlük, seçenek, görenek, örnek, denetmen, öğretmen, sayman, çevirmen sözcüklerine karşı çıkmışlardı. Bunlara karşı çıkanlar neyi savunuyorlardı: “cameşûy-çamaşır, guuşe-köşe, nerdubân-merdiven, cehârşenbih – çarşamba, pençşenbih – perşembe”****  bu sözcüklerin hiçbiri Türkçenin kurallarına göre oluşmamıştı.  İşte asıl uydurma bunlardı.

 Sayın Kemal Ateş, Dil Mezarlığı, (Milliyet Kültür Sanat 2 Mayıs 2002  ) adlı yazısında dün Türkçe sözcüklere karşı olanların bugün onları nasıl kullanmak zorunda kaldıklarını örnekliyor. Bir zamanlar, “ yön, kaygı, tartışma, doğal, evrim, ülke, toplum, neden” sözcüklerine karşın yabancı sözcükleri yeğleyenlerin şimdi Türkçelerini yazılarında, şiirlerinde  kullandıklarını belirtiyor. Biz de bunu sevinçle karşılıyoruz.Bugün, “fırstlady -ulu hatun” , “ bulvar –uluyol,  anayol ” , “streç elbise - sıkma giysi” olarak karşılayabiliriz  diye de ekliyoruz. Çünkü bu sözcükler 12. , 13 . yüzyılın Türkçesinde var.         

Dilin işlevi toplumumuzun geleceği açısından önem taşımaktadır. Eğer,“Türkçem benim ses bayrağım“ altında yürürsek toplumsal dirliğimiz pekişecek, birbirimizi anlamamız  kolaylaşacaktır. Ulus olmanın dilden geçtiğini daha önce belirtmiştik. Bunu bir kez daha yineleyelim,Türkçe ulusal dilimizdir. Ulusallık ise etnik kökenlerin üstünde bir kavramdır. İşte bu gerçeği unutmadan ulusal dilimizi geliştirmeliyiz.

            Uluslararası yüz akımız Nazım Hikmet ,

“ Kardeşim

 sana bu mektubu Ankara’da Kuyulu kahvede yazıyorum.

Hep aynı Anadolu havalarını çalıyor gramafon                   

                                   Kocaman  bir  boru  çiçeğine  benzeyen  ağzıyla.

Dışarda yağmur...

Mektepten istifa ettim.

Cepheye gidiyorum ihtiyat zabitiyle.

 

Çocuklarımıza Türkçe okutmak,                                         

öğretmek , sevdirmek onlara

 

            dünyanın en diri, en taze dillerinden birini,                                                           

                                                           kendi dillerini,                                     

                                            güzel şey, 

                                                           büyük şey.

 Ulkesini sevdiği kadar dilini de seven usta ozan, Kuvayi Milliye destanında böyle sesleniyor.

Yakın dostu Vala Nurettin ‘in Bu Dünyadan Nazım Geçti adlı kitabında Nazım şöyle diyor:

 “ Bir köylü toprağını ve öküzünü, bir marangoz tahtasını ve rendesini nasıl severse ben de Türk dilini öyle seviyorum.”  *****

Ancak sevmek yetmiyor, bakın işte:

Yazdıklarım otuz iki dilde basılır            

Türkiyemde, Türkçemle basılmaz.”

 Ne yazık ki bu usta ozanımızı bizden önce başkaları tanıdı, şiirlerini okudu. Oysa, o, “ Yeryüzünde Türkçem konuşuldukça, ben bu dilin ve bu halkın en namuslu şiirlerini yazmış insan olarak yaşayacağım.” ***** diyor .

Öğretmen ozan Rıfat Ilgaz, Türkçemiz adlı şiirinde bakın öğrencemizin Türkçe olduğunu nasıl anlatıyor :

            Annenden öğrendiğinle yetinme

            Çocuğum, Türkçeni geliştir.

            Dilimiz öylesine güzel ki

            Durgun göllerimizce duru

            Akar sularımızca coşkulu

            Ne var ki çocuğum

            Güzellik de bakım ister

            Önce türkülerimizi öğren 

            Seni büyüten ninnilerimizi belle 

            Gidenlere yakılan ağıtları.

             Her sözün en güzeli Türkçemizde 

              Diline takılanları ayıkla

              Yabancı sözcükleri at

               Bak, devrim, ne güzel

                Barış, ne güzel

                 Dayanışma, özgürlük

                  Hele bağımsızlık!

                   En güzeli sevg

                  Sev, Türkçeni çocuğum 

                   Dilini sevenleri sev

     

Değerli  bilim  adamımız  Oktay Sinanoğlu ,  Hedef Türkiye adlı yapıtında,” Türkçe giderse Türkiye gider.” gerçeğini vurgularken dilimizin günümüzden  öte,  geleceğimizle ilişkili olduğunu bir bilim adamı sorumluluğuyla dile getirmektedir.

 “Türkçe, düşüncemizin, duyarlığımızın, dünyayı algılama, yorumlama gücümüzün toprağıdır. Kendi diliyle yaşama bakamayan toplumun özgür olması, bağımsız olması düşünülemez.” diyen bir başka aydınımız Mehmet Başaran, dil sevgisinin , dil bilincinin önemine önemle parlak basmaktadır. ( Mehmet Başaran, Çağdaş Türk Dili , Nisan 2002 ) 

   Dil düşüncenin aynasıdır gerçeğini, bir kez daha kanıtlıyor.

“Okumayı öğrenmek sanatların en gücüdür. Ben bu işe yaşamımın seksen yılını verdim. Yine de tam olarak öğrendiğimi  söyleyemem.” diyen Alman bilge ozan  Goethe okumada yaya kalan bir toplum olarak bizlere ışık tutuyor.

 “Yalnız sömürgelerde amir ülkenin dilini bilmeyen adamdan sayılmaz.” gerçeğine kulak vermemiz gerektiğini Oktay Sinanoğlu bir kez daha belirtiyor.  Sinanoğlu, Türkçenin ülkemiz,  ulusumuz için ne denli önem taşıdığını  “yabancı dille eğitim” in gündemde olduğu günlerde acı duyarak yurtseverliğin sesi olmaktadır.

 Türkçe düşünmek, Türkçe anlatmak aydınımızdan dil uzmanına, bilim adamımıza ve tüm yurttaşlara düşen görev olarak durmaktadır. Bunu başardığımız oranda dilimiz yaşayacak, toplum olarak da boy atacağız.

 

* Konferans, Özdemir Sabancı Lisesi – Emirgan / İstanbul, 09 Mayıs 2003, Düzenleyen : Atatürkçü Düşünce Derneği Sarıyer Şubesi ; Kadırga Endüstri  Meslek Lisesi, Ekim 2007,Eminönü/İstanbul;  Balkanlar Koleji, Yakacık, Kartal/İstanbul,  19 Ocak 2008

*  Marmara SENTEZ, 1 – 31 Mayıs 2003, s.8 ; Sarıyer Haber, Mayıs 2003, s.9 gazetelerinde yer aldı.

** Mahir Ünlü, Türkçemizde Arınma, Çağdaş Türk Dili, Nisan 2002, s. 60-67

***    Doğan Aksan, Türkçenin Gücü, s.23

**** Türkay Korkmaz, Türkçeyi savunmak Görevi, Türk Dili, Ekim 1981, sayı 358, s. 252-253

***** Vâlâ Nurettin (Vâ-Nû), Bu Dünyadan Nazım Geçti, s. 423

 

 ( Çağdaş Türk Dili , Ekim 2002 )

 

 

 

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..